Yazının başlığı “Yapıcı Demokratik Siyaseti Öğrenmek” de olabilirdi ama sanırım siyaset kültürü düzeyimize yukardaki başlık daha uygun.
Önce: Meclis’teki ve dışardaki, sağdaki, soldaki, ortadaki bütün siyaset erbabına bir soru sormak, daha doğrusu haykırmak istiyorum: NE HAKKINIZ VAR? Ne hakkınız var sorunlarımızı çözmek yerine bizlerle kafa bulmaya? Yok bunları aday yapmıyoruz, sonra şaka şaka aday yapıyoruz; yok Meclis’i topluyoruz toplayamıyoruz, yemin ediyoruz etmiyoruz diye, aylardır benim, senin, bizim, hepimizin, bu ülkenin insanlarının kafasında tepinip, bizleri bezdirip yormaya ne hakkınız var sizin! Hele de, mahalle çocuğu itişmesi, semt kabadayısı sataşması, lâf yetiştirme yarışı, belden aşağı saldırı ve komplolarla geçen şu kâbus gibi seçim kampanyası çok şükür bitti demeye kalmadan kafamıza o yemin krizi balyozunu indirmeye ne hakkınız var? Üstelik ettiğiniz yemin de yalan, çarpılmamak için ayağınızı kaldırıyorsunuzdur herhalde. Ne hakkınız var benim oyumla böyle alay etmeye, ne hakkınız var kendi siyasi basiretsizliğinizin, tutarsızlıklarınızın, çözüm fukaralığınızın ve ahlakî, psikolojik sorunlarınızın yükünü bizlere yüklemeye?
Öfkeliyim, kendi küpüme zarar verdiğimin de farkındayım. Yine de, siyasetin ve demokratik mücadelenin: tükürdüğünü yalatmak/yalamak, siyasi rakibinizi amansız düşman sayıp diz çöktürmeye, yok etmeye çalışmak, rest çekmek, bugün en üst perdeden söylediğini yarın “çevir kazı yanmasın” misali çevirivermek, kabalığı güçlülük, megalomanik inatçılığı omurgalılık, yanlışta ısrarı tutarlılık, tehdidi devrimci çözüm sanmak düzeyine indirgenmiş olmasını hiçbirimizin hak etmediğini düşünüyorum, isyan ediyorum.
'Usta'nın Acemi Çırak Olarak Portresi
Seçim kampanyası boyunca AKP iktidarının ustalık dönemine girdiğini tekrarlayıp kendini usta ilan eden Başbakan Erdoğan önümüzdeki dönemde hangi konularda marifet gösterecek, göreceğiz. Ancak giderek beterleşen siyaset üslubu, yapıcı demokratik siyaset ve yönetim sınavında çıraklık seviyesi için bile yeterli not alamayacağını gösteriyor. Hotzotçu, dayatmacı üslûbuyla; siyasi rakiplerini “bunlar” diyerek küçümseyen, burun sürtmeyi, tükürük yalatmayı siyasi üstünlük sanan düşünce tarzıyla; yüzde 50 oyun yarattığı bulunduğu yeri hazmedemeyen ruh haliyle Başbakan, Türkiye’nin ancak uzlaşmayla ve yapıcı siyasi üslupla çözülebilecek sorunlarını çözecek lider olmaktan çok uzak. Bırakın ustalığı bir yana, yapıcı demokratik siyasetin y’sini, d’sini okuyabilen bir siyaset çırağı bile olsaydı, Meclis’teki kriz sırasında kullandığı “tükürdüklerini yalayacaklar” sözlerini asla kullanmazdı; hadi kullandı diyelim, bu sözde ısrar etmez, CHP’liler yemin edip Meclis’e geldikten sonra da, işte ezdim, işte yaladılar anlamına gelen o havayı takınmaz, kışkırtıcı, acıtıcı bir konuşma yapmaz, ana muhalefeti omurgasızlıkla eleştirmezdi. Meselâ yemin etme kararını saygıyla ve sevinçle karşıladığını, zararın neresinden dönülse kâr olduğunu söylerdi. Daha da önemlisi, “İster yemin edip Meclis’e gelirler, isterse gelmezler, kendileri bilir” demeyi aklından bile geçirmezdi. BDP’nin Meclis’e girip girmemeyi tartıştığı saatlerde, onları uzaklaştıracak, güç durumda bırakacak bir üslup yerine Meclis’e gelme kararlarına yardımcı olacak bir üslup tutturur, “BDP olmasa da olur, zaten gelecekler” diyerek, onların da burnunu sürttük, onlara da tükürdüklerini yalattık havaları basmazdı.Gerçekten usta olabilseydi, iktidardaki liderin başarısının sadece yüzde 50 oy almasıyla değil ülkenin temel sorunlarını uzlaşıyla, saygıyla, mutabakatla çözebilme yeteneğiyle ölçüldüğünü bilirdi.
Başbakan Tayyip Erdoğan güce ve biat kültürüne dayalı otoriter siyaseti uyguluyor ama demokratik siyaseti, uzlaşmayı, çoğulculuğu, ötekini dinlemeyi, anlamayı beceremiyor. İdeolojik-kültürel birikimi, içinden çıktığı gelenek, dünya tahayyülü, huyu suyu öğrenmesine olanak da tanımıyor.
Peki Ya Ana Muhalefet?
İktidarın hali buyken, yaşanan son yemin krizi ana muhalefetin siyaset yapmayı hiç bilmediğini bir kez daha gösterdi. CHP’liler düşürüldükleri durumu içlerini sindirmek için ne kadar tevile çabalasalar da, son yemin krizinde, o çirkin “tükürdüklerini yaladılar” lafını bir bakıma haklı çikardılar. Daha önce söylenmemiş hiçbir şey, hiçbir taahhüt taşımayan mutabakat metni, kırılan onurlarını okşamanın aracı olmaktan öteye hiçbir anlam taşımıyor. Mutabakat metnini çaresizlikten imzalayarak sağladıkları tatmini de, daha yirmi dört saat geçmeden, uzlaşmaya hiç niyetli olmayan Başbakan’ın sözleri hemen sıfırlayıverdi. Daha da önemlisi, Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği gibi demokratik bir direniş göstermek yerine kendi iki adamlarını hapisten çıkarmakla yetinme, beceremeyince de her koyun kendi bacağından asılır tavrıyla içine düştükleri çıkmazdan BDP’yi satarak kurtulma hamlesi, partiyi kötü bir konuma itti. Ne sonu düşünülmemiş yemin boykotunun ne de bu teslim oluşun vizyonlu, basiretli, güven verici bir siyaset olduğunu söylemek mümkün.
BDP’ye Tanınmayan Öğrenme fırsatı
Oyumu bağımız adaylarından birine verdiğim, Türkiye’nin birincil sorunu olan Kürt sorununun çözümü için bir umut ışığı olur diye Meclis’e güçlüce girmesini canı gönülden desteklediğim BDP de siyaset bilmiyor; ama onun haklı bir mazereti var. Siyaset alanına ve siyaset okuluna girmelerine bile izin verilmemiş olanların, dağda silah kullanmak yerine gelin ovada siyaset yapın deyip de sonra ovada keklik gibi avlamaya çalıştığınız insanların partisi o. Hani Başbakan’ın ve adamlarının “bunlar”, “bunlar” diyerek ötekileştirdikleri, CHP’nin birlikte görünmekten ödü kopup AKP’lilerle ayrı mutabakat metni imzalamakta ısrarcı olduğu, siyaset sınıfına ele güne karşı kerhen soktuğunuz, öğretmenin arka sıralara oturttuğu istenmeyen öğrenciler onlar. Okula geç kaydolabildiler, sık sık uzaklaştırma cezası aldılar, dillerini anlamadınız ve öğrenmelerine izin vermediniz. Zaman zaman öfkelerine yenildiler, sabırları tükendi. Dayak yemekten usanıp, öğretmen-devletin elindeki sopayı alıp kırdıklarında okuldan attınız. Kürt siyasi hareketi barışçı, legal, demokratik siyaseti henüz bilmiyor, doğru. Fırsat ve olanak tanımadınız ki öğrenmelerine...
Son Meclis boykotu doğrudur, yanlıştır; bu konuda kendimde söz hakkı görmüyorum. Ama krizin yönetilişindeki savrukluk, gelgitler, bir tek milletvekilimiz bile dışarda kalırsa Meclis’e girmeyiz gibi kesin, keskin ve siyasal örgörüye dayanmayan beyanlardan sonra, İmralı’dan da gelen telkinlerle CHP’nin de gerisinde bir jeste razı olmuş görünmeleri, mazeretli ve haklı da olsalar siyaset bilmediklerini, ovada siyaset için istekli olsalar da henüz hazır olmadıklarını ortaya koyuyor. Siyasal mücadelede maksimalist zorlamalar, sürekli tehdit ve “sonra kötü olur haa” korkutmaları, şiddeti mazur ve haklı gösterme refleksi(son bir ayda askere, polise yönelen saldırılar, adam kaçırma, vb.) yeterince bağımsızlaşıp kimliklerini kazanamadıklarını, orta ve uzun vadeli bir siyasi programı adım adım, tutarlılıkla ve toplumu ikna ederek uygulayabilme becerisine henüz sahip olamadıklarını düşündürüyor. Yine de bugün Türkiye’nin siyasi yelpazesinde tek gerçek muhalefet potansiyelinin BDP’de olduğunu; düşe kalka da olsa yapıcı siyasete doğru evrilebileceklerini düşünüyorum. Bu potansiyelin heba olmamasını diliyorum.
Son söz: Siyasette tükürdüğünü yalatmak marifet değildir, hele de mutabakata ve çözüme götürecek yol hiç değildir. O tükürük size de bulaşır, üstünüze yapışır. Tükürdüğünü yalattığınıza saygı duymazsınız, saygı duymazsanız konuşamaz, anlaşamaz, uzlaşamazsınız. Öte yandan siyaseti bilmek, olur olmaz zamanda, olur olmaz yerde sonunun neye varacağını düşünmeden tükürmemeyi gerektirir.
İktidarıyla muhalefetiyle ülkenin siyasal güçlerinin acemi öğrencilik dönemleri henüz bitmemiş anlaşılan. “Biz Cumhuriyetle yaşıtız” diye övüne övüne sınıfta kalanlar da; mezun olup yüksek öğrenime geçtiklerini iddia eden ama aslında o yere kopya çekerek geldikleri belli olanlar da; okula geç başlatılmış, engellenmiş olanlar da ve hepimiz, bizler de yeni tarz-ı siyaseti, demokrasiyi, uzlaşma kültürünü henüz edinememişiz. Nasıl öğreneceğiz, çok geç olmadan öğrenebilecek miyiz bilmiyorum. Bildiğim tek şey, dev gibi sorunlarımızın çözülebilmesi ve bu ülkeye barışın, demokrasinin, saygılı ve medeni bir siyaset üslubunun gelebilmesi için gerekli iklime kolay kolay kavuşamayacağımız.