02 Haziran 2013

Alkol, cinsellik ve yasakçılığın psikolojisi

14. Yüzyılda geçen tarihsel romandaki gülme eylemini kaldırıp, yerine, günümüz Türkiye’sinde cinsellik ve alkolü koyarsak herhalde çok da yanlış yapmış olmayız…

Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ romanının ana teması, Aristo’nun kayıp bir kitabının etrafında dönen cinayet ve entrikalardır. Aristo’nun komedi ile ilgili  bu kitabında gülme eyleminin dindışı ve günah sayılmamış olması, ortaçağ manastırındaki yönetici konumundaki bazı keşişlerin tahammül edebileceği bir şey değildir,  kitabın ortaya çıkmaması için her yol makbuldür, entrika, zehirli sayfaları olan kitaplar ve seri cinayet de buna dahildir…

Eco, kitapta, bir keşişin ağzından, Aristonun bu kitabının  ortaya çıkmaması için neden  her şeyin göze alındığını anlatır, ‘Eğer insanlar gülerlerse, iradeleri gevşer, içlerindeki tanrı korkusu azalır ve dindışı olana meylederler, öyleyse, gülmek, her türlü din dışılığa giden yolun başlangıcıdır ve günah olarak kalması gerekmektedir’.

 14. Yüzyılda geçen tarihsel romandaki gülme eylemini kaldırıp, yerine,  günümüz Türkiye’sinde cinsellik ve alkolü koyarsak herhalde çok da yanlış yapmış olmayız… Evet, alkol alanlar ve sevgilisiyle öpüşenler,  ortaçağdaki gibi seri cinayetlere maruz kalmıyorlar, işkencelerden geçirilmiyorlar ancak sistematik olarak, dışlanma, hor görülme , tahammül edilmeme  ve iktidar gücünün yetebildiği her alanda da devlet otoritesi üzerinden ciddi kısıtlamalarla karşılaşıyorlar. Aslında burada belki öpüşme ve alkol kullanma diyerek alanı daraltmamak da gerekiyor,  toplumun çoğunluğunun muhafazakar  dindar ahlak kalıplarının dışındaki her türlü davranış dersek daha doğru bir tanımlama olabilir.

 Alkol yasağının halen daha devlet tarafından, dinsel nedenlerle sürdürüldüğü ‘şeriat’ ile yönetilen ülkelerde ise ilginç bir durum var, alkol üzerinde çok ciddi baskı ve yasaklama olmasına karşın, özellikle İran ve Afganistan dünyada eroin üretiminin ve dünyaya yayılımının merkezi konumunda ve halk arasında eroin kullanımı ya da  ‘İran sakızı’ denen bir forma getirilip çiğnenerek tüketilmesi  neredeyse toplumsal bir kabul görmüş durumda.  Ülkemizde, madde bağımlılığı ile ilgilenen psikiyatristlere, özellikle yaz aylarında İran ve Afganistan’dan eroin bağımlılığı tedavisi için gelenlerin sayısı hiç de az değil. Görünen o ki bu gibi yerlerde alkol olmasa bile onun yerini tutacak keyif verici maddeler yaygınlaşıyor yani insanın keyif verici maddelere olan dayanılmaz arzusu sadece yön değiştiriyor ama önüne geçilemiyor.

Alkol içilmesinin önüne yasaklamayla geçilemeyeceğini anlamış olan ülkelerde yüksek vergilerle ve bazen 18, bazen 21 yaşındakilerin altına içki satışı yapılmayarak alkol bağımlılığı ile ilişkili olarak ortaya çıkan sorunların önüne geçilmeye çalışılıyor. Bu konuda oldukça liberal olan Fransa ve Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerinde ( Almanya’da ebeveyninin yanında bulunan 14 yaşındaki bir ergenin şarap veya bira içebilmesi serbest, 16 yaşındakilere ise bira ve şarap servisi yalnız başlarınayken de yapılabiliyor),  içki satın alma yaşının 18’den 21’e çıkartılması ciddi şekilde tartışılıyor.  

 Alkol kullanımına belirli bir kontrol getirilmesi üzerinde dünyada hemen her ülkede  anlaşılabilir bir uzlaşı var, alkollü şoförlerin yol açtığı kazalardan dolayı kimse canını kaybetmek istemiyor doğal olarak. Ancak Yeşilay kafasıyla ‘içki bütün kötülüklerin anasıdır’ ya da ‘içeceksen evinde iç’( teşekkürler !)  diyerek işin içinden çıkılamadığını tarihteki tüm deneyimler gösteriyor.

 Yüksek vergi oranları ve barlarda küçük yaştakilere alkol satışı üzerindeki sıkı denetim,  alkol ile başı belada olan bu ülkelerde alkol kullanımını ( bu ülkelerde alkol  tüketimi  Türkiye'nin yaklaşık 7-10 katı) kontrol altına almakta kısmen başarılı olsa da ilginç olan bir bulgu da şu: Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, Hollanda, Norveç gibi ülkelerde gençler arasında alkol tüketiminin sabit olarak seyretmesine veya ciddi  artışlar olmamasına  karşın, esrar ve amfetamin (ekstazi) gibi maddelerin kullanımının giderek artıyor olması. Aynen fizikteki kapalı kaplar kanunu gibi,  bir taraftan bastırırsanız sanki diğer taraftan yükselen bir eğilimin olduğu gözleniyor.

Ülkemizde de buna benzer bir durumun giderek yükselmekte olduğuna, bağımlılık alanında çalışan profesyoneller sıklıkla  şahit oluyorlar. Alkol fiyatının oldukça yükselmiş olması gençleri daha ucuza ‘kafa’  bulabilecekleri esrar ve amfetamin (ex) gibi maddelere yönlendiriyor, alkol ile sarhoş olabilmek için  harcayacağı paranın neredeyse beşte birine  amaca (güzel kafaya) ulaşılabiliyor. (Sokaktaki madde piyasasında bir şişe iyi şarap fiyatına 10 gram esrar bulmak mümkün, bu miktarda ortalama bir kullanıcıya en az bir hafta yeterli olur).

Birçok kişi , sağlıkları konusunda duyarlılıklarından, tadını sevemediklerinden,  çocukluk ve ilk gençlik yıllarında alkol ile ilgi kötü bir deneyim yaşamış olduklarından veya dini inanışları gereği hiç alkol kullanmayabiliyorlar. Alkol bağımlılığı düzeyine gelmiş birçok insan da tedavi görüp alkolü bıraktıktan sonra belirli bir mücadele vererek bir daha hiç alkol kullanmamayı başarabiliyorlar. Yani alkol aslında bir mecburiyet değil, iradeye bağlı olarak bunu azaltmak, hiç kullanmamak mümkün olabiliyor, ancak kesin olan bir şey varsa, insanın alkole olan sevgisi baskı ve yasak dinlemiyor, bu türden çabalar ya ters tepiyor, ya da keyif verici maddelere olan eğilimin yön değiştirmesiyle, hatta illegal maddelerin yaygınlaşmasıyla sonuçlanıyor.

Bağımlılık bir hastalık, insanın biyolojik olarak doğuştan  bağımlılığa programlı olması nedeniyle ve  üzerine eklenen bazı psikolojik tetikleyicilerle ortaya çıkıyor,  ama muhafazakarlarin, tüm dünyada alkol ve cinsellik (bazen şekil değiştirip kürtaj)  ile  olan mücadelesi, örneğin prostat kanserinin erken tanısı için 50 yaştan sonra muayene olun- gibi , bir hastalık ile ilgili  basit bir önleme çabasından öte anlam taşıyor....

Semavi dinler,  insanın iradesini güçlendirmesi  gerektiği ve  hayatın aslında öte dünyada olduğu  bu nedenle bu dünyanın bir sınav yeri olduğu kavramından  hareket ederler. Bu tartışmaya açık bir durum değildir ve tanrısal olan budur. İradeyi gevşeten ve insanı öte dünya korkusundan uzaklaştıran şeyler ise –Eco’nun romanında gülmek, bizim toplumuzda aşkla  kendinden geçercesine birine bağlanmak veya alkol almak- hoş karşılanmaz, toplumun gözü dışına itilir ve horlanır… Bu noktada muhafazakar düşünce yapısının psikolojik anlamda  ‘projeksiyon’ yani yansıtma mekanizmasını sıklıkla kullandığını  söyleyebiliriz. Projeksiyon, kişinin aslında kendi içinde hissettiği ve ruhsal olarak içsel  huzursuzluk yaratan bir durumu, başkası üzerinde gözleyerek , olumsuzlukları başkasına atfederek bir anlamda bu psikolojik yükten kurtulması anlamına gelir. Günahkar olma veya günaha çekilme korkusu yaşayan birisinin, bunları korkusuzca yaşayan bir kişiye öfkelenip ahlaksızlıkla suçlaması, içindeki korkuları azaltmasına yardımcı olur. Tatil dönüşü işçilerini tembellikle suçlayan patron veya çapkın olduğu halde eşine karşı aşırı kıskanç olan eş de aynı  mekanizmayı kullanmaktadır.

Entellektüalizasyon ve rasyonalizasyon yani mantıksallaştırma da sıklıkla kullanılan ego savunma düzenekleridir. Kanaatimce baskıcı muhafazakarlık, bu iki mekanizmayı da sıklıkla kullanıyor. Karısını en kalın perdelerin ve kıyafetlerin ardına koyup, işyerinde en frapan sekreteri yanına alan, bunu da iş hayatının gereği olarak izah eden muhafazakar işadamı, rasyonalizasyonun en tipik örneğidir…  Alkolle ilgili kısıtlamalar koyarken de, bunu dini saiklerle yaptıklarını zihinlerinde yadsıyıp, alkolün sağlık üzerinde yarattığı negatif etkilerden, trafik kazalarından, alkollü kişilerin eve geç gelip eşlerine şiddet uygulamasından bahsediyorlar. Aslında tüm bu bahsedilenler zaten suç, trafikte alkollü araba kullanmaya ceza verilmesine veya eşine şiddet uygulayanlara yaptırım uygulanmasına kimsenin karşı olduğu yok, ama erişkin kişilerin sağlıkla ilgili risklerine aktif önleme ile yaklaşacaksak,  günde üçüncü çikolatasını yiyerek kilo alan plaza kadınlarının başına polis koymaya kadar gidecek miyiz?

Baskıcı ve otoriter bir tavırla, alkol kullanılmasından, gençlerin sarmaş dolaş gezmesinden rahatsız olduklarını ifade edemedikleri için de bunlara rasyonel bir kalıp bulmak gerekiyor, Anayasa’da gençlerin korunması ile ilgili hüküm de buna çok iyi bir rasyonalizasyon imkanı sağlıyor sağlamasına ama , kanunen  Cumhuriyet i koruyup kollama görevi verilen ordunun eskiden 10 senede bir darbe yapması gibi, nereye çekersen oraya uyacak bir madde zaten bu madde…

Cinsellik , insanın içinde fırtınalar koparan, kimseye ifade edemediği fantazileri içeren, karmaşık ve  bireye özgü,  bir o kadar da zevkli ve eğlenceli bir fizyolojik-duygusal olay. Alkol bastırılmış duyguların en birincisi olan cinselliğin biraz yüzeye çıkmasına neden olması ve  rahat konuşmak ve rahat iletişim kurmak konusunda yarattığı  kolaylık nedeniyle, cinsellik ile yakından ilişkili… Dolayısıyla iradenin baskısının azalması ve insanın  kendi bastırdığı duyguları yaşayabilmesine olanak tanımaları nedeniyle muhafazakar dindarlığın hedef nesneleri olmalarında şaşırtıcı bir şey yok…  İnsani olanı , dini gerekçelerle bastıran kişi, hayatının her anında bu iradeyi devam ettirmeli,  çünkü iradesi zayıfladığı anda hayatın akışı, günaha çağıracak, günahın hafif bir şey olduğunu düşündüren, serbest ve umarsız yaşayan kişilerin de ahlaksız, gafil, sarhoş , müptezel olduğu varsayılmalı ki (projeksiyon!), günaha cezbolan içsel dürtüler daha başında durdurulabilsin… Bunların hepsi bir noktaya kadar anlaşılabilir ve kişinin iç tutarlılığını devam ettirebilmesi adına gerekli dahi olabilir , Ancak,  yasaklama ve kısıtlama yerine,   diyet yapan insanlarda gördüğümüz bir psikolojiyle, başkaları yemek yerken, aslında  az yediği  ve kilosuna dikkat ettiği için  mutlu olan insan gibi, günahkarları kendi hallerine bırakıp, uzaktan gözlemleyerek, , sadece  kendi inaçlarıyla mutlu olabilme noktasına gelebilseler,  toplum da huzur bulacak..

Yazarın Diğer Yazıları

Post-Partum depresyon ne yapar, ne yapamaz?

Post partum depresyon ise, geçmişinde depresyon geçirmiş olan veya depresyona genetik olarak meyilli kadınlarda ortaya çıkan ağır bir hastalıktır

Hazzın doruklarından ölümün soğukluğuna: Eroin

Eroin bağımlısı, cenneti görmüş ama orada kalamamış ve bu dünyayı mecburen bir süre daha çekmek zorunda kalmış bir insan gibi hisseder

Narsisistik ruhlar paranoid dünyalar kurar

Narsisizm, insan ruhunun olmazsa olmaz, fazla olursa da tadından yenmez bir parçası… Kendini sevmeyen, şeklini, şemalını, hayattaki yerini, duruşunu ve üretimlerini beğenmeyen birisinin, mutlu bir hayat sürmesi düşünülemez.

"
"