"Hanna ve Kız Kardeşleri" filminde Woody Allen bir hipokondriyakı oynamaktadır. Kulak çınlamaları nedeniyle kendisinde beyin tümörü olduğundan da emindir. Doktorunu zorlayarak bir beyin tomografisi çekilmesini sağlar. İşlemden önce tomografi çekiminin bir zararı olup olmadığını sorduğunda işlem sırasında verilecek ilaçın alerjik reaksiyonlar yapabileceği, çok ender olarak da beyin hasarına yol açabileceği söylenir kendisine. Woody Allen'ın reaksiyonu, beynini kastederek, "Aman tanrım o benim ikinci önemli organım" olur. Oyuncunun en önemli birinci organı olarak hangisini düşündüğü net değil ama bence karaciğerinden söz ediyor olabilir.
Son günlerde tekrar gündem olan kaçak içkiye bağlı ölümlerde ana neden metil alkole bağlı karaciğer yetmezliği. Karaciğer çok sözü edilmeyen ama vücudun fabrikası olarak niteleyebileceğimiz bir organ. Önemi mitolojide bile göze çarpıyor.
Prometeus, Tanrı Zeus'un tekelinde bulunan ateşi çalarak insanlara verir. Ateş bir güç göstergesidir. Egemenliğini ateşin gücüyle sürdüren Zeus gazaba gelerek Prometeus'u Kafkaslar'ın en yüksek zirvesine zincirler ve bir kartal gönderir, kartal gün boyu Prometeus'un karaciğerini yer. Kartal'ın gündüz yediği bölüm gece yeniden büyür. Zeus böylece intikam duygusuyla düzenlediği işkenceyi ve Prometeus'un çektiği acıyı sonsuza dek sürdürebilecektir.
Bu öyküde ilginç olan kartalın başka bir organı değil de karaciğeri yemesidir. Zira karaciğer kendini yenileyebilen ender organlardan biridir. Ameliyatlarda sağlıklı bir karaciğer yüzde 60-70'i alındığında bile kısa sürede eski boyutuna ulaşabilmektedir. Bu özelliği sayesinde de canlıdan karaciğer nakli gerçekleşebiliyor.
Karaciğer ne iş yapar sorusuna cevap vermek zor. Ancak şunu biliyoruz ki karın organlarının ve bağırsak sisteminin tüm kanı karaciğere uğrayıp bir işlemden geçiyor. Ağızdan aldığımız her gıda bağırsaklarda emildikten sonra "portal ven" ismi verilen damar ile karaciğere taşınıyor ve bu ven karaciğerin yüzde 75 kan akımını sağlıyor. Daha da ötesi, anne karnındaki bebeğin gelen kanı göbek kordonu ile annenin karaciğerine dönüyor.
Karaciğerin kompleks yapısı henüz taklit edilemedi. Kalbi görevini yapmayan hastalar için yapay bir kalp, böbrekleri çalışmayan bir hasta için böbreklerin görevini görecek diyaliz makinaları varken, karaciğerin görevini, geçici olarak bile olsa, yapacak bir aygıt yok.
Durum böyle olunca insan merak ediyor: Her gün karşımıza çıkan sağlıklı yiyecekler ve vitaminler konusunda karaciğer ne diyor acaba diye. Öyle ya, adını bile duymadığımız yiyecekler göklere çıkarılarak sunuluyor. İşte, adı ne olursa olsun bu maddeler ağız yolu ile alınıyor ve bağırsaklarda emildikten sonra karaciğere gelerek bir işlemden geçiyor. Burada neler oluyor bilen yok.
Bu "sağlıklı" gıdaları ne miktarda ve ne sürede tüketmek gerektiğini söyleyen de yok. Hele "organik" konusuna hiç girmeyeceğim: Türkiye'de ağaçtan veya topraktan elde edilen her şey organik olarak sunuluyor ve üstüne üstlük fiyatı da artıyor. Alanlar kendini iyi hissediyordur herhalde.
Vitaminler ise ayrı bir alem: Günümüzde popüler olanlar B ve D vitaminleri. Koronavirüse, kanserden depresyona kadar her şeye iyi geldiği yazılıp duruluyor. B vitamini neyse de, D fazla alındığında vücutta birikerek zararlı olabiliyor. Yıllar önce A vitamini meşhurdu. Daha sonra sigara içenlerde A vitamini alımında kanser riskinin arttığına ilişkin çalışmalar çıkınca şöhreti sona erdi.
Bence yeterince vurgulanmayan konu ise fiziksel aktivite. Ne yediğimizden çok ne kadar hareket ettiğimiz muhtemelen sağlık açısından daha belirleyicidir diye düşünenler haksız sayılmazlar.
Okuyucular arasından "İyi de ne yapalım yani?" diye soranlar olacaktır elbette. Benim cevabım birinci koşul olarak hareketin azaltılmaması ve kilonun korunması olacaktır. Ondan sonrakilerden emin değilim zira elimizde yeterli bilgi ve kanıt yok.
"Üniversite: Bir Dekan Anlatıyor" başlıklı kitap Tübitak Yayınlarından çıkmış. Bu kitapta Harvard Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde on bir yıl dekanlık yapmış olan Henry Rosovsky anılarını ve izlenimlerini anlatıyor. Okulun açılışında öğrencilere hitaben "Bu okulda size öğreteceklerimizin yarısı yanlış ama işin kötüsü hangi yarısı yanlış onu biz de bilmiyoruz" diyerek bizlerin itiraf edemediği gerçeği vurguluyor.