14 Mayıs 2017

Annem, sen anne oldun mu hiç?

Kadının varoluş alanı o kadar daraltılmıştır ki, söz hakkı her mecrada öylesine elinden alınmıştır ki, anneliktir bazı kadınların tek iktidarı

Analardır adam eden adamı/aydınlıklardır önümüzde gider/ Sizi de bir ana doğurmadı mı?/ Analara kıymayın efendiler, diye seslenmişti Nazım Hikmet ‘Bulutlar Adam Öldürmesin’ adlı şiirinde…

Annelik sürekli bir tedirginlik ve endişe hâli. Annelik evlat ölünce de devam eden gönüllü bir adanış. Annelik canından karşılıksız feragat etmek, geleceğinin yönünü evlatlarının inayetine göre tayin etmek demek. Annelik kendini unutmanın, hatta kendini yok saymanın bir başka adı.

Kadınların arzularının olmaması gerektiği dayatılmış, onların sadece çocuk doğurmak için cinsel ilişkiye girmeleri makbul görülmüş yüzyıllarca. Bugüne dek cinselliğe toplumun çoğunluğunun gözünde, üremekten başka bir anlam atfedilmemesinin sebebi bu. Cinsellik kadının anneliği tatması ve vazifesini yerine getirdikten sonra kaçınması gereken bir alan addedilmiş. Zevk ve haz kadına yasak edilmiş pek çok toplumda. Kadınlığın sebeb-i varlığı çocuk doğurmak ve büyütmekle sınırlı tutulmuş olabildiğince. Kadın enerjisinin, cinsiyetine özgü doğum yetisiyle tükendiğini var saymak toplumun eril zihniyete öncelik vermesinin sonuçlarından sadece bir tanesi. Anneliği kutsarken kadının bir tek vasfa hapsedilmesini tasdik ediliyor bir bakıma. Üstelik kadına kendi anneliği ya da genel anlamda annelik üzerine bile söz hakkı tanınmazken. Anneliğin kadınlar değil, temayüller, yasalar ve erk sahipleri tarafından tarif ve takdis edildiği hakikatini de unutmamak lazım.

Annelik şahsi ve bilinçli bir tercih mi, kendiliğinden var olan bir içgüdü mü, yoksa öğretilmiş hatta dayatılmış bir itibar/ statü kazanma şekli mi? Annelik doğurmakla mı başlıyor, hatta doğurmakla mı sınırlı? Annelik yüceltilirken babaların işine gelen ikinci planda kalma hâli eleştiri oklarından muaf mı tutulmuş oluyor?  Sütünü helal etmeyen annelere karşı babalar da spermini helal etmezse ne olacak çocuğun hali?  

Annelik doğurganlıktan ibaret değil kuşkusuz. Nice anne doğurmadığı çocukları bağrına basar öz evladı gibi. Annelik doğurmakla sınırlı değildir kuşkusuz. Nice anne gayrimeşru çocuğunu cami avlusuna bırakmak zorunda kalır, ona sahip çıkmayı göze alamaz. Evlenmeden çocuk doğurursa kötü kadın olur, çünkü ancak adı babaların kütüğüne yazılan çocuklar vatan millet için hayırlı evlattır. Annelik nikah akdiyle meşruluk kazanır kısacası.

Üç kız iki erkek çocuğu olan kadınlar iki evladım var der bazı yörelerde. Kızların payı ayrılmaz miras kaldığında. Baba ocağından koca evine gider, biyolojik atasının kütüğünden evlendiği adamın kütüğüne geçer kadın. Kendine ait bir kimliği yoktur, anneliği de kendi annesinden gördüğü kadarıyla bilir çoğunlukla. Her çağın kendine özgü anne modeli vardır. Bakıcı anne, öğretmen anne modelinden günümüzde arkadaş anne modeline bir geçiş söz konusu, özellikte kentsoylu, eğitimli, maddi refah düzeyi yüksek ailelerde. Yine de annelik her çağda eril söylemin güdümü altındadır. Çoğu kadın içinden çıkamadığı bir durumla karşılaşınca ‘baban bilir’ deyip kestirip atıyor hâlâ. Son söz babaya ait olduğu müddetçe anneliğin özgürleşmesinden söz edilemez maalesef. Anne şayet çocuğu kız ise edilgenliği, susmayı, alttan almayı aşılar, şayet çocuğu erkek ise dik durmayı, istediğini almayı, ağlamamayı.

Saçını süpürge etmek gibi görülür annelik. Bir kadın kendinden, hayatından ne kadar vazgeçiyorsa, kendini çocuğuna ne kadar adamışsa anneliği o kadar kutsanır. Kadının kadınlığını unutması istenir şayet iyi anne olmak istiyorsa, ikisi mümkün değilmiş gibi.

Çocuk doğurmayan kadından şüphe edilir. Asli görevini yerine getiremediği için bahtsız görülür. Soyun devamını sağlayamadığı için baştan mağluptur, anne olamayan kadın eksiktir, yarımdır birçoklarınca.

Ama doğurduysan kaçış yok, işinden ayrılacaksın, evinde oturup çocuk bakacaksın. Çalışan annelerin çocuklarına kat’a yetemeyeceğine dair yaygın kanı yüzünden kaç anne-kadın işinden istifa etmiştir acaba, veyahut çalışmaya devam eden kaç anne-kadının, anneliği sorgulanmıştır? İşyerinde de ön yargılar değişmez, bazı kadınlar anne oldukları için işe kabul edilmez. Hamile kadın gözden çıkarılmaya müsait bir çalışandır artık işverenin gözünde.

Kadının varoluş alanı o kadar daraltılmıştır ki, söz hakkı her mecrada öylesine elinden alınmıştır ki, anneliktir bazı kadınların tek iktidarı. Çocuğunu öyle sahiplenir ki yaşamına, kararlarına, tercihlerine hükmeder. Çocuğunun kaderi üzerinde sonsuza dek söz hakkı olduğunu düşünür. Çocuklarını o denli eleştirirler ki kendine güvensiz, mükemmeliyetçi, çekingen bireyler yetiştirirler. Bazı anneler ise o kadar taviz verir ki her şeyi yapmayı kendinde hak gören, bencil, doyumsuz bireyler yetişir. Annelerdir oğullarına doğru kızı seçen. Annelerdir babalar şiddet kullandığında sineye çeken, o senin babandır yavrum diyerek eril hakimiyeti doğrulayan.

Bazı kadınlar sırf anneliği tatmak için evlenir hatta. Erkek çocuk doğuran kadının havasından geçilmez, kayınvalidesinin gözünde bir numaradır. Bir türlü erkek doğuramayan kadınlar ise ikinci sınıf vatandaş muamelesi görür aile içinde, kız çocuk anneleri erkek çocuk doğuramamanın mahcubiyetini taşırlar ömürleri boyunca.

Annelik devletin gözünde milli bir meseledir. Nasıl bir toplum yapısı istendiğine bağlı olarak anneliğin tarifi yapılır. Annenin çocuğuna öğreteceği kurallar, gelenekler kadar devlet tarafından da belirlenir. Gelecek nesillerin nasıl yetiştirileceği anneliğin sosyo politik yönüdür aslında.

Nüfus planlamasında anneye büyük görev düşer. İyi bir anne olmak için üç çocuk doğurmak gerekir. Üç yiğit, üç asker, üç vatan evladı. Öyle ya her çocuk anasından önce vatanın evladıdır. Sokak ortasında vurulabilir pekala. İşkencede ölebilir, faili meçhule karışabilir.

Şehit annelerine maaş bağlanır. Cumartesi annelerinin sesi duyulmaz, onlar çocuklarıyla birlikte lanetlenmiştir çünkü. Evlatları kaybolsa da, ölse de onlar hâlâ annedir. Onlara çocuklarının cesedi bile çok görülür, acıları hor görülür, onlara destek verenler düşman görülür.

Bir de cezaevindeki anneler vardır. Çocuğunu parmaklıklı kapılar ardında, dört duvar arasında büyütmek zorunda kalan anneler. O çocuklar annelerin cezasını bölüşürler adeta. Annelerinin günahını çekerler.

Firmaların pazarlama anlayışında anneler ve çocukları en başta gelen hedef kitledir. Anne kurabiyesi, anne sütü, annenin mutfaktaki işini kolaylaştıran küçük ev aletleri, annenin boynuna yakışacak pırlanta kolye, anne eli değmiş gibi kokan yemekler, annenin yıkadığı gibi tertemiz yıkayan deterjanlar, anne şefkatini veren yastıklar, anne gibi ısıtan paltolar… Annelik yumuşak karnıdır çünkü insanın, kırmızı çizgisidir, bam telidir. Anne deyince akan sular durur. Bunu en iyi şirketler bilir.

Şarkılar da filmler de geri kalmaz, annelik kurumundan nemalanmaktan. Annelik üzerinden para kazanma kolaycılığının modası hiç geçmez. Vefasız kadın sevgililere ilenirken annem senin gibi yar yok diye dert yanılır. Cefakar anne modelinin seyirciyi ağlatma garantisi yüksektir.

Süt annelerini de unutmayalım. Sütü gelmeyen ya da memesinin şekli bozulmasın diye tasalanan annelerin görevini devralır süt anneleri ister gönüllü ister para karşılığında. Sütümü helal etmem denir sonra. Analık hakkı için, denir. Sahi nedir analık hakkı? Nedir insanın ömrünü bile verse ödeyemeyeceği bu kutsal borç? Tek bir güne sığdırılabilir mi? Bir hediyeyle ödenebilir mi? Kaç erkek anneliğin zorlukları üzerine adamakıllı düşünmüştür? Kaç erkek, babası ölünce annesinin yeniden evlenmesine razı gelir? Kaç erkek annesinin de hormonları çalışan bir kadın olduğunu idrak eder? Kaç erkek, karısı doğurduktan sonra onun korku ve kaygılarıyla başa çıkmasına destek olur? Kaç erkek, karısını hem eş hem çocuğunun annesi olarak görür?  

Kadınlar ne çok çekmiştir analıklarını gönül rahatlığıyla yaşayamamaktan. Kadınlık biter, analık başlar ne de olsa… ‘Her kadın bir gün anneliği tadacaktır’ demektedir evlilik kurumu, reklam panoları, akrabalar, konu komşu, hatta tüm mahalle. Şart mıdır peki?  

Annesiz büyüyenlerin, anne olamayanların anneler günü kutlu olsun. Ve kadınlığıyla anneliğini bir arada yaşayabilenlerin de…

@NarDogu

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"