26 Ocak 2011

Ortak Paydamız Nedir?

... Kişisel görüşlerini ulu orta söylemeye hakkı olmayan, ağzından çıkan sözlerin iktidar partisini bağladığı bir kişi....

“Muhafazakârlık ve demokratlık çelişki değildir. Halkımızın ortak paydası muhafazakârlıktır.” Bu sözler Bülent Arınç’a ait. Sayın Bülent Arınç ise, sizin benim gibi sade vatandaş ya da sıradan siyasetçi değil; devlet bakanı ve başbakan yardımcısı. AKP hükümetinin politika ve icraatında birinci derecede söz sahibi. Kişisel görüşlerini ulu orta söylemeye hakkı olmayan, ağzından çıkan sözlerin iktidar partisini bağladığı bir kişi. Lafının endazesini sıkça kaçırdığını, bu yüzden de ikide bir özür dilemek zorunda kaldığını biliyoruz, özürlerinden çok ağzından kaçırdıklarını kâle almamız gerektiğin de artık malumumuz.
Arınç’ın, halkımızın ortak paydasının muhafazakârlık olduğunu söylemesi, bir süredir tartışılmaya başlanan muhafazakârlık nedir ve AKP ne oranda muhafazakâr meselesine yeni bir boyut kazandırdı. Öte yandan, Başbakan Erdoğan’ın ‘ucube’, ‘tıksırıncaya kadar için’, ecdadımız televizyon dizilerinde aşağılanıyor, vb türünden sözler içeren aşağılayıcı ve saldırgan üslubunun esvabı mucibesine de açıklık getirdi. Erdoğan’a ve yardımcısı Arınçgillere göre, Türkiye toplumunun ortak paydası muhafazakârlıktı ve muhafazakârlık demokratlıkla çatışmayan iyi bir şeydi. Eh, madem ki çoğunluk bu noktada buluşuyordu, ortak payda üzerinden götürülecek bir seçim kampanyası AKP’ye oy sağlayacaktı.

Muhafazakârlık nedir?

Muhafazakârlığın sözlük karşılığı tutuculuk. Hani milliyetçiliğin kötü ünü yüzünden ulusalcı/ulusalcılık dendiğinde işin özü nasıl değişmiyorsa, tutuculuk yerine muhafazakârlık demekle de kavramın ifade ettiği zihniyet dünyası değişmez. Batı dillerinde karşılığı “konservatizm” olan sözcük bir şeyleri değişmeden, bozulmadan, olduğu gibi koruma içeriklidir.
Laf salatasına, kavram kargaşasına meydan vermemek için: “Korumak, muhafaza etmek, olduğu gibi tutmak istenen nedir?” diye sormak ve bu soruya açık bir cevap vermek kolaylık sağlayabilir. Batı dünyasında konservatifler eski düzeni ve de asıl kapitalizmi devrime/değişime karşı korumaya, savunmaya çalışan kişi ve akımlardır. Peki Türkiye’de kendini “muhafazakâr demokrat” olarak adlandıran, bir yandan da değişimin bayraktarlığını yaptığını iddia eden-hakkını teslim etmek gerekirse geçmişte bir ölçüde de yapmış olan- AKP neyi muhafaza etmek istiyor? Anahtar soru bu bence.
AKP’nin kendini muhafazakâr demokrat olarak adlandırdığı dönemin dünya ve Türkiye koşullarında, halen de yürürlükte olan engelleyici yasalar da göz önünde bulundurulduğunda, gönüllerinden geçen “Müslüman demokrat” adını almak hem kolay değildi, hem de götürüsü getirisinden fazla olacaktı. Geçenlerde bir televizyon programında birlikte olduğumuz bir kadın yazar arkadaşım, kendisini artık Müslüman demokrat olarak tanımlamak istediğini, AKP’nin muhafazakârlığının da bu anlama geldiğini söyledi ki, bütünüyle katılıyorum. Ayrıca da, bunu bir hak olarak görüyorum. İslamiyetle demokrasinin bağdaşıp bağdaşmayacağı burada girmeyeceğim, hatta kendimi yeterli görmediğim apayrı ve derin bir tartışma. 
Konumuza dönecek olursak, Türkiye koşullarında muhafazakârlık, evet çok yaygındır, ama sadece toplumun bir kesimine özgü değildir. Doğal olarak en yaygın olan dinsel muhafazakârlık yanında, devletçi, vesayetçi, statükonun devamından yana olan ulusalcı muhafazakârlığı; kendisini yüzyıl başında dondurmuş geleneksel sol muhafazakârlığı, kapitalizm öncesi formasyonların, aşiret yapılarının değerleri üzerine kurulu feodal muhafazakârlığı da unutmamak gerekir. Her birinin muhafaza etmek istediği değerler, yapılar, düşünce ve davranış kalıpları farklı da olsa, kendi varlıklarını koruma adına değerlerini bağnazca muhafaza  etme güdüsünde hepsi birleşir.
Arınç’ın sözleri bu anlamda çok yanlış olmasa da, onun “ortak paydamız” ilan ettiği muhafazakârlık, dinsel muhafazakârlık ile kendi içine kapalı taşra muhafazakârlığının bileşkesi olan yaşam biçimi kodları ve zihniyet dünyasıdır. Konunun; artık sembolik hale gelen içki kısıtlaması, tıksırıncaya kadar içme söylemi, dizilerde ecdadımıza hakaret ediliyor, değerlerimize saldırılıyor muhabbeti, heykele ulu orta ucube denmesi gibi gelişmelerden sonra gündeme gelmesi de bunu doğrulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, açıkça söylemek gerekirse, halkın sayısal çoğunluğunun Başbakan’ın söylemine biçimde olmasa da özde katıldığı, put sayılan heykel ve şer sayılan alkollü içkiyle, yani farklı yaşam biçimleri, farklı kültürel  kodlar, seküler değerlerle barışık olmadığı herkesin bildiği bir gerçektir. Aynı şekilde milliyetçilik ve hamaset de bu toplumun derununa kazınmış arkaik ve kemirici bir illettir. Seçimlere doğru gidilen süreçte bu türden muhafazakârlıkların tahrik edilmesi, kaşınması ve yüceltilmesinde fazla şaşıracak bir şey yoksa da kaygılanacak çok şey vardır.

Muhafazakârlık ortak paydamız mı?

Muhafazakârlığın ortak paydamız olduğunu söyleyen Arınç yanılıyor. Neyi muhafaza etmek istiyoruz sorusunda bu kadar ayrışmış olan bir toplumda, muhafazakârlığın ortak payda olmasının olanaksızlığı yanında, “yüzde 99’u Müslüman olan bu toplum” tekerlemesinin de ezberlenmiş bir yanılgı ve tek tipleştirici bir tesbit olduğunu düşünüyorum. Bu tesbit, öncelikle bütün Müslümanları aynı kefeye koyuyor; oysa iş yaşam biçimine, dünya tasavvuruna, demokrasi ve özgürlük anlayışına gelince ciddi farklılıklar çıkıyor ortaya. Yani bütün Müslümanlar Arınç gibi ve de aynı noktalarda muhafazakâr değiller; daha da önemlisi böyle toptancı ve tek tipleştirici değiller. İkincisi bu toplumda milyonlarca Alevi, milyonlarca Kürt, çeşitli azınlıklar, sayıları milyonu bulur mu, aşar mı bilmem ama hiç de az olmayan benim gibi dindışı bireyler Sünni Müslüman muhafazakârlığını, ya da milliyetçi muhafazakârlığı reddediyor, farklı yaşam düsturları, farklı yaşam biçimleri benimsiyorlar. Kimlik sorunları ve mücadelesinin dinsel muhafazakârlığı aştığını da gündelik yaşamımızda görüyoruz.
AKP muhafazakârlığı ortak payda kabul edilince, üstelik bu zihniyet iklimi yüceltilerek oy getirecek bir anahtar söyleme dönüştürülünce, bu söylem Tayyip Erdoğan’da izlediğimiz, farklı yaşam tercihlerini aşağılayıcı, ötekileştirici bir tehdit unsuruna dönüşüyor. “Biz: dindar muhafazakâr iyiler; onlar: günahkâr, zelil kötüler”...
Ve işte tam da bu noktada, demokratlıkla muhafazakârlık çelişiyor, çatışıyor. Çoğunlukçuluk çoğulculuğun yerine geçerek, baskıcı otoriter söylem ve eylemlere yol açıyor. AKP sözcülerinin ve destekçilerinin yakın zamana kadar haklı olarak eleştirdikleri; tek tipleştiren, kendi yaşam biçimini, kendi vesayetini dayatan, farklıyı aşağılayan ve yasaklayan kibirli, elitist, otoriter cumhuriyetçi anlayıştan farkları kalmıyor. Hangi muhafazakârlık olursa olsun, kendi muhafazakârlığınızı hem de toplumun ortak paydası olarak dayattığınız anda demokrasi de, özgürlük de, çoğulculuk da orada bitiyor.
Başkalarını bilmem ama ben kendi payıma, ortak payda kelle hesabınızdan beni düşün diyorum. Ve tek yurttaş bile olsam, lafıyla yetinmeyip öğrenmeniz ve içinize sindirmeniz gereken demokrasinin, benim bütün hak ve özgürlüklerimin korunmasını, yaşam biçimi ve tercihlerimin aşağılanmamasını ve ötekileştirilmemesini emrettiğini hatırlatıyorum. 


 

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"