05 Mayıs 2021

Anlatılan bizim travmamızdır

Travmaların kopuk parçalarını birleştirirken acıdan nemalanmadan kabuk kaldırmak zordur, anlatımda etik bir hassasiyet ve yüksek farkındalık ister. Fatma adlı dizi, tam da böyle incelikli bir yolu seçip tetikleyici olmaktan kaçındığı için ilgimi çekti

Kadın hikâyelerinin son yıllarda hem beyaz ekranda hem beyaz perdede daha çok anlatılmasının sağaltıcı bir yanı var muhakkak. Kızkardeşliğimizin sebeplerinden biri de yaralarımızın kardeş olması ne de olsa. Yüzyıllardır görmezden gelindiği için tekrarlayan ve birbirine benzeyen hikâyelerimizin ortak zemininde buluşmamızı sağlayan da işte bu anlatma ve anlaşılma ihtiyacı.

Çünkü sadece varlığımız değil, hikâyelerimiz de görmezden gelindi. Anlatıl(a)mayan sadece hikâyemiz değil, aynı zamanda travmamızdı aslında.

Unutan hayatta kalır belki, ama hatırlayan iyileşir.

Evvela bizim kendimizi yazmaya ihtiyacımız var. Ama birileri çıkıp varlığımızı görünür kıldığında, samimi çabasını hiçbirimiz görmezden gelemeyiz. Üstelik hepimiz en azından bir yönümüzle Fatma'ya benziyorsak ya da benzerliklerimize rağmen Fatma olmanın ne anlama geldiği üzerine bir kez bile düşünmediysek…

Travmaların kopuk parçalarını birleştirirken acıdan nemalanmadan kabuk kaldırmak zordur, anlatımda etik bir hassasiyet ve yüksek farkındalık ister. Fatma adlı dizi, tam da böyle incelikli bir yolu seçip tetikleyici olmaktan kaçındığı için ilgimi çekti. Fatma'yı yargılamamızı değil, anlamamızı isteyen nesnel mesafesini başından sonuna korumasını, seyirciye ne düşünmesi ve hissetmesi gerektiğini buyurmamasını beğendim. Ne tam bir katharsise izin veriyor ne de onu cani bir katil olarak çarmıha germemize yol açıyor.

Burcu Biricik'in canlandırdığı Fatma, kendini ele vermeyen ilginç ve derin bir karakter. Cinsiyeti, işi, sınıfı nedeniyle neredeyse herkesin görmezden geldiği, buna rağmen alışveriş merkezi, zengin evleri, gecekondu mahallesi arasına sıkışıp kalmış yaşam üçgeninde sessiz sedasız var olmaya çalışan bir kadın. Ama insanların onu ilk bakışta konumlandırdığı gibi sıradan, düz, renksiz biri değil asla. Aslında ilginç tarafı başlangıçta hiç de ilginç biri değilmiş gibi görünmesine rağmen son derece zeki, soğukkanlı, gözlemci, iş bitirici olması. Hikâyedeki öbür karakterleri olduğu kadar, bizi de şaşırtan ondan hiç beklenmeyen davranışlarda bulunması aslında. Hikâyenin asıl dinamiğini de bu oluşturuyor.

Evini temizlediği yazarın romanını yazarken tasvir ettiği gibi Fatma'nın hayatında itme kuvvetinin rolü büyük. Küçükken kız kardeşini çocuk gelin olmaktan kurtarmak için itmesi sorunlarından kurtulma yönteminin ilk örneği ya da göstergesi. Hayatını zora sokan insanlardan da anlık kararlarla kurtulmasında itme kuvvetinin etkisi var yine. Fatma, belleğinin geriye ittiği çocukluk travmasıyla yüzleşerek kendini buluyor nihayetinde. Köyün ona biçtiği, kente gelse de sıyrılamadığı suçlu rolünden kurtulması için gerçekten suç işlemesi gerekiyor belki de.

Başka hiçbir sorunu yokmuş da tek derdi kayıp eşini bulmakmış gibi sürekli "Zafer nerede, biliyon mu?" diye sorarken aradığı aslında kendisi. Ona yer açmayan koca şehirde, yıllardır doğru düzgün görüşmediği kızkardeşinin kalbinde, daha önemlisi kendi gözünde nerede olduğunu bulmak… Başkalarının onu görmesi, evvela Fatma'nın kendini görebilmesine bağlı. Bu ise hem geçmişiyle hem evlat kaybıyla yüzleşmesine bağlı.

Velilerin şikâyeti üzerine müdürün okuldan almasını istediği otizmli oğlunun sosyal yaşamdan dışlanmasıyla, kendisinin kadın / temizlikçi / eş / kız çocuk olarak hayatı boyunca görmezden gelinmesindeki koşutluk evladıyla arasındaki güçlü bağın en önemli sebebi. Ana oğul olarak onlar kader ortağı bir yerde. İki dışlanan, yok sayılan, istenmeyen…

Modern kentler yapıları itibariyle, yakın fiziksel mesafeye rağmen insanların birbirini görmediği birer kayıtsızlık alanına dönüşerek kutuplaşma, yabancılaşma ve yalnızlık üretiyor. Her sınıfın kendine ait yaşam alanlarında ikâmet etmesi, eşitsizlik ve rekabet üreten işlerde çalışmasıyla zengin ve yoksul ayrımı iyice belirginleşti. Enformasyon akışı hızlanırken anlayış ve hoşgörü kıtlığı başladı. Toplumsal ve kültürel bağların giderek zayıflamasıyla duygu alışverişi azalırken, suni ihtiyaç listelerinin kabartılmasıyla meta tüketimi arttı. Modern kentler uzaktan bakılan, tam olarak deneyimlenmeyen bir kar küresinden farksız.

İmgelerin engelsiz dolaştığı ancak anlamlı bir bütünden yoksun, son derece farklı yaşam şartlarına sahip insanlar her gün sokak, metro, park vb. ortak alanlarda burun burun gelmesine rağmen birbirlerini görmeden geçip gidiyor. Bu heterojen kalabalığın en az ışık vuran yerinde duranlardan biri de gündelikçiler ya da temizlikçiler.

Temizlikçilik, özellikle eğitim fırsatından mahrum bırakılmış kadınların kent yaşamında yevmiyeyle günü kurtardığı, pazarlık imkânının pek bulunmadığı, çoğunlukla sigortalanmadığı, bu yüzden güvencesiz ve kırılgan bir iş kolu. Temizlikçiler evde, işyerinde, AVM ya da plazalarda olsun sürekli etrafta olduğu halde görünmeyen özneler.

Peki kim aslında Fatma Yılmaz?

Aynı adla roman kaleme alan yazarın gözünde malzeme topladığı bir kaynak, yayınevinin gözünde okurun ilgisini çekmeyecek bir karakter, Zafer'in gözünde namusunu kurtararak (!) iyilik ettiği çocukluk aşkı, Bayram'ın gözünde ise soğukkanlılığına hayran kaldığı bir temizlikçi.

Çevresindekileri sürekli idare etmiş; otizmli oğullarının üst üste koyduğu eşyaları deviren kocasını, tek başına kaldığından beri musallat olup duran ev sahibini ve onun bunu görmezden gelip kendisine bir iyi bir kötü davranan karısını, kentleşememesini eleştiren kızkardeşini, AVM'deki temizlik şefini vs. Onun hikâye içindeki dönüşümü anlık işlediği cinayetler kadar, idare ettiği insanlara sesini yükseltmesi, müdana etmemesi sayesinde de oluyor. Onu itenleri hayatının dışına itmesiyle kendini buluyor Fatma. Bir köşede sırasını bekleyen, sürekli ertelenip duran ve yapması gerekenler başkaları tarafından söylenen biriyken, kendi kararlarını alan, üstelik anında uygulayan birine dönüşerek geçmişin karmaşık düğümünü çözüyor.

İlk bölümlerde yere bakarak yürürken ilerleyen bölümlerde başını kaldırıyor. Hazır elini kirletmişken kocasını bulup hesap sormaya karar veriyor ve zeki bir planla onu oyuna getirip tüm suçu üzerine yıkarak bizi bir kez daha şaşırtıyor.

Tüm hesaplaşmalardan sonra oğlunun ölümündeki suçluluk duygusuyla da yüzleşince bu kez kendini itiyor. Yüksekten boşluğa, tıpkı bir zamanlar kızkardeşini kurtarmak için ittiği gibi…

İkinci sezonda neler olacağına dair pek ipucu vermiyor son bölüm. Fatma sanık olarak görülse de henüz suçu ispatlanmış değil. Avukat Sidar onu nasıl savunacak? Tüm bu olan bitenler yazarın romanında mı geçiyor aslında? Biz "yazar"ın kurmaca evreninde mi dolanıyoruz yoksa?

Jean Genet'nin Hizmetçiler adlı oyununda şöyle der hizmetçilerden biri: "Suçumun güzelliği bana acımın zavallılığını unutturmalıydı. Sonra da ateşe verirdim ortalığı."

Fatma da ateşe verdi ortalığı. Kendi içindeki ateşten daha büyüğünü yakamayacağını bilerek…

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"