Bir hastanın yaklaşmakta olan son günlerinde hekim davranışı nasıl olmalıdır? Artık yaşamak istemiyorum diyen bir hastayı duymazdan mı gelsin? Bilinci kapalı bir hastanın yakınlarının isteklerine mi uysun?
Hepimiz biliyoruz ki hekimin görevi yaşatmaktır. Yukarıdaki sorulara en kestirme yanıt, eldeki imkanların tümü son ana kadar kullanılmalıdır olur. Türkiye Cumhuriyeti yasaları da aynen bunu söyler. Ötanazi yasaktır cümlesi de çok net bir şekilde yasalarda yazar. Bazı ülkelerde yasal hale gelmiş olan ötanaziyi tartışmayalım ama başka seçenekler var mı ona bakalım.
Tıbbi etik kuralları her bireye yaşam hakkı yanında onurlu bir ölüm hakkı da tanır. Bu durumda birinci koşul eldeki en uygun tıbbi tedavinin uygulanma zorunluluğudur. Ağrı, acı ve gereksiz travmaların engellendiği, hastanın kendini huzurlu hissedeceği bir ortam sağlanmalıdır. Sevdikleri ile birlikte olmak da bu anlayışın bir parçası.
Ötanaziye alternatif olarak ortaya çıkan bir kavram “hekim yardımıyla intihar”. Yaşamına son vermek isteyen bir hastaya en uygun yöntemin sağlanması anlamına geliyor. Uyku ilacının öldürücü olması için ne kadar alınması gerektiğinden tutun da serumun içine öldürücü dozda ilaç konulmuş bir sistemin hazırlanmasına kadar geniş bir yelpazeden söz edebiliriz. Ötanaziden farkı son hamlenin hekim tarafından değil de hastanın kendisi tarafından yapılıyor olması.
Bu, ağrılar içinde son günlerini yaşamakta olan bir hasta için bir seçenek olabilir mi? Öncelikle ülkemizde yasal olarak bunun mümkün olmadığını da belirteyim. Bu kavramın birçok etik tartışmaya yol açtığı ortada. Kötü amaçlarla kullanılabilir mi? Niye olmasın? “En uygun hasta nasıl seçilecek?” sorusunun da net bir cevabı yok. Hayattan her bıkana uygulanamayacağı da açık: Uygulamaya koyan çok az olsa da birçok insan olumsuz durumlarda “ölsem de kurtulsam” fikrini kafasında evirip çevirmiştir.
Hastanın hekim yardımı ile intihar kararı almasında dış belirleyici faktörlerin etkili olmadığından emin olunması önemli bir kriter. Hastalığın dönem koşullarına bağlı depresyon etkisi ile böyle bir talebin olmadığından da emin olmak gerekiyor.
Bu tür kararlar uygulamanın yasal olduğu ülkelerde oluşturulmuş hastane etik kurulları tarafından hasta ve hasta yakınları ile görüşüldükten sonra veriliyor.
Bir diğer tartışılan durum da kalbi durmuş olan bir hastada desteğin ne kadar sürdürülmesi gerektiğini içeren kararlar. Vücudunun her tarafını sarmış bir kanseri olan hastada kalp durduğunda ne yapmalı?
Canlandırma yapmayın kararı da tartışılan bir durum. Gerekli tıbbi tedavinin sonuna kadar yapılması gerektiği bu durumda da kabul ediliyor. Ancak, kalp durduğunda kalp masajı, defibrilatör, kalp-akciğeri destekleyecek makinalar ile devam edilip edilmeyeceği kararını kim verecek?
ABD başta olmak üzere birçok ülkede bu kararı riskli bir ameliyata girerken hasta da verebiliyor. Aynı şekilde yoğun bakım hekimi de bu kararı verebilir. Bilinci kapanmış bir hastada etik kurulların da devreye girmesiyle hasta yakınlarına da böyle bir karar hakkı tanınabiliyor. Tekrarlamakta yarar var, bu uygulama da Türkiye’de yapıl(a)mıyor.
Yasalar Türkiye’de hastaya ve hekime seçme şansı vermiyor, son ana kadar ne gerekiyorsa yapılmasını emrediyor. Kalp durduktan sonra yapılan canlandırmalarda başarı oranı onda bir civarında. Özetle, on hastadan dokuzu her türlü girişime rağmen hayatını kaybediyor.
Unutmayalım ki bu hastalar zaten ağır kronik hastalığı olanlar. Bu girişimlerin maliyetini ise kimse tartışmıyor bile.
Ülkemiz ortamında bu tür etik tartışmalara hiç zaman kalmıyor. Sağlık sistemimizdeki sorunlar zaten saymakla bitmez. Şimdi de son olarak giden hekimlerin yerini doldurmak üzere yüzlerce uzmanlık öğrencisi kadrosu açıldı. Bu hekimler nasıl eğitilecek, uzman olduklarında yeterli olabilecekler mi sorusu sağlık bakanlığı tarafından belli ki sorulmuyor. Sorunlar bu boyutta olunca da etik tartışmalar anlamsız kalabiliyor.