Öğrencilerle yaptığımız bir araştırmada 2006-2008 yıllarında basında çıkan hekim haberlerini değerlendirmiştik1. Haberleri hekimler için "olumlu" ve "olumsuz" diye ayırdığımızda 2006 yılındaki haberlerde yüzde 83,9 olumlu, yüzde 16,1 olumsuz olarak değerlendirilmişti. 2008 yılında ise hekimlerle ilgili haberlerden yüzde 45,9'u olumlu haberlerden oluşurken yüzde 54,1'i olumsuzdu. İki yılda hekimlerle ilgili olumsuz haberlerde ciddi bir artış göze çarpmaktaydı. Bu oranın günümüzde iyiye gitmediğini öne sürmek yanlış olmayacaktır.
Bu artışın nedenlerini tartışmak uzun bir yazıyı gerektirir ama AKP hükümetinin yürürlüğe koyduğu "Sağlıkta Dönüşüm Programı"nın katkısı mutlaka vardır. AKP sağlıktan oy topladığını gördükçe sağlık çalışanlarını halkın önüne koydu ve aksayan hizmetin sorumlusu olarak gösterdi.
Ancak, bence daha önemlisi, medyanın tutumu ve haber yapma şekli. Bir cerrah zor bir ameliyatı bin kez başarılı biçimde yapmışsa bu bir haber değeri taşımıyor ama bin birincide bir sorun çıktığında haber oluveriyor. Üstelik de medyada yargısız infaza çok sık rastlanıyor. Sadece hasta yakınlarının beyanları esas alınarak "Yanlış ameliyat can aldı" veya "Fazla narkoz öldürdü" gibi manşetleri sıklıkla görüyoruz. Hastanın başına gelmiş olan olumsuz bir olayı incelemeden ve soruşturmadan bu şekilde vermek belki haberin okunmasını arttırıyor ama verdiği zarar çok büyük oluyor.
Hasta ve hasta yakınları hastalarda sorun çıktığında hekimlerin duyarsız olduğunu düşünüyorlarsa yanılıyorlar: Uykular kaçar, moraller bozulur, sorunu çözmek için çabalar başlar. Hasta ve yakınlarının paniği ile işler daha da kördüğüm olur. Son yıllarda hekim ve sağlık çalışanlarında hasta ile ilgili tıbbi endişelere bir de şiddete uğrama ve dava edilme endişeleri eklendi.
Sağlıkta şiddet gittikçe azalacağına artıyor, sağlık sistemindeki aksamalar ve politikacıların söylemleri de buna katkıda bulunuyor. Toplumun eğitim durumu da etkili elbette. Bir gazetede "Kanserin çaresi bulundu" diye bir haber çıkmış, bu haberi gören ve annesini kanserden kaybeden bir vatandaş da hekimini darp etmişti. Öyle ya, kanserin çaresi bulunduğuna göre hekim mutlaka eksik bir şeyler yapmıştı.
Buna hekimlerin katkısı da var elbette: abartmayı seviyorlar. Yaklaşık yirmi yıl önce ABD'de farelerde kanseri yüzde 100 iyi eden madde elde edildiğinde gazetecilerin "Kansere çare bulduğunuzu söyleyebilir miyiz?" sorusuna araştırmacı "Eğer bir fare iseniz evet" yanıtını vermişti. Daha sonra bu madde insan tedavisine hiç giremedi. Maalesef her araştırmacı böyle bir sorumlulukla yanıt vermiyor.
Açılan davalar ise hekimlerin ciddi bir kabusu haline geldi. Tüm hekimler bu tür davalara karşı Zorunlu Mesleki Sigorta yaptırmak zorunda. Bu sigorta ise işleri daha da çıkmaza sokuyor. Avukatlar için yeni bir iş alanı açıldı. ABD'de yıllarca önce başlamış olduğu gibi, avukatlar dava açılmasını destekliyorlar. Üstelik de davacıdan hiçbir ücret talep etmeyip alınacak tazminattan bir aslan payı talep ediyorlar. ABD'de alınan tazminatın sadece yüzde 30'unun davacıya gittiği saptanmış.
Bir şeye mi üzüldünüz doktor?
Hekimler açısından bakılınca birkaç sorun birden ortaya çıkıyor: Öncelikle hekimler, özellikle de cerrahlar zor ve karmaşık hastalardan kaçmaya başladılar. "Defansif tıp" diye bir kavram türedi. İkincisi, hekimler kendilerini korumak için gereğinden fazla tetkik istemeye başladılar ki bu da zaman ve kaynak kaybına neden oluyor. Üstelik kimse de sorumluluk almak istemiyor.
Bir diğer sorun ise neyin kusur sayılacağı. Örneğin, kalın barsak kanseri cerrahisinde hastalıklı kısım çıkarılır ve iki uç birbirine eklenir. Böyle bir ameliyatta kaçınılmaz olarak, düşük bir yüzdede, bu birleştirilen yerden kaçak olabiliyor ve geç fark edilirse hayati tehlike yaratabiliyor. Ender olarak erken fark edilse bile hastanın kaybı ile sonuçlanabiliyor. Genelde kaçak olması kusur sayılmıyor fakat geç fark edilmesi suç oluyor.
İşte tam burada bizim sigorta sistemimizin aksayan bir yönü ortaya çıkıyor, tazminat ancak kusur varsa ödeniyor. O da ancak yıllar süren dava sürecinden sonra elbette. Eğer kusur saptanmazsa tazminat da yok. Ancak, ortada kaybedilmiş bir hasta ile maddi ve manevi olarak etkilenmiş ailesi var. Özetle, ortada kusurdan kaynaklanmayan bir mağduriyet var. İskandinav ülkeleri bu nedenle tazminatı kusura değil, mağduriyete bağlamışlar. Çok adil ve akıllıca. Bu tahmin edebileceğiniz gibi ancak devlet desteği ile sağlanabilir. Sosyal devlet de bunu yapmalıdır.
Son yıllarda tazminat miktarları üç milyon liranın üstüne çıktı. Bu ortalama kazanan bir hekimin otuz yıl hiç para harcamadan elde edebileceği miktar demek oluyor. Hekimin sigortası ise bunun çok az bir kısmını karşılıyor. Yaşanılan üzüntü, uykusuz geceler, mesleki prestij kaybı, mahkeme ve avukat harcamaları da cabası.
MÖ 2200 yıllarında yazılmış olan Hamurabi Kanunlarında hata yapan hekimin cezası çok net olarak belirtilmiş: Bir kimsenin ölümüne neden olursa veya göz perdesini açayım derken gözü yok ederse o tabibin elleri kesilmeli. Verilen cezalara bakılınca 4 bin yılda fazla bir değişiklik olmamış sanki.
1Kaytaz K, Tütüncü F, Erbatur H, Ertekin C, Aktan AO. Basında çıkan sağlık haberlerinin incelenmesi. Marmara Medical Journal 2010;23;369-372.