06 Haziran 2012

Vicdanın isyanı: Yeni bir muhalefet için

Şu günlerde kendimizi çaresiz hissediyoruz. İnançlısı inançsızı, Müslümanı Hıristiyanı, mümini ateisti, Türkü Kürdü, Rumu...

Şu günlerde kendimizi çaresiz hissediyoruz. İnançlısı inançsızı, Müslümanı Hıristiyanı, mümini ateisti, Türkü Kürdü, Rumu Ermenisi, sağcısı solcusu; Türkiye’nin vicdan sahibi duyarlı insanları: ben, siz, hepimiz huzursuzuz, tepkiliyiz.

Vicdanlar isyan ettiğinde, öfke akacak mecra, barınacak yuva bulamazsa tehlikeli ve tahripkâr bir çaresizliğe dönüşür. Çaresizlik insanı içten içe kemiren kurttur.

Vicdanı; siyasal söylevlerin süsü bir tekerleme değil, komşunun kızının adı değil, sadece kendi takımının çıkarına dokunulduğunda hatırlanan bir sözcük değil, birey ahlâkının  terazisi olarak kavrayan; ahlâkının kaynağı dinî ya da dünyevî korkular değil kendi hür iradesi olan vicdan sahibi insanlar, şu sıralar isyanlardalar. Çünkü vicdan, en kısa tanımıyla, ötekinin mağduriyetini içinde duymak, mağdur edenlere dur demek, mağduriyete sebep olan kendisiyse eğer özür dilemek, özürle yetinmeyip verdiği zararı gidermek, gönülleri onarmaktır.

Laftan ibaret olmayan vicdan, özeleştiri ve özdenetim cesareti gerektirir. Kibir, gurur, büyüklenme vicdani özeleştiriyi olanaksızlaştırır. Laftan ibaret olmayan vicdan ama’sızdır. Kendi tarafının mağduriyetinde aslan kesilip ötekinin mağduriyetine ama’larla göz yummaz. “Bana yapılsaydı ne hissederdim, nasıl tepki verirdim” sorusu vicdanın başlangıç sorusudur.

Vicdan üzerine bu uzun girizgâhın bir nedeni, kavramın özünün boşaltılıp göz boyama niyetine sakız gibi çiğnenmesiyse; diğer nedeni, siyasal -ideolojik aidiyeti, dili, dini, etnik kimliği ne olursa olsun, her kesimden insanımızın son günlerde iktidardan gelen salvolar karşısında duydukları vicdanî huzursuzluktur. Boyalar aktıkça üstüne bir kat daha yaldız sürülen, hot zotçu vatan-millet-ahlâk- namus nutuklarıyla uyutulmak ya da sindirilmek istenen bu toplumun insanı, siyasî değil vicdanî bir dürtüyle, “Dur bakalım hemşerim” demeye başlamıştır. Kimileri kendi yarattıkları gürültü arasında bu sesleri henüz duymuyor olabilirler, duyduklarında şu veya bu biçimde bastırmaya çabalayabilirler. Ancak fısıltıların koroya dönüşmesini engelleyemezler.

Benzer seslerin nerelerden geldiğine kulak verirsek İslamiyeti etiket ve kartvizit olarak değil ahlâklarının, vicdanlarının omurgası olarak taşıyan Müslümanların sesini duyuyoruz; AKP’yi desteklemiş liberallerin, AKP’yi değil ama attığı demokratik adımları desteklemiş demokratların sesini duyuyoruz. Kürtlerin, demokratik solun, insan hakları savunucularının, kadınların, gençlerin, suskunların adalet, eşitlik, özgürlük isteyen herkesin, her kesimin sesi birbirine karışıyor, birbiriyle buluşuyor. Başta Başbakan Erdoğan olmak AKP’nin kafa kadrolarının ve bütünüyle hükümetin son birkaç aydır (aslında seçimlerden bu yana) tuttuğu yol, sözleri söylemleri, uygulamaları tasarrufları, özellikle de Uludere (yani Kürt sorunu), kürtaj (yani din kılıfı altında kadına yönelik eril ayrımcılığın ve şiddetin meşrulaştırılması), havacılıkta grevin yasaklanması (yani emeğin ve insanın kalkınma-büyüme çılğınlığına kurban edilmesi) gibi konular etrafında geniş bir vicdan buluşması yaratıyor.

Ancak farklı sazlardan yükselen aynı ezginin, büyük bir orkestrada, çok sesli bir koroyla muhteşem bir senfoniye dönüşmesi güç olacağa ve zaman alacağa benziyor. Bunun önündeki ana engel, vicdan korosuna katılanlar arasındaki psikolojik, ideolojik tarihsel yarılma. Sağıyla soluyla, inançlısı inançsızıyla hepimizin payı olan ama aslında her dönem muktedirlerin körükledikleri ve taşlarını döşedikleri, bizlerin de o kötülük taşlarıyla döşenmiş yollardan yürüyüp aradaki çatlağı genişletmek için kazma salladığımız yarık ya da uçurum, ya da daha hafif deyimle ayrı kompartmanlar...

 

Siyasî değil vicdan muhalefeti

 

Şöyle bir düşünüp hatırlayalım. En güncel iki örnek üzerinden gidelim: Uludere ve kürtaj. Bu iki konuda, farklı yerlerde durduklarını bildiğimiz, sandığımız; AKP’yi destekleyen, kısa bir süre öncesine kadar Başbakan’ın ve Hükümetin işlerine destek veren, en azından kol kırılır yen içinde, şimdi konuşma vakti değil mantığıyla savunmaya geçen kişilerin, yazarların, aydınların, kamuoyu yönlendiricilerinin, sivil toplum kuruluşlarının, AKP’ye hep mesafeli yaklaşmış, muhalefet etmiş, hatta düşman bellemiş olanlarla kaygıda, eleştiride, tepkide birleştiklerini görmemek için görme ve duyma özürlü gerekiyor. Bu, siyasal değil, vicdanî bir buluşma. Böyle olduğu için de çok değerli. Ancak, vicdanların isyanından kaynaklanan bu buluşma henüz ete kemiğe bürünebilmiş değil. Buluşmanın adını koyamıyoruz, bunca yıllık çatışmacı kültürümüzün, siyasal mücadele anlayışımızın etkisiyle, köhnemiş particilik, grupçuluk alışkanlıklarımızı, hatta kişisel husumetlerimizi, güvensizliklerimizi aşıp birlikte hareket edemiyoruz. Büyük bir kıta olmak yerine adacıklar olarak kalmakta ısrar ediyoruz. Bunda, eski mahallelerimizi hâlâ ayağımızda pranga olarak taşımamızın da payı var kuşkusuz.

Vicdanların isyanını gürül gürül yansıtacak bir siyasal muhalefetin ne yazık ki bulunmadığı bir tarihsal anda, bu ülkeye ve kişi kişi hepimize bir muhalefet hareketi gerekiyor. Bu ihtiyacı dile getirenlerin sayısı kadar çeşitliliği ve yaygınlığı da her geçen gün artıyor.

 

Vicdanların isyanı AKP’yi solluyor

 

Bugün, bildiğimiz geleneksel muhalefet anlayışının ve bu anlayışın taşıyıcısı siyasal partilerin anlam ve işlevlerini yitirdiklerini düşünüyorum. İyilik, doğruluk, adalet, hak eşitliği, özgürlük vb. kavramları üzerinden değil; kitle sömürüsü, kitle dalkavukluğu, oy hesabı, gözü kara iktidar mücadelesi üzerinden yapılan her türlü siyaset iflas etmiş durumda. O mücadelenin içine girdi mi, en vicdanlı, en has niyetlere sahip parti veya örgütlenmeler bile çarkın dişlilerine kapılıp kısırlaşıyor, daralıyor, kirleniyor.

2000’lerin başlarında, dipten gelen özgürleşme dalgasını diğer siyasal güçlerden daha iyi okumayı beceren AKP, o dalgalar üzerinde sörf yaparak iktidar oldu. Geleneksel devletçi vesayetçi siyasal güçler ve geleneksel sol ise 100 yıl, 80 yıl, 50 yıl, 30 yıl öncesinde kalarak nal topladı. Ancak, toplumun değişim talebini ve zaruretini sadece kendi kitlesinin mağduriyetlerini gidererek -ki o da lafta kaldı çoğunlukla- karşılayabileceğini sanan AKP’nin rüzgârı da tâkati de on yılda kesildi. Haksızlık etmeden söylemek gerekirse, rüzgârı doğru yönden aldığı sürece  Türkiye’nin üzerine geçirilmiş vesayetçi deli gömleğini gevşetmekte başarılı olan AKP kendi sınıfsal, ideolojik, kültürel sınırlarına  çok çabuk dayandı. Bir özeleştiri olarak söylemem gerekirse: Demokrasi ve özgürlükler konusunda AKP’nin sınırlarının olduğunu, bir gün bu sınırlara dayanacağını hep düşündüm ve hep yazdım; ancak, sınırlarının bu kadar dar olduğunu hesaplamadım. Ayrıca sanırım çeşitli etkileşimler,  İslami kesim içi sert güç çatışmaları, liderin özel psikolojik durumu, vb. etmenler nedeniyle de AKP’de temilcisini bulan siyasal çizgi, doğal sınırlarının da gerisine çekildi, “ricat etti”. Rüzgârlar iyiyken  akrobatik göteri yapan sörfçünün kötü yüzücü olduğu, işlerin her alanda sarpa sardığı şu günlerde iyice ortaya çıktı. Ve toplumdaki vicdan kabarması AKP’yi aştı.

Etrafınıza bir bakın, bir dinleyin; Türk, Kürt, kadın, erkek, sağcı solcu, kitleler önlerinde AKP’ye alternatif olacak bir siyasal güç/parti görseler oraya doğru akacaklar. Ama yok. Olmaması, bir yönüyle de siyasal muhalefeti ayrışmalar ve uzlaşmazlıklar üzerine kurmalarından kaynaklanıyor. Oysa vicdanları buluşturan, büyük bir uzlaşmanın temeli ve çimentosu olabilecek istemler, özlemler var. Müslüman genç kardeşim televizyonda kadın haklarını benden çok daha iyi savunuyor. Antikapitalist Müslümanlar platformu, altına Türkiye’nin bütün demokratlarının, emekten, adaletten, eşitlikten, özgürlükten yana herkesin, hangi siyasî partide, hangi ideolojik kanatta yer alırsa alsınlar bütün vicdanlı insanların imzasını atacağı bir hak ve özgürlükler talep bildirgesi çıkarabiliyor. Kürt halkının bitmeyen mağduriyeti karşısında nerde duruyorsak duralım çoğunluk olarak aynı isyanla doluyoruz. Ama birleşemedikçe, birlikte yürümedikçe vicdanların isyanı öfkeye ve çaresizliğe dönüşüyor.

Evet, bize yeni bir muhalefet gerekiyor. Miatını doldurmuş, yenilikçiliğini ve değişimciliğini yitirmiş siyasal parti yapılarının, eski siyaset anlayışının, geçmişteki cepheleşmelerin, blokların dışında ortak vicdan paydasında buluşan yepyeni bir muhalefet... O partilerin tümünden, AKP’den, CHP’den, BDP’den, kürt hareketinden, özgürlükçü sol siyasetlerden, Müslümanlardan, her yerden insanların, siyasal aidiyetlerinden vaz geçme koşulu bile olmadan, vicdan paydasında katılacakları bir vicdan hareketi.

İktidara değil toplumu değiştirmeye, dönüştürmeye, böylece özgürleştirmeye aday yepyeni, genç bir hareket  vicdanların isyanını umuda dönüştürebilir. Hayalci görünse de hem mümkün hem de  -belki- yakındır. En azından, çürümemek için bu umuda ihtiyacımız var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"