Belirli cinayet ritüelleri vardır. Önce hedef belirlenir. Hedef yakın takibe alınır. Saat kaçta evden çıkar, yakın dostları kimler, kiminle öğle yemeği yer, işten kaçta çıkar, arabasının plakası nedir… Özel hobileri nelerdir, nerelerde yalnız yakalabilir… Detaylı bir çalışma gerektiren zorlu bir iştir. Hedefi belirleyen, planı yürürlüğe koyan, izleme gibi ayak işleri yapan bir takımdır.
Ana resmi oluşturan bir yapbozun küçük parçalarıdır bu insanlar. Biri gün içindeki rutinlerin çizelgesini çıkarır, telefonu dinleyen özel planlarını öğrenir, evi izleyen sabah evden kaçta çıktığının bir ortalamasını çıkarır, iş yerini izleyen bir diğerine haber verir, son halka tetiği çeker...
Aydınları kadar suikastçılarıyla ünlü memlekette kaç aydına bir katil düşer?
Bu akşam, Yasin Hayal ve Erhan Tuncel 'silahlı terör örgütüne üye olmak' suçundan beraat etmesinin ardından, bunu düşündüm.
Kaç aydına bir örgüt düşer peki? Şöyle soralım, bir aydını öldürmeye kaç örgüt üyesi düşer*
Mahkemenin kararına bakılırsa, bu sorunun yanıtını yetkili makamlar tarafından duyamayacağız uzunca bir süre.
Yarın 19 Ocak. Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden beş yıl geçti. Uzun zamanlara bölünen davalar… Tarafgir hakimler… Dalga geçen bir hukuk sistemi… Bir parodi gibi süren mahkemeler…
Mahkeme önü buluşmaları…“Bu dava böyle bitmez” plaketleri… “Katil devlet hesap verecek” sloganları…
O kadar alıştık ki gerçeğin acımasızlığına…
Toplumun olayların çözüleceğine dair inancı kalmadı…
Çünkü karanlık bir güç var, meclis “büyüklerinin” bile dile getirdiği…
Ve bir de karanlık bir güç mitosunun arkasına sığınan devlet büyükleri var…
Karanlık gücü yıkıyoruz diye toplumda büyük bir PR çalışması yürüten devlet büyükleri…Kendi kurdukları başka bir karanlık güçle “tutuksuz yargıladıkları” gazeteciler, öğrenciler… Bizim dönemimizde “faili meçhul yok” diyebilmeleri…
Ve bir karanlık güç, ne kadar kudretlidir ki, haklı bir adalet sorgulamasının da önüne geçebilir?
Bu karanlık güç bizden hala neyi saklıyor?
Sabahattin Ali için 1948 yılında bir plan yapıldı. Bir emir, iki dudağın arasından çıktı. Bir adam onu sınırdan geçirmeye söz verdi. Yazar ise öldürüldü. Bu emir kimin aklından çıkmıştı?
Filmi ileri saralım, 19 Ocak 2007… Bir emir acımasızca iki dudağın arasından çıktı. Biri sustu, biri inkâr etti, biri görevden aldı, biri telefon kayıtlarını sildi, bir diğeri silahından çıkan barutu temizledi. Biri bunların hepsini onayladı.
Bu emir kimin aklından çıktı?
Sanki Hrant Dink o kaldırımda sırtından vurulup, kaldırıma düşüvermemişti. Bizler bu cinayeti de gördük.
19 Ocak günü, Agos’un önünde belki binlerce insan bu adaletsizliğin hesabını soracak…
Ve “bu dava böyle bitmez”.
Çünkü yarınlara hala bir sözümüz var.
ÖZGÜRLÜK SIRTINDAN VURULMUŞ - VİDEO