28 Ekim 2023

'Şeytan'ın sor dediği sorular

Gündelik dilde kötülüğün efendisi anlamındaki Şeytan'la alışverişim yoktur. Şimdi Lucifer'e uyuyorum ve birkaç soru sormak istiyorum

Kendimi tehlikeye atmamak için Şeytan'a kulak asmamaya çalışıyorum ama bazen öyle gelişmeler oluyor ki dilimi kalemimi tutamıyorum. Üstelik Şeytan'ın çeşitli dinlerde ve inançlarda onlarca adı var, bunlardan biri de Lucifer. Latince kökenine giderseniz, Lucifer adı ışıktan geliyor (lux: ışık). "Işık taşıyan" anlamında Venüs yıldızına verilen ad. Ben Lucifer'i seviyorum.

Çeşitli efsanelerin ve dinlerin ortaklaştığı anlatı Lucifer'in Tanrı'ya karşı geldiği, "O ağacın meyvesini yerseniz gözleriniz açılacak, her şeyi bilip göreceksiniz" diyerek Âdem'le Havva'nın elmayı yemesini teşvik ettiği, böylece insana ilk günahı işlettiğidir. Işık taşıyıcı Lucifer'in lanetlenmesi (şeytanlaştırılması) ile insanlara ateşi götürdüğü için tanrıların gazabına uğrayan Prometeus'un ortak noktası: İnsanları uyandırmak, aydınlatmak isteyenlerin tanrıların /egemenlerin gücüne karşı çıktıkları, insanı sorgulamaya, aydınlanmaya yönelttikleri için başlarının beladan kurtulmayacağıdır.

Cennetten kovulmaya veya ebedî işkenceye mâl olsa da ben Şeytan'ın/Lucifer'in bu yorumunu severim. Gündelik dilde kötülüğün efendisi anlamındaki Şeytan'la alışverişim yoktur. Şimdi Lucifer'e uyuyorum ve birkaç soru sormak istiyorum.

Hamas terör örgütü değilse PYD neden terör örgütü?

Ben masumum; bu soruyu aklıma düşüren Sayın Erdoğan'ın "Hamas bir terör örgütü değil topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur," sözleri oldu.

Bu soru; cevabı hiçbir zaman kesin olmayan, devletlerin, iktidarların ve de onların etkisindeki kitlelerin keyfî değerlendirmelerine, çıkarlarına ve siyasî-stratejik emellerine göre cevaplandırılan bir sorudur. Terör örgütü tanımının uluslararası hukukta bile kesinliği yoktur. Bu yüzdendir ki mesela Türkiye Hamas'ı terör örgütü saymazken ABD ve pek çok ülke böyle tanımlamaktadır. (Türkiye'nin IŞİD'i terör örgütü saymakta gecikmesini, dönemin Başbakanı Davutoğlu'nun başlangıçta Cihatçıları "heyecanlı çocuklar" olarak tanımlamasını da hatırlayalım.) Aynı şekilde Türkiye'nin terör örgütü saydığı PKK'yi ve yıllardır sınırötesi operasyonlarla yok etmeye çalıştığı PYD'yi pek çok ülke terör örgütü kabul etmiyor. İnsanın aklına şu soru da geliyor: bir örgüt çoluk çocuk  kaç sivili öldürdüğünde, kaç canı yok ettiğinde, kaç bomba kullandığında terörist sayılır? Bunun bir ölçüsü var mı?

Ben bu kadar göreceli, bu kadar manipülatif, siyasî şeytanlaştırma amaçlı bir sıfat kullanmaktansa, bunları terör yöntemleri kullanan yapılar olarak tanımlamayı tercih ediyorum. Bu türden yapıların, örgütlerin, hareketlerin tümü az veya çok teröre başvurur. Bu anlamda en şiddetli ve tartışmasız terör "şiddet tekeline sahip" devletlerin terörüdür. (İsrail'in Filistin'e uyguladığı, Gazze'de soykırıma varan terör mesela…) Bütün devletlerin düşman kabul ettiğine şiddet uygulamasının gerekçesi ise hep aynıdır: Güvenliğimizi tehdit ediyor. ABD Afganistan'ı işgal ederken de, Irak'a girerken de; İsrail yıllardır Filistin'i yok etmeye çalışırken de, Türkiye sınırötesi operasyonları sürdürürken de bu gerekçe değişmez.

Sayın Erdoğan'ın aklıma soktuğu soruya dönecek olursam, Hamas onun sözleriyle "Topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş örgütü" ise, bulundukları topraklarda çoğunluğu Kürt olan halkın hakları, toprakları, kırıma uğramamaları için savaşan PYD ve benzeri yapılar da aynı kategoride mütalaa edilmemeli midir?

Ben bir hüküm vermiyorum, Hamas veya PYD terörist örgüttür, değildir demiyorum, sadece çifte standarta işaret etmek istiyorum. Günümüzde her an biraz daha yaygınlaşan etnik, dinsel, mezhepsel savaşları, çatışmaları körükleyen biraz da bu çifte standart değil mi?

Şeytan, "Bir de şunu sor" diyor.

Yarın 29 Ekim. Cumhuriyet'in kuruluşunun 100. yılı. Şeytan yine dürtüp duruyor. AKP iktidarı ve onun başı, Cumhuriyet'in 100. yılını kutlamakta neden bu kadar isteksiz, ilgisiz, heyecansızlar? Neden cumhurun tümünü kucaklayacak, bölünmüş, cepheleşmiş, yarılmış toplumu ortak cumhuriyet paydasında birleştirecek muhteşem bir 100. yıl mitingi yerine Filistin'le dayanışma mitingi düzenleniyor? İstisnasız bütün ülkeler 100. yıllarını dost ülkelerin devlet başkanlarıyla, başbakanlarıyla, üst düzey temsilcileriyle kutlarken, dünyaya rejimlerine sahip çıktıkları mesajını verirken neden resmî bir resepsiyon dahi yapılmıyor?

Evet; 100 yıllık Cumhuriyet'in 100 yılda giderilemeyen büyük eksikleri var. Demokratikleşememiş, özgürlükçü laikliği, eşit yurttaşlığı sağlayamamış, ayrımcılığı aşamamışız. Biliyoruz. Ama yok saymak veya kimseyi kandırmayacak bahaneler uydurmak yerine, 100. yıl kutlamaları cumhuriyetimizin eksiklerinin giderilmesi ve kazanımlarının  derinleştirilip güçlendirilmesi vaadinde 86 milyonun buluşup ortaklaşmasının fırsatı olamaz mıydı?

Şeytan kulağıma bu soruları fısıldarken cevabını da verdi. "Faşizan devlet zihniyeti destekli siyasî İslam 1923 Cumhuriyeti'nin eksiklerini daha da derinleştirip kazanımlarını sona erdirmeye çabalarken bir de büyük kutlamalar mı yapacaktı! Amma da safsın! Amaçları 86 milyonu ortak iyide buluşturmak, 'biz' yapmak değil, aksine ayrıştırmak, cepheleştirmek, kendi siyasî-ideolojik hatlarında bir başka rejim oluşturmak" dedi.

Düşündüm de Şeytan haklı, o bu işleri iyi bilir. Biz de bayrak asmakla, marş söylemekle yetinmek yerine Şeytan'ın sorularına kulak kabartıp ezberlerimizi bozmaya cesaret etsek iyi olur.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yerli ve millî çürümüşlüğümüz

Toplum bu çapta bir değer bunalımına, adaletsizliğe, vicdan aşınmasına, kin ve nefret söylemine, müstehcen düzeyine varan paraya tapınma ruh haline nasıl geldi?

Katili sal, Ermeniyi öldür, Kürdü vur

Suç duyurusunda bulunuyorum: Muhalif olan herkesi ikide bir  bölücülükle itham eden gerçek bölücüler, milleti karpuz gibi ortasından yarıp sonra dilim dilim kesiyorlar. Devleti, ülkesi ve milletiyle bölüyorlar

Askerî darbelerden Saray darbesine

Yeni rejim, Erdoğan'ın tahayyülündeki, İslamofaşist renklere bürünmüş bir toplum düzeninin adıdır. Bu hayalin gerçekleştirilmesinde Erdoğan'ın en önemli desteği, devlet aklının Türkçü şoven kanadının temsilcisi Devlet Bahçeli ve onun ardındaki güçlerdir. Yaşanan son krizde Tek Adam'ın kendisini yargının ve anayasanın üstünde ilan ederek hakem olduğunu açıkça söylemesi, kurulmaya çalışılan rejimi yeterince tarif ediyor