25 Ağustos 2019

Gelecek kaygısı ile dönüşen tasarım

Yeni ve gelişen dünyada, tasarımcının rolü siyasi söylem üreten aktivist, organizasyon şemalarını ve sistemleri yeniden tanımlayan girişimci, bağ kuran iletişimci, noktaları birleştiren katalizör ve gelecekteki yaşam biçimlerini tanımlayan kurgucu olarak değişiyor

Ekonomik ve siyasi koşullar, dünya ülkeleri arasındaki yaşam standardı uçurumunu gittikçe arttırıyor. Sadece zenginlik fakirlik düzleminde değil; kültürel, sosyolojik, teknolojik, psikolojik olarak da toplumlar arasındaki farklar hiç olmadığı kadar keskinleşti. İnsanlık data çağını yaşarken, teknolojik gelişmelerin insanlığı nereye götürebileceği belirli değil. Öngöremediğimiz bir gelecek için şimdiye kadar olmadığımız ölçüde endişeliyiz.

Bizim de aralarında bulunduğumuz az gelişmiş toplumlardaki günlük yaşam ve gündem, dünyanın nispeten daha gelişmiş ve zenginleşmiş toplumlarında artık geçmişte kalmış, çözülerek aşılmış problemlerden oluşuyor.

Diğer yandan gelişmiş ve zenginleşmiş toplumlar gerek dünyada gerekse evrenin derinliklerinde bambaşka yaşam formlarını ve bunların beraberinde gelen sistemleri, üretim biçimlerini, malzemelerini dertleniyor, bu türden sorunlara çare bulmaya çalışıyor.


Snowpiercer, geleceğe dair beni en düşündüren filmlerden biri olmuştur

Biz, en büyük ve en gelişmiş kentimizde metro inşaatı yapıyoruz. Başka toplumlar Mars'ta, Titan'da yeni yaşamlar tasarlıyor.

Bizim 40 dakikalık yağmurlarla alt geçitlerimiz kanalizasyona, sokaklarımız akarsuya dönüşüyor, başka toplumlar iklim koşullarını manipüle ediyor; büyük kasırgalardan siklonik enerji üretmek üzere yeni araçlar tasarlıyorlar. Data çağının kaçınılmaz kabusu elektrik enerjisi. Paradan sağlığa, eğitimden ulaşıma insanlığın tüm gelişmişliği bugün bir prizin ucundaki elektriğe bağlı ve bu gerçek yaşamlarımız için oldukça kırılgan bir durum yaratıyor.

ABD'deki Atlantik Okyanus ve Meteoroloji Birimi laboratuvarlarında yapılan araştırmalar gösteriyor ki, sadece orta ölçekli tek bir kasırganın sahip olduğu enerji bir şekilde faydaya dönüştürülebilirse, bugün dünya üzerinde üretilen tüm elektrik kapasitesinden tam 200 kat fazla bir elektrik gücü sağlanmış olabiliyor. Aynı çalışmaları Japonya da yürütüyor.

Bizimki gibi toplumlarda ise hala uçak üretebilmekle, yol veya köprü yapabilmekle övünç duyan siyasiler hiç bir şeyden haberi olmayan kitleleri bu övünçler üzerinden arkalarından sürükleyebiliyor. Her bakımdan geri kalan bu insanlar, bir yandan da, başka bir ülkeye bağımlı kaynaklardan sağlanabilen elektrik için yine bir sabaha yüzde 14,98 oranındaki bir zam ile uyanabiliyor. Artık o sabah için en büyük sorunları kaçınılmaz olarak bu elbette


Orta büyüklükte bir kasırganın 600 terawattlık bir enerji üretebileceği tahmin ediliyor

Az gelişmiş toplumların gelecekteki durumu bu hali ile, Matt Damon ve Judie Foster'ın rol aldığı, 2013 yapımı Elysium filmindeki senaryodan farklı olmayacak çok yakın bir gelecekte. Zenginler gökteki tüplerinde en özelleşmiş biçimde yaşarken diğerleri aşağıda bir yerlerde sefalet içinde kalacaklar.

Örnekler çok fazla, tezatlar da. Diğer yandan tasarım ile ilgili bir pazar yazısını bu tür konularla karartmayacağım. Buradan bir sonuca varmak gerekirse: görünen o ki az gelişmiş toplumlarda yaşam standartlarının yükselmesine sıra bir türlü gelemiyor; dolayısı ile tasarıma dayalı gelişim sağlanamıyor. Bu ülkelerde tasarım konuları, toplumun temel ihtiyaçlarına karşılık veren kısıtlı ve sınırlı çıktılara, kentsel alt yapı ve yapılaşma sorunlarına , özetle gündelik aksaklıklara sıkışıp kalıyor.

Dünyadaki tasarım gündeminin gelişimi ve bu gelişimin popülerliği bizim ülkemizdekinden farklılık seyrediyorsa, sebepleri buralardadır. Kendi gündelik dertleriyle kaynayıp duran, dış dünyaya oldukça kapalı bir toplumun geleceğe dair yenilikçi söylemler üretmesi oldukça zor; imkansız değil ama zor.

Bu tür ortamda bir şeylerin sadece "yapılıyor" olması bile önem kazanır. Bu bir ürün, bir hizmet, bir kültürel faaliyet olabilir. Bu üretimlerin tartışma ortamı da toplumsal atmosfer dolayısı ile bir tür kısır döngü içerisine girer. Bu alanların üretimleri zaten gereksim ötesi görülür; bir bakıma lükstür. Üretileni değerlendirebilecek, eleştirebilecek yapılar da niştir. Kritik üreterek gelişime olanak sağlamak çoğunlukla boşverilen veya çekinilen bir hal alır. Öyle ya, zaten beklentisiz bir toplumda gereksiz bir iş yapılıyordur. Ne yapılırsa yapılsın diğer toplumların seviyesine gelmek imkansızdır. Hiç değilse yapılan yapılıyordur; ortada olanı ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, sırf var olabildiği için alkışlamak genel eğilimdir. Ne yazık!


Bir tasarım profesyoneli olarak İstanbul Boğazı'na hiç yakıştırmadığım tasarımların başında, Üsküdar Belediyesi'ne ait gezi gemisi, Valide Sultan geliyor

Yaratıcı alanlarda üniversitelerde verilen eğitimin gittikçe çoraklaşan görünümü, topluluklar arasındaki kopukluklar, üretimlerdeki özgünlük ve tekrar problemi, sistematik, insan kalitesi, geçmiş ile bağlam kuramama gibi entellektüel problemlerimizin bu duygular içerisinde gün geçtikçe büyüyen bir sorun haline dönüştüğünü, kafamı nereye çevirsem görür gibiyim. Diğer yandan iyimserliğimi de hiç kaybetmem; toplumun şu ya da bu sebeple hasar görmüş olan yüzde 90'ını, daha iyi değerlere sahip bir yüzde 10'un değiştirebilme gücüne her zaman inanırım. Bu inancımı destekleyen oldukça kişisel bir anım da var:

Bundan bir kaç yıl önce beklenmedik bir kazada sağ elimin baş parmağını elime bağlayan tüm dokular bir saniye içinde kopuverdi. Doktorların bir kısmı hemen bu parmağı ameliyat ile yerine dikmemiz gerektiğini söylediler. Ancak aralarından bir tanesi, tüm dokuların kopmadığını yüzde 3 lük bir kısmın sağlam kaldığını, ameliyata göre daha uzun ve sancılı bir süreçle iyileşebileceğimi söyledi. Elbette sürekli kullandığım bu elimde bir ameliyat ilk tercihim olamazdı.Süreç gerçekten de tahminimden çok daha uzun ve acılı geçti. Ama o kopmayan yüzde 3 ‘lük bağ, parmağımı kendiliğinden elime bağladı. İnsan bedeninin tasarımına, tasarımın gücüne bir kez daha bağlanmış oldum bu deneyim sonucunda. Çok az olanın çok fazla olanı değiştirme , tedavi etme gücüne inancımı kendi bedenimin gücünden, doğanın kendisinden alıyorum özetle.

Bizlerin gündelik problemleri dünyanın gündeminden büyük farklar taşısa da büyük resme baktığımızda dünyadaki toplumların tümünün benzerlikler gösteren problemleri olduğunu görebiliyoruz. İnsanlar dünyanın her bölgesinde inançları, cinsiyetleri veya ırkları dolayısı ile ayrımcılıkla karşılaşıyor; göçmen sorunu karşısında çaresizleşiyorlar.

Yeni ve gelişmiş bir dünya idealini oluşturan teknoloji, bir yandan da doğal yaşam üzerinde yıkıcı bir etkiye sahip. Ormanlar, hayvanlar, atmosfer veya okyanuslar, hepsi gelişen dünyadan nasibini alıyor. Tüm insanlığın ortak sorunlarının en başında gelen iklim krizinin ülkemizde endişe duyulan konular sıralamasında en az bir on yıl daha üst sıralarda görüneceğini beklememiz belki pek olası değil ancak bizim gündemimizde olmaması bu krizin ciddi boyutlarda olmadığı ve mutlaka bizi de etkileyecek sonuçları olacağı gerçeğini değiştirmiyor.


İklim krizine Malezyalı mimarlardan önerilen çözüm hakkında CNN'de yayınlanan son programlardan biri

Yaşanılan tüm bu sorunlar, insanları kendi içlerine döndürüyor. Tasarım da kendini tam bu noktada dönüştürüyor. Nasıl mı?

Yaşam bireyselleştikçe, tasarım sosyalleşiyor.

Dünya radikalleştikçe, tasarım politikleşiyor.

Endişeler arttıkça tasarım kökten yenilikçi bir arayışa yöneliyor.

İşte bu nedenle, Türkiye'deki üniversitelerde mumla aradığımız çeşitli çalışma ve araştırma alanları bugün dünyada en önemli tasarım alanları haline geliyor:

Kritik tasarım, spekülatif tasarım, kurgusal tasarım, politik tasarım alanlarına daha önceki yazılarımda kısa kısa da olsa değinmiştim.

Yeni ve gelişen dünyada, tasarımcının rolü siyasi söylem üreten aktivist, organizasyon şemalarını ve sistemleri yeniden tanımlayan girişimci, bağ kuran iletişimci, noktaları birleştiren katalizör ve gelecekteki yaşam biçimlerini tanımlayan kurgucu olarak değişiyor.


Defne Koz ve Marco Susani'den geleceğin yemek alışkanlıklarına dair bir kurgu: Just add water

Tasarımcı artık iyi bir senarist, güçlü bir hikaye anlatıcısı, çok yönlü bir performans sanatçısı olmak durumunda. Kurumlar bünyelerinde tasarımcı profillerine daha çok yer açmak zorunda. Özellikle kentsel yönetimin ve devlet birimlerinin içinde tasarımcılar daha çok sorumluluk üstlenmeliler. Şirketler, tasarımcılarla daha ciddi ve kalıcı işbirlikleri kurmalılar. Eğitim ortamları reform geçirmeli; mezun kalitemiz gerçekten de oldukça zayıf.

Önümüzdeki haftalarda dünyadaki işte bu değişim gösteren tasarım alanlarından hikayeler ve yöntemler anlatacağım. Hepsi "iyilik" içeren öneriler ve örnekler olacak.

Yaratıcı düşünce, optimisttir. Bu iyimserliğin iyileştirme gücüne, sanıyorum siz de benim kadar hayran kalacaksınız!


Kapak görseli: Mars gezegeninde kolonileşme üzerine bir ön görü, Kaynak: NASA

Yazarın Diğer Yazıları

Kavuşturan tasarım

Taksim Meydanı yarışması için gerçekleştirilen ve İBB TV’den de canlı olarak yayımlanan buluşma toplantısı kolektif tasarım adına atılabilecek en önemli ve gerçek adımlardan biriydi

İstanbul'dan Saskia Sassen ve Richard Sennett geçti

Sassen’e göre yapılaşmayı nihayetinde öğrendik; çünkü doğaya ve çevremize saygılı olmamız gerektiğini, insan odaklı olmanın kaçınılmaz olduğunu acı deneyimlerle idrak ettik. Artık bunu nasıl uyguladığımız önemli

Doğal afetler için tasarım

Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?