16 Aralık 2018

Fosforlu sarı: Bir protestonun görsel kimliği

Sarı yeleklerin atası fosforlu kıyafetler nasıl doğdu, işte hikâyesi...

Pantone firması her yıl olduğu gibi bu yıl da gelecek yılın “trend” rengini açıkladı: “Canlı Mercan “(Living Coral). Gel gör ki tam da aynı günlerde Avrupa sokakları fosforlu sarıya boyanmıştı!..

Petrol fiyatlarını protesto etmek için sokaklara çıkan Fransızlar, kanunen araçlarında taşımakla yükümlü oldukları sarı yeleklerini, sonraki haftalarda çığ gibi büyüyecek olan bir protestonun görsel kimliği haline getirdiler.

Bu yelek eğer sizde yoksa bile hemen sahip olabileceğiniz bir fiyata sahipti, kolayca her giysinin üzerine giyilebiliyordu ve güçlü bir ayırdedici özelliğe sahipti. Protestoya katılmak isteyen herkesin sessiz sedasız imzaladığı bir “kıyafet kodu” oluvermişti; resmi bir davete nasıl smokin giyiliyorsa, sokaktaki protestoya gitmek için de sarı yelek giymelisiniz artık! Böylece “haksızlığa uğrayan halk takımı”nda otomatikman yer alabilirsiniz!..

İronik bir biçimde bu giysi 1960’lardan bu yana “güvenlik” amacı ile giyilen teknik bir giysi. Protesto ortamının yıkıcı ve güvenliksiz ortamında büyük çelişki. Diğer yandan da bir cesaret göstergesi. Polisin şiddetli tavrına karşı, aradan sıvışıp yok olmanız imkansız; zira yeleğiniz zaten ortamda iyi görünmenizi sağlamak üzere tasarlanmış.

Peki nedir bu giysinin hikâyesi?

Bu yelek 60‘lı yıllardan itibaren başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da  güvenlik amaçlı giysi olarak kullanılıyor olsa da tarihi 1935’e dayanıyor ve yaratıcıları Amerikalı Switzer kardeşler. Kuşkusuz bugün hayatta olup da, Fransa’ da haftalardır süregiden eylemleri görselerdi, içlerini gururlu bir mutluluk kaplardı; ne var ki kardeşlerden ilki 1974 yılında, diğeri ise 1997 yılında arkalarında renkli bir hikâye bırakarak hayata veda etti.

Her şey babaları eczacı olan Bob ve Joe Switzer‘ın 1930’ların başında Kaliforniya’daki evlerinde yaptığı bir dizi deney ile başladı. Bob bir tıp öğrencisi iken çalıştığı yerde trajik bir kaza geçirdi ve gözlerinde meydana gelen hasarı tedavi etmek üzere aylarca evlerinin altında yer alan karanlık bir bodrum katında yaşamaya mahkûm oldu. İmdadına yetişen kardesi Joseph ise sahne sanatlarına meraklı bir sihirbazdı. Bob’ın günleri bu karanlık ortamda sıkıntı içinde geçerken onu eğlendirmenin yollarını arıyordu.

Joe zaman zaman kendi gösterileri için giysileri ve kostümleri karanlıkta parlatan mor ışık (black light) kullanıyordu.  Bu ışık aynı yıllarda, 2. Dünya Savaşı’nda istihbaratta kullanılmak üzere kimyager ve fizik mühendisi olan William H. Byler tarafından icat edilmiş; hemen ardından başta tiyatrolar ve kabareler olmak üzere eğlence  sektöründe kullanılmaya başlanmıştı. Sihirbazlığa meraklı Joe, gündüz ışığı altında da insan gözünün aynı bu şovlarda gördüğü gibi ayırdedebileceği bir boya yapmak istiyordu.

İkili Bob’un başına gelen bu kazadan sonra tedavi olduğu bu karanlık odada haftalarca deneme ve yanılmalarla uğraşıp durdular ve sonunda çok geçmeden dünyadaki ilk fosforlu pigmenti yaratarak bugün halen bu alanda lider bir şirket olan Day-Glo markasını yarattılar.

Bu pigmentlerden yapılmış bir boyayı ilk kez Joe’nun tamamen karanlık bir salonda sergilediği şovunda kullandılar. Bu şovda bir Balili dansçının üzeri bu boyalarla boyanmıştı ve karanlıkta sadece dansçının üzerindeki boyalı yerler salınıp duruyordu. Elbette Joe bu gösterisi ile büyük sükse yaptı ve ard arda ödüller aldı: Fikir kendi alanında bir ilkti.

Bu buluşun güvenlik amaçlı giysilere uzanan yolculuğunda, ilk kez kumaş üzerine uyarlanması da ilgi çekici. Fosforlu pigmentin üzerinde ilk kez denendiği giysi, Bob’un eşinin gelinliği!.. Bob, bir gün üzerinde deney yapmak için “nasılsa bir daha giyilmeyecek olan” gelinliği eşinden ödünç alıyor ve çamaşır odasını tümüyle fosforlu boyalarla kirlenmiş bir hale getirme pahasına bu gelinlik üzerinde başarıya kavuşuyor! Muhtemelen daha öncesinde farklı kumaşlarda denemiş ancak başarılı olamamıştı. En sonunda amacına ulaşıyor, gelinlik üzerinde boya tutuyor! ilk fosforlu renkli gelinlik de böylece tarihe geçiyor.

Bu ilgi çekici buluş hemen Amerikan savunma endüstrisini harekete geçiriyor ve Switzer kardeşlerin yükseliş hikâyeleri de icatlarının kullanım alanları genişledikçe ivme kazanıyor. Önceleri Amerikan ordusu askerlerin kıyafetlerinde kullanıyor floresan renkleri; böylece savaş anında kendi askerlerinin birbirini öldürme oranı azaltılıyor. Daha sonraları itfayeciler kullanmaya başlıyor. Bu tür kıyafetler yüksek görünürlük kapasitesi sebebi ile Hi-Vis (H-Visible) olarak anılmaya başlanıyor.

Avrupa’da ilk kez 1964’te Glaskow’daki tren raylarını inşa eden işçiler tarafından giyilen floresan giysiler; 1972 yılında yürürlüğe giren sağlık ve güvenlik yasasında bir standart halini alıyor. 1992‘den bu yana ise tehlike unsuru taşıyan hemen hemen her iş kolu için kullanımı yaygınlaşarak “iş ortamında kişisel güvenlik” anlaşmalarının en üst seviyedeki koruma standardı olarak hayatlarımızda yer alıyor.

Günümüzde trafik polislerinden çöpçülere kadar her tür çalışanın üzerinde görebileceğimiz bu giysiler, 2008’den bu yana Fransa’da araçlarda bulundurulması gereken zorunlu güvenlik ve ilk yardım eşyaları arasında bulunuyor; Ve bugün, bu yasal zorunluluk bir protestonun giysisi, daha geniş perspektiften bakıldığında “görsel kimliği” olarak tarihteki yerini almış gibi görünüyor.

Switzer kardeşlerin şirketi Day-Glo, bugün modadan mimarlığa, tüketici ürünlerinden plastiğe, yiyecek ve içeceklerden kozmetiğe, savunma sanayinden ambalaja, reklamcılıktan güvenliğe kadar inanılımaz geniş bir ağ üzerinde etkili bir lider konumunda. Firmanın kendi web sitesinde, fosforlu renkleri algılamamızın ardında yatan bilimsel açıklamaları içeren bir bölüm de yer alıyor.

Switzer kardeşlerin hikâyesini 2009 yılında  kitaplaştıran ise Chris Barton olmuş. Tamamen fosforlu renkler kullanılarak basılan ve çizgi roman formatındaki bu kitap 7-12 yaş arasındaki çocuklara  çeşitli deneyler öneren bir eğitim aracı olarak oluşturulmuş. Kitaba ulaşmak isterseniz linki burada.

Etkisi Fransa sınırlarını aşan bu görsel kimliğin yaygınlaşmasında öncü rol oynayan yeleğin, daha önce de belirttiğim “ulaşılabilirlik, kullanım kolaylığı” gibi unsurları, tasarım duayeni Dieter Rams’ın “İyi Tasarım Kriterleri” olarak tanımladığı 10 madde arasında yer alıyor. Rams’a göre

İyi tasarım yenilikçidir, kullanışlıdır, estetiktir, anlaşılırdır, kendi halindedir (mütevazıdır), dürüsttür, sürdürülebilir yani ulaşılabilirdir, çevresine yararlıdır, detayları iyi düşünülmüştür ve az / sade olandır.

Sarı yelek bunların hemen hepsini karşılar nitelikte bir nesne.

Gezi protestolarından sonra ortaya çıkan çeşitli materyalin bir sanat yerleştirmesi olarak İstanbul Bienal’inde yerini almasını hatırlarsak, önümüzdeki dönemin moda şovlarında sarı yeleğe bol bol gönderme yapılacağını ve gelecek yıl “canlı mercan” yerine “fosforlu sarı”nın hayatımıza daha hakim olacağını tahmin etmek pek de güç değil! Görünen o ki:

“The yellow vest will –also– triump -in design- !” (“Sarı yelek – tasarımda da- kazanacak!”

(Dip not: Ülkemizdeki bir markette, güvenlik yeleklerinin turuncu olanının fiyatı 9.90 TL iken sarı olanınkinin  fiyatı 16.90 TL  olmuş bile!)

Yazarın Diğer Yazıları

Kavuşturan tasarım

Taksim Meydanı yarışması için gerçekleştirilen ve İBB TV’den de canlı olarak yayımlanan buluşma toplantısı kolektif tasarım adına atılabilecek en önemli ve gerçek adımlardan biriydi

İstanbul'dan Saskia Sassen ve Richard Sennett geçti

Sassen’e göre yapılaşmayı nihayetinde öğrendik; çünkü doğaya ve çevremize saygılı olmamız gerektiğini, insan odaklı olmanın kaçınılmaz olduğunu acı deneyimlerle idrak ettik. Artık bunu nasıl uyguladığımız önemli

Doğal afetler için tasarım

Telefonların çalışmadığı, internetin kesildiği, evimizin olmadığı, arabamıza atlayıp bir yere gidemediğimiz bir ortamda ne yapacağımıza dair bir fikrimiz var mı?