Sanatla buluşan her şey yeniden kurgulanır, edebiyatta olduğu gibi sinemada da bu böyledir. Bu nedenle izlediğimiz tarihi filmlerin gerçekleri ne kadar sahih ve sarih anlattığı meçhuldür. Gerçeği anlatmaktan ziyade, neyin temeline inmek istediğinizdir mesele. Bu durum aktaran ( yönetmen, yazar vs.) için de böyledir, alıcı ( izleyici, okur vs.) için de.
Geçtiğimiz hafta vizyona giren “Operasyon: Argo” 1979’da İran ve ABD arasında yaşanan rehine krizini odağa almış bir film. Hollywood yapımı tarihi filmlerin çoğunun iki amacı vardır: Birincisi, gölgede kalmış veya hakkında çok şey yazılmış, söylenmiş tarihi olayları anlatmaktır; ikincisi de bir algıyı, fikri, yaklaşımı benimsetmektir. Rehine krizi hakkında internet aracılığıyla bile ulaşabileceğiniz yüzeysel bilgilerle basmakalıp bir kurguyla inşa edilmiş film, izleyiciye yüzeysel bir tatmin imkânı tanıyor sadece.
Bir grup İranlı , Tahran’daki ABD Büyükelçiliğini basar. 444 gün rehin tutacakları elli kişiyi alıkoyarlar, ama arka kapıdan gizlice çıkıp Kanada Büyükelçisinin evine saklanan altı kişiden haberleri yoktur. CIA ise hem yakalanmaları halinde hayati tehlikeyle karşılaşacak altı kişiyi kurtarmak hem de Amerika’nın itibarını uluslararası arenada korumak için sabık operasyonlardan farklı bir yol dener. Tony Mendez adlı CIA ajanının ortaya attığı fikir başkanın onayından geçer ve Mendez film yapımcısı rolüyle Tahran’a gider. Argo Operasyonuna göre, Kanada Büyükelçisinin evinde kalan altı kişi, Tony Mendez’le birlikte Argo adlı bir bilimkurgu filmininön hazırlıkları için iki günlüğüne İran’a gelmiştir kimi yönetmen kimi senarist kimi kameramen olarak. Karakterler hiç akla gelmeyecek detaylara kadar titizlikle hazırlanmıştır ve her birinin, sorun yaşamadan ülkeden çıkabilmeleri için rollerini bir günde çalışmaları gerekmektedir.
İran medeniyetten uzak, kültürel öğelerden yoksun, vahşi ve ilkel bir ülke olarak gösterilmiş. Kentucky’de kızarmış piliç yiyen kara çarşaflı kadına bu yüzden hayret, tiksinti ve aynı zamanda kibirle bakıyor Tony Mendez. Herkese özgürlük ve demokrasi dersi veren Amerika, kılı kırk yardığı Argo operasyonunda Tony Mendez’in insiyatif kullanmasıyla altı Amerikan vatandaşını İran “cehennem”inden kurtarır ve o dakikaya kadar soğukkanlılığını koruyan tüm CIA ajanları uçağın İran hava sahasından ayrıldığı istihbaratı geldiğinde birden duygusallaşır, gönenir, kıvanç duyar.
Amerikan sineması, bağımsız filmler hariç, motion yani hareket sinemasıdır, durağanlık kabul görmez, âna kıymet vermez. ABD’nin ulusal çıkarlarına, istihbarat kurumlarının etkinliğine ve gücüne, Amerikan ordusunun gerekliliğine ve önemine göndermelerle doludur, bilhassa tarih ve savaş filmleri aynı mesajla sona erer. Amerika’nın dünya konjoktüründeki yeri her defasında yeniden tasdiklenir. Amerika’nın ulusların rollerini tayin etmedeki üstünlüğü tanıtlanır ve dünya barışına sağladığı katkının altı çizilir. Reagan döneminde veya 11 Eylül sonrası çekilen filmlerde bu yaklaşım tepe noktasına çıkmıştır. Eğlence ve hazzı ön plana aldığı filmlerle box office hasılatlarına önem veren Amerika, sözde nitelikli ve derinlikli filmler çekerek özeleştiri yaptığını uluslararası kamuoyuna göstererek kendiyle barışık ve özgüvenli bir ülke imajı çizmeye çalışır.
Soğuk Savaş dönemindeki “çevreleme politikası”nı, “ özgür uluslara yönelik silahlı saldırı veya dış tehditlere karşı destek verilmesini” içeren Truman doktrini, savaşın çökerttiği Avrupa’nın kalkınması için Marshall Planı, batı blokunun güvenliğini sağlamak amacıyla 1949’da Kuzey Atlantik Paktı’nın oluşturulması takip etmiştir. Amerikan sineması bu politik uygulamalarına paralel filmlerle sebep-i varlığını sanat aracılığıyla da güçlendirmeye çalışmıştır. Sum Of All Fears (En Büyük Korku) 2002, Black Hawk Down (Kara Şahin Düştü) 2001, ya da 2008’in Oscar şampiyonu The Hurt Locker (Ölümcül Tuzak)’ın ardından “Operasyon: Argo” da aynı familyaya ait bir yapım. Amerika’nın kâh mağrur bir alçakgönüllükle günah çıkarttığı kâh başarıdan saydığı herşeyi ayan beyan seyircinin gözüne soktuğu, demokrasi ve barışa sözde katkısını pekiştirme amacı taşıyan filmlerden biri.
Filmin yönetmenliğini, Tony Mendez’i oynayan Ben Affleck üstlenmiş. Kızımı Kurtarın ve Hırsızlar Şehri gibi yerel dokulara sahip filmlerinden sonra, gizliliği Clinton döneminde kalkan Argo operasyonunu anlatan Ben Affleck, Hollywood’un klasikleşmiş kamera tekniklerini kullandığı çekimlerde 1970’lerin filmlerine özgü pastel renkleri tercih etmiş. İran sahnelerinde ise Costa Gavras üsulu grenli belgesel görsellerini kullanarak filmin dramatik gerilimini arttıran yönetmen, son dönemin modasına uygun olarak İstanbul’da çekim yapmayı da ihmal etmemiş. Oyuncular asıl kişilere birebir uygun tiplerde tercih edilmiş. Ben Affleck yönetmenlik kariyerinde ne yöne gider emin değilim ama oyunculuk kariyerinde Tony Mendez karakteriyle rüştünü çoktan ispatladığı malum.
Sonuç olarak, “Operasyon: Argo” tarihe tuttuğu ışıkla ortak hafızayı, tutsak aklı aydınlatmaya yetemeyen tek taraflı bir film.
Pınar Doğu