Dünyamın sınırları dilimin sınırlarıdır, demişti Wittgenstein. Dilin tarihi ile başlar varoluşumuz. Sözcükler kadar görünürüz hayatta. Dil bizi oluşturur, değiştirir, başkalaştırır, yok eder, tüketir. Dil ile başlar hayatımız, dil ile biter. Sessizlik, dilin içinde, dilden gelen ancak dili örtmeyen, saklamayan bir tercihtir. Bir insanı kullandığı sözcüklerle tanırız.
Küreselleşsen dünyada neo liberal tüketim alışkanlıkları, arzunun arzuyu sürekli arzulamasıyla tayin edilen yaşamlar, meta ile kendini anlamlı ve biricik kılmaya çalışan kimliksizleştirilmişler Dil'i batinî halinden uzaklaştırdı. Göstergeler bolluğu sözcükleri yüzeyselleştirdi.
Postmodern bir üslupla dilsizleşmeyi, yabancılaşmayı konu edinen " Dil" adlı oyunu seyrettim geçenlerde. Konuşmanın gelişigüzel bir alışkanlığa, tüketim dayatmasının belirlediği bir mecburiyete dönüştüğü çağımızda özgün kalanı sorgulayan bir oyundu. Sarkastik anlatımı, oyuncuların sadece söze değil beden kullanımına dayalı becerileri, kenara not edilecek denli felsefi söylemleri seksen dakikalık, tek perdelik oyunu zamanın nasıl geçtiğini anlamadan seyretmenizi sağlıyor. Kapitalizmin yersiz yurtsuzlaştırıp "kaybolan insan" haline getirdiği, dilsizleşmeye hapsedilmiş, birey olamayan insanların hazin hikayesi bu.
Alışveriş merkezlerinden çıkmayan, gününü sadece alışveriş yaparak geçiren, internet sitelerindeki, vitrinlerdeki indirimleri takip eden bir anne ve onun kendi hayat anlayışına uygun olarak yetiştirdiği oğlu bir gün evlerini ziyaret eden ve aslında şeytanı temsil eden "yetkili" kadın. Üç oyuncu da rollerinin hakkını vermiş. Sahne çok küçük olduğundan dekor ancak bu kadar iyi kurulabilirdi. Her yerde etiketi üstünde gömlekler, pantolonlar, şortlar, bluzlar, etekler, ayakkabılar. Kıyafet: insanın bedeni kadar kimliğini de gizleyen, başkalaştıran nesne.
Kapitalizm, bizi başka birine dönüştererek kendimiz olduğumuza inandırır. Dil ise kaybolmaktan kurtulduğumuz, kendimize en yakın durduğumuz yerdir. Tüketim sınırsızlığı bize sürekli bakmak istediğimiz ama bir türlü gerçek benliğimizi göremeyeceğimiz bir ayna sunar. Dil ise kendine içeriden bakmanın parçalanmamış aynasıdır. Karakterler bu iki ayna arasında gidip gelerek bir nevi dilsel katarsis yaşıyorlar adeta. Üçünün birbirine en yakın oldukları an aslında kendilerine en uzak oldukları an. Nasıl ki dünyaya en yakın olduğumuz an kendimize en uzak durduğumuz an ise oyunun hikâyesi uzaklık/yakınlık yanılgısını irdeliyor. Özgün ile kopyanın yer değiştirdiği bir hayatın parodisini yapıyor. Beklenti ve algılarımızı ters köşeye yatırarak üstelik.
Örneğin, alışveriş müptelası, tek derdi beş vitaminli omega 3'lü saç fırçası olan anne en felsefi, en derin söylemlerde bulunan karakter. "Yetkili" kadın iyi ve kötünün iç içe geçtiği karakteriyle tüketim sisteminin hem uyarıcı hem teşvik edici çift yönlü yapısının vücud bulmuş hali. Muhakeme yetisinden yoksun, kalıplaşmış yargılarla yetişmiş erkek ise apolitik genç prototipi. Oyuncular rollerini fazla karikatürize etmeden oynamış.
Kendi içinde üç bölüme ayrılan oyunun akıcı ve dinamik kısmı ortaları. Oyunun giriş ve son kısmında değişiklikler yapılabilir. Hatta son bölüme geçmeden önce sahne karartılıp yeniden ışık verildikten sonraki durağan sahne eşsiz bir fotoğraf karesi adeta. Oyun tam o esnada sona erse daha vurucu ve akılda kalan bir final olurdu. Ardından devam eden on dakikalık kısmın gereksiz olduğu kanaatindeyim.
Son yıllarda bağımsız tiyatro grupları arttı ve bir çoğu apartman dairelerinde, küçük mekanlarda sahneye koyuyor oyunlarını. Hayli yaratıcı, avantgarde oyunlardan biri de "Dil".
DİL
Yazan: Şenay Tanrıvermiş
Yöneten: Yeşim Özsoy Gülan
Oyuncular: Özlem Saraç, Şirvan Akan, Sezer Arıçay
12 Haziran 2014 - PERŞEMBE - 20:30
13 Haziran 2014 - CUMA - 20:30
14 Haziran 2014 - CUMARTESİ - 20:30
19 Haziran 2014 - PERŞEMBE - 20:30
20 Haziran 2014 - CUMA - 20:30
21 Haziran 2014 - CUMARTESİ - 15:30
21 Haziran 2014 - CUMARTESİ - 20:30
YER: Galata Perform
REZERVASYON:0530 260 25 24
@pinardogu