03 Eylül 2012

Dağ başında plastik bir masa

Dağ başında plastik bir masa. Beyaz bir örtüyle kapanmış masanın üzerinde bir MacBook, bir cep telefonu, bir –muhtemel- İngiliz porseleninden fincan duruyor...

 

Dağ başında plastik bir masa. Beyaz bir örtüyle kapanmış masanın üzerinde bir MacBook, bir cep telefonu, bir –muhtemel- İngiliz porseleninden fincan duruyor. Masanın üzerinde bir vazoda beyaz papatyalar; masanın solundaki vazo turuncu. Turuncu vazonun içinde de beyaz çiçekler var.

Görüntü, bir ürün tanıtım filmi gibi, tek eksik ortada bir reklamın olmaması ya da bir reklamın görünür halde olmaması.

Gazetenin genel yayın yönetmeni, üzerinde GAP yazan bir t-shirt ile tek başına olduğunu varsayarak Şemdinli sokaklarında dolaşıyor. “Burada çatışma yok, hani nerede?” sorusu cebinde, yalnız olduğu ve güvende olduğu temasıyla dolaştığı fotoğrafları siteye koyuyor. Ardından gazetenin eski genel yayın yönetmeni ona sahip çıkıyor; o tepede cep telefonlarının nasıl güzel çektiğinden dem vuruyor – elbette markaların adını teker teker saymayı es geçmeden.

Anlamalıyız diyor, Özkök, herhalde tek katıldığım vurgusu bu. Ama neyi?

Bu tabloyu görünce akla Baudrillard’ın gelmemesi ne mümkün. Tüm dünyamızın yapay anlamlarla çevrildiğini söyleyen Baudrillard, gerçekliğin yeniden yapılandırıldığını ve farklı bir paketle bize yeniden sunulduğunu anlatır… “Gerçek bile içine artık yarı yarıya hile katılmış bir şeye benzemektedir.” der mesela.  

 

Haberin yeniden üretimi

 

Gazeteciliğin magazinsel anlamıyla yeniden hayat bulduğu günümüz dünyasında, habere ulaşmak, gerçek haberin ne olduğunu dile getirmek bir hayal. Oysa bundan iki hafta önce Vatan’da Kemal Göktaş imzasıyla yer alan haberde, PKK’nın “alan hakimiyeti”ni ele geçirmekte olduğunun altı çizilmiş, “Şemdinli'de, PKK'nın küçük gruplar halinde çatışması ve "vur-kaç" taktiğini uyguladığı pusulardan sonra sınır dışına çıkmayarak çatışma bölgesinin içinde yer değiştirmesi, çatışmanın klasik "mevzi savaşı" olarak da değerlendirilmeyeceğini gösteriyor.” denilmişti.

Bu yazıda, iki haftada ne değiştiği yazılmayacak. Bu köşeyi yazan kişi de, kamu için yayın yaptığını iddia eden gazeteleri takip eden bir kişi. Elinde ele avuca sığacak bir haber akışı yok. Akan haberin içinde bir bilgisayar, bir fincan kahve, çatışmanın olmadığına dair bir tanıtım görüntüsü mevcut.

“Gerçeğin bir alegoriye dönüştüğü, teknik açıdan kusursuzluk düzeyine ulaşmış bir dünyada, artık tam bir demokrasiden söz edilebilir.” diyor Baudrillard. Cep telefonu çekiyor, haber akıyor, çekimler güzel… Peki ya demokrasi nerede?

Gerçeğin yeniden ve yeniden, değişen ve hâkim olan güç odaklarınca üretildiğini aklımızda tutarak, haberin aslına, kimin neyi, neden, nerede ve ne zaman yaptığı sorularına geri dönelim.

Bu klasik haberciliğe girer, artık bunlar okuyucunun ilgisini çekmiyor, diyorsunuz ya…

Anlayalım birbirimizi, diyorsunuz ya.

Biz birbirimizi anlıyoruz da, siz neden hala haberin aslını anlatmaktan kaçıyorsunuz?  

Bu medya eleştirisine Baudrillard’ın şu sözleriyle son verelim; önce bilginin ardından düşüncenin çıkması gerektiğinden hareketle: “Düşünce, geleceğe yönelik bir gerçeklik üretmek ya da geleceğe yönelik bir gerçeklik tarafından üretilmekten kaçınmalıdır. Aksi takdirde gerçekliğe egemen bir sistemin tuzağına düşmekten kaçamaz.”

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyet’ten um:ag’a

Vakıf kurulduğunda ilk amaç, babamın gazetecilik anlayışını gelecek nesillere yaymak için bir eğitim modeli geliştirmekti.

Uğur Mumcu’nun ardından; dün ve bugün...

Her ırkçı ve şoven duygu, bir başka şoven ve ırkçı düşüncenin düşman kardeşidir

Çünkü yanan bilir

Ülkenin yeniden kendi eski dosyalarını açıp kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Bastırılan her olay, misliyle günümüze geri geliyor.

"
"