31 Temmuz 2022

Zor bir meslek neden daha da zorlaştırılır?

Hekimlerden çok şey isteyip hiçbir şey vermeyince hem mesleğe olan ilgi azalıyor, hem de yetişmiş ve yetişmekte olan hekimlerimiz yurt dışına kaçmak için sıraya giriyor

Hekimlerin çektikleri çileler Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına kadar uzanır. O dönemin hekimleri karda çamurda, dağ tepe dolaşarak, yokluk içinde ülkedeki sıtma, trahom, verem gibi birçok bulaşıcı hastalığı yok etmeyi başarmışlar. Bunlar zaten bu mesleğin getirdiği zorluklar denilebilir. Ancak, bu tür zorluklara göğüs geren hekimler, nedense, hep toplumun ilgisini/tepkisini çekmiş ve bu durum olduğu gibi devam da ediyor. Hekimler ödüllendirilmedikleri gibi ceza denilebilecek uygulamalarla karşı karşıya kaldılar hep. Kendi yaşamımdan örnekler bile durumu açıklayacaktır.

1981 yılında genel cerrahi eğitimimin dördüncü yılı bitmişken aniden hekimler için bir zorunlu hizmet yasası çıkıverdi. Çok da sürpriz oldu denilemez, zira başta darbeyi yapan Kenan Evren olmak üzere askeri yönetimin hekimlerle ilgili düşünceleri hiç de olumlu sayılmazdı. Hekimler için "Bayrağın ucundan tutun diyoruz, kaç para vereceksiniz diye soruyorlar" diyen Evren, hekimleri bulundukları yerde tutmak için "ağaca bağlayın" önerisini de getirmişti. 

O dönemde Hacettepe Genel Cerrahi Bölümü Türkiye'de genel cerrahi uzmanlığını beş yılda veren tek bölümdü. Tıp eğitimi veren diğer kurumların hepsi genel cerrahi eğitimini dört yılda tamamlayarak uzman yetiştiriyordu. Bu bir yıllık uzama bana mecburi hizmet yükümlülüğünü getirdi. Bu benim şanssızlığım olabilir ama başka meslekler için uygulanmayan bir yükümlülük tüm hekimlerin üzerine yıkılmış oldu.

Yasanın çıktığı gün o dönemde tek televizyon kanalı olan TRT Hacettepe'nin bahçesinde görüşler almaktaydı ve hekimlerin hepsi bunun haksızlık olduğunu, diğer meslekler için olmayan bir uygulamanın adil olmadığını anlatmaya çalışırken, genç bir son sınıf öğrencisi bu kutsal meslek için vatanın her köşesinin aynı olduğunu, bu hizmeti severek yapacağını belirten bir röportaj vermiş. Tüm Türkiye'de izlenen akşam haberlerinde sadece bu görüşe yer verildi ve Türkiye hekimlerin mecburi hizmete çok sevindiklerini gördü.

1982 yılında mecburi hizmet kuraları Ankara'da Sıhhiye'de, Sağlık Bakanlığı binasında, doğrudan torbaya el daldırılarak yapılıyordu. Elimi torbaya daldırdım ve Antalya SSK Hastanesi çıkıverdi. O zaman Antalya şimdiki gibi bir turizm cenneti olmamıştı ama hep gözde bir yerdi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da gidilmesi muhtemel yerlerle karşılaştırıldığında ise bir cennetten farksızdı. Mecburi hizmetini nerede yaptın diye soranlara "Antalya" dediğimde "Nereden torpil buldun?" anlamına gelecek yüz ifadeleri karşısında "İnanın torbadan çektim" açıklamasının her zaman inandırıcı olmadığı kanısı bende hep kaldı.

Benzer bir mağduriyet de askerlik görevi için oldu. O dönemde henüz bedelli askerlik icat olunmamıştı ve biriken üniversite mezunu yedek subay adaylarını eritmek için "kısa dönem askerlik" adı altında bir uygulama ile askerlik görevinin dört ayda tamamlanabilmesi sağlanıyordu ve elbette herhangi bir ücret de ödenmiyordu. Ben tıp fakültesini bitirdikten sonra bu uygulama iki kez yapıldı ve her ikisinde de "doktorlar hariç" denildi. Ordudaki doktor ihtiyacı öne sürülerek mühendis, öğretmen, hukukçu, sosyal bilimci gibi diğer üniversite mezunlarının çoğu yaz tatillerinde askerlik görevlerini tamamlarken biz doktorların 16 aylık askerlik görevi hiç değişmedi. Askerliğimin son iki ayında "teğmen" rütbesine yükselerek omuzumda bir yıldızım bile oldu. Artık asteğmenler bana selam verir olmuştu.

Peki şu "tam gün" dayatmasına ne demeli? Ocak 2010'da "Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına" dair yasa Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. TTB'nin itirazları üzerine Anayasa Mahkemesi'ne giden yasanın bazı maddeleri iptal edildi. Mahkeme'nin gerekçesinde "Başta üniversitede görevli öğretim üyeleri olmak üzere, kamuda çalışan tabip, diş tabibi ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanların mesai saatleri sonrası mesleklerini serbest olarak icra etmelerinin kısıtlanamayacağı" cümlesi yer alıyor. Özetle, hekimler kamuda sekiz saatlik mesaileri sonrası özel olarak çalışabilirler deniyordu ama dinleyen kim!

Hukuk savaşı o tarihten sonra hep devam etti ama sonuçta şimdiki mevzuat üniversite ve sağlık bakanlığı hastanelerinde çalışan hekimlerin özel sektörde çalışmasını engelliyor. Hekimler dışındaki öğretim üyeleri ve kamu çalışanları çeşitli şirketler aracılığı ile görünmez olarak özel sektörde işlerini yürütebiliyorlar. Ancak, hekimlik bire bir ilişkiyi gerektirdiğinden işler başka bir boyut kazanıyor.

Bu liste uzadıkça uzar gider. Hekimler hatalı tıbbi uygulamalar için cezalandırılıyorlar. Hatalı bir karar ile bir insanı yıllarca hapiste tutan bir hakim için ise böyle bir uygulama yok.

Hekimlerden çok şey isteyip hiçbir şey vermeyince hem mesleğe olan ilgi azalıyor, hem de yetişmiş ve yetişmekte olan hekimlerimiz yurt dışına kaçmak için sıraya giriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Düzensiz ortam, verimsiz sonuç

Araştırmalar, yeterli dinlenemeyen kişilerin fiziki ve mental çöküntü yaşadıklarını, konsantrasyon eksikliği ile karar vermekte zorlandıklarını ve hata oranlarının yükseldiğini gösteriyor

Medikal estetik furyası

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte tıpta "medikal estetik" adı altında yeni bir dal oluştu. Türkiye'de kısa bir kurs sonrası alınan sertifika ile medikal estetik uzmanı olunabiliyor. Geniş ve verimli bir pazar olduğundan da ehliyetsiz veya yetersiz birçok kişi tarafından da uygulanmaya çalışılıyor

Tıp umulmadık yerlere yöneliyor

Bir gün yapay zekâ ve robotlar hekimlerin yerini alır mı?