HDP Milletvekili Leyla Güven’in açlık grevi 139. gününü doldururken, “Aslolan hayattır” diyenlerin korktuğu kötü haberler peş peşe gelmeye başladı: Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle hapishanelerde ve dışarda başlatılan açlık grevleri yer yer intihar eylemlerine dönüştü. Yeni ölüm haberleri gelmeden, intiharları ve açlık grevlerini durdurmak için elden gelen her şeyi acilen yapmanın zamanıdır.
Duyarlı kişiler, örgütler, insan hakları dernekleri, sivil toplum kuruluşları baştan beri devlete, iktidara seslenmeye çalıştılar. Başvurmadık yetkili, aşındırmadık kapı kalmadı. İnsan yaşamını hiçe sayan devlet ve zihniyet beklendiği gibi sağır dilsiz kaldı. Bu köşede defalarca, geçmişten örnekler vererek yazıldı; açlık grevlerinin yaygınlaştırılması kararını alanların bu devleti hiç mi tanımadıkları soruldu (ki onlarca yıldır en çok onlar, yani Kürt hareketi maruz kalmıştı devlet zulmüne). 1999’da F tipi direnişlerinde 143 gencecik insanın ölümünü duyarsızca seyretmiş yüce Türk devleti, bugünün kıyaslanmayacak kadar kötü toplumsal-siyasal ortamında, Kürt sorununu savaşla, şiddetle çözmeye yeltenirken mi rikkate gelecekti?
Özetle, tecridin kaldırılması gibi gerek insan hakları gerekse hukuk açısından son derece haklı bir talep uğruna da olsa, örgütün açlık grevlerini yaygınlaştırma çağrısının ve bu çağrıya verilen desteğin amaca ulaşma açısından yanlış, zamansız olduğunu; insan yaşamını değil örgüt çıkarlarını öne aldığını düşünüyorum. Leyla Güven’in kendi iradesiyle -başkalarınınkini değil kendi yaşamını ortaya koyarak- başlattığı eylemi insanî, vicdanî, etik açıdan farklı ve üstün bir yere koysam da doğru ve sonuç alıcı göremiyorum.
Artık yeter! Karnımızdan konuşmayı bırakalım.
Açlık grevlerinin başından beri, dört göz arası konuşmalarda benzer düşünceleri dile getirenler çoğunluktaydı. Devlete, iktidara sesleniyor, bildiriler, açıklamalar yayımlıyor, yetkililerin yarın öbür gün yaşanabilecek ölümlerden veya giderilemez kalıcı sakatlıklardan sorumlu olacaklarını yazıyor, söylüyorduk. Ama iş, açlık grevlerini yaygınlaştırma talimatı verenlere gelince suskunluk başlıyordu.
Suskunluğun nedeni, öncelikle Leyla Güven’in kişiliğine, haklılığına ve fedakârca eylemine saygıydı. Eylemini tahliyesinden sonra evde sürdürürken kendisine yapılan ziyaretler onu yaşatmak, birlikte sesini daha iyi duyuracağımıza ikna etmek, kamuoyunun dikkatini konuya çekebilmek içindi. Kısaca, -örgüt çevreleri hariç- Leyla’ya destek, açlık grevlerine değil onun yaşamınaydı. Açlık grevlerinin yaygınlaştırılması kararını alanlar için ise aslolan hayat değil örgütün/davanın yüce çıkarlarıydı. “Kendini ölüme, gün be gün erimeye, bilincinin kararmasına teslim etme, ancak yaşayanlar savaşabilir” demiyorlar, Güven’in yaşamını değil eylemi yüceltiyorlardı.
Daha acı gelişmelerle karşılaşmamak, sorumluluğumuzu yerine getirmek için artık karnımızdan konuşmaktan vazgeçmeliyiz. Gerçeklerle yüzleşmenin, bu gerçekleri bütün sorumlulara yüksek sesle söylemenin zamanı geldi geçiyor. Evet, devletten/iktidardan başlayarak; ama açlık grevlerini yaygınlaştırma çağrısı yapanları da bu kararı gözden geçirmeye çağırarak…
Bu konuda, bana, benim gibilere laf düşmeden önce HDP de sözünü söylemeli, “Ölmeniz değil, yaşamanız önemli, umut yaşamdadır ve ancak yaşayanlar mücadele edebilirler” diyebilmelidir. Parti’nin bu dönemde yaşadığı çok yönlü güçlükleri tahmin edebiliyorum ama açlık grevlerine cesaretle, ama’sız dur demek HDP için de bir eşik atlama anlamına gelecektir.
Sevgili Leyla Güven! Çağrınızın arkasında durun
Dün, intiharlar karşısında duyduğu derin acıyla; “ İdeolojimiz devrimcinin kolay ölmemesi üzerine kuruldu… Fedaî eylemler gerçekten çok değerli ama Kürt Halk Önderi tarafından da bu eylemler defalarca değerlendirildi, ‘Ölümü değil yaşamı önümüze koymalıyız. Onurlu bir yaşam için mücadelenizi yükseltmelisiniz, yaşamınıza son vererek değil” diye seslendi Leyla Güven. Ne kadar doğru bir çağrıydı. Ancak, bu çağrıyı yaparken açık grevleri etrafında kenetlenilmesini de istedi.
Bunda bir çelişki olduğunu söylemezsem sağlık durumu her gün içimi titreten sevgili Leyla’ya saygısızlık etmiş olurum. Çünkü açlık grevi de belli bir süre sonra kötü sonuca varabilir. En azından kalıcı beyin ve beden sakatlıklarına neden olabilir. Açlık grevlerinin özellikle hapishanelerde yarattığı psikolojik atmosfer açlık grevini feda eylemine kolaylıkla dönüştürebilir. Açlık grevindeki birçok tutuklunun, bulundukları hapishanelerde, yaşamak için gerekli minimum desteği alamadığı da hesaba katıldığında eylemin zaman içinde bir çeşit intihara dönüşebileceği gözden uzak tutulmamalı.
Ölümü değil yaşamı önümüze koyacaksak, onurlu bir yaşam için mücadeleyi yükselteceksek yaşamanız, sağlıklı olmanız gerekiyor Sevgili Leyla Güven. Hele de bizleri çok daha zor, çok daha karanlık bir dönemin beklediğini düşünürsek, ister içerde ister dışarda mücadele edebilmek için yaşama sarılmanın her zamankinden daha önemli olduğu şu günlerde…
Umut ölümden değil hayattan doğar.