11 Mayıs 2010

İnsan, Vicdan, Siyaset

Kim olursa olsun insanın ezilmesine, eziyet görmesine, haksızlığa uğratılmasına, acıtılmasına ve utandırılmasına dayanamam...

Kim olursa olsun insanın ezilmesine, eziyet görmesine, haksızlığa uğratılmasına, acıtılmasına ve utandırılmasına dayanamam. Sadece insanın değil, hiçbir canlının, ne bir kedinin ne bir köpeğin... Suçlu da olsa, günahkâr da sayılsa, düşman da olsak, nefret de etsek; insanın aşağılanması, utanç verici duruma düşürülmesi, öfkeli hırslı yığınların önüne şikâr diye atılması, kişiliğine, kutsalına, inançlarına, değerlerine pervasızca saldırılması beni yaralar. Onun acısını, utancını, ille de çaresizliğini kendi içimde hissederim.
Deniz Baykal olayı bunları hatırlattı bana. İnternete düşen görüntülere bakmak da istemedim, anlatılanları dinlemek de. Kendimi hiç yakın hissetmediğim; o kendinden çok emin, üstten bakan saldırgan üslubundan; uzlaşmaya, çözüme değil kavgaya ve yıkıma dönük siyasetinden hiç hoşlanmadığım, sık sık öfkelendiğim bir siyasetçiydi Baykal. Ama olay patlak verdiği anda ve suskunluğunu sürdürdüğü birkaç gün boyunca onun adına duyduğum utanç ve ezikliğe kendim de şaştım. Çevremde konuya alaycı şekilde yaklaşmaya çalışanları azarladım, kendimi Deniz Bey’den çok eşinin, ailesinin yerine koydum. Birlikte görüntülendiği hanımı düşünmeyi bile içim götürmedi. Zaten, kadının adı yok misali, şu sırada kimse onunla ilgilenmiyor. Besbelli onun dramı erkeğinkinden de derin.
Birbirine hiç karıştırmamamız gereken iki olay var ortada: Önce tutkularıyla, arzularıyla, aşkıyla, cinselliğiyle, çapkınlığıyla, ortayaş üstü erkek bunalımlarıyla, bütün çelişkileri ve zaaflarıyla İNSAN... İlk taşı, bütün suç ve günahlardan arınmış olan o “hiçkimse”nin atması gereken, yani kimsenin taş atma hakkı olmayan kişi. Bu yönüyle, şu anda bütün toplumu sarsmış olan bu olay sadece kadın ve erkeği ve en başta onların eşlerini ve ailelerini ilgilendiriyor. Bu yönüyle vicdanım; incinmiş, incitilmiş, utandırılmış, mahremleri en çirkin biçimde ortaya dökülmüş mağdurlar için acıyor. Siyasetçi insanın da hepimiz gibi insan olduğunu ve hiçbirimizin ilk taşı atacak kadar temiz olmadığımızı hatırlatmak istiyorum.
İkinci olay ise SİYASAL. Evet, Baykal’ın kendisinin de söylediği gibi, siyasal bir KOMPLO ile karşı karşıyayız. Kendisinin ve partililerin inandıkları gibi CHP’ye karşı değil Baykal’ın şahsına yönelik bir komplo bu. İşte bu nokta, tam da insanın ve vicdanın unutulduğu, siyasetin kirletici kara damgasını vurduğu yer. Birileri, bir merkez, bir güç bu komployu kurmuş. CHP genel kurulu öncesinde piyasaya sürülüyor. Türkiye’de pek görülmemiş bir kirli yöntem, ama dünyada örnekleri var. Nereden hangi merkezden kotarılmış ve uygulanmış olursa olsun, böyle pervasız ve ahlâksız bir komplonun Türkiye’de temiz politikaya, saydam devlete, demokrasiye, hepimize, bütün yurttaşlara nasıl bir tehdit oluşturduğunu görmemiz ve asıl bu mihraklarla, bu zihniyetle mücadele etmemiz gerekiyor. Birileri bu kirli, bazan da kanlı yöntemlerle, bu ülkenin kaderiyle oynuyor.
Baykal olayının ya da skandalının bu iki boyutunun birleştiği nokta ise, siyasetçinin etik kimliği ve duruşu. Ne Baykal ne de yandaşları kasetin bütünüyle düzmece olduğunu iddia edebildiler. Zaten dört günlük suskunluk, ne yazık ki kabul anlamına geliyor. Baykal istifasını açıkladığı konuşmasında komplodan söz etti, haklıydı; ama komplo dediği, görüntülerin servis edilmesi ve açığa çıkmasıydı, kasetin içeriği değil. Eğer bütünüyle imal edilmiş, hiçbir gerçekliği olmayan bir video kasetiyse söz konusu olan, o zaman çok şey değişir tabii; ama şu anda eldeki bütün veriler ve bizzat Baykal’ın sözleri bu ihtimali güçlendirmiyor. Siyasetçinin ve benzer konumlardaki insanların, siyasal pozisyonlarını korudukça sizin benim gibi sıradan insanların hakkı olan özel yaşamlara hakları ve olanakları yoktur, ne yazık ki! “Yaptımsa yaptım, sevdimse sevdim, bu sadece benim eşimi, ailemi ilgilendirir, size ne lan!” diyemezler.
Yazının başında sözünü etmeye çalıştığım, sıkıntısını, kıstırılmışlığını içimde duyduğum İNSAN’ı, Baykal istifa açıklamasını yaparken kaybettim. Sonuna kadar siyasal hesaplı bir konuşmaydı. Bugüne kadar gerek kendisi gerekse partisi tarafından şeriat özleminin, rejime sinsi komplonun odağı ilan edilen Fethullah Gülen ve cemaatini aklayarak, “bu komployu yapmadıklarına ikna oldum” diyerek ve sonra da yine aynı sübjektif yargıyla, delilsiz ispatsız komployu hükümete yükleyerek, olay üzerinden siyasal getiri sağlama çabaları “insan”ı yine gölgeledi. 
Bir kez daha iktidarın, siyasetin, iktidar peşindeki ve odağındaki insanın neler yitirdiğini düşündüm. Bir de, her kim örgütlemişse örgütlemiş, derinlerden gelen ne kadar vahim ve acımasız komplolarla karşı karşıya olduğumuzu fark edip korktum.
İktidara yönelik siyasetin kitabında insan da vicdan da yoktur. Orada insan sadece bir araçtır. Kullanılır ve gereğinde paçavra edilip bir köşeye atılır. Orada pis komplolardan kaynaklanan mağduriyetlerden bile siyasal rant sağlanmaya çalışılır ve de özellikle Türkiye’de sağlanabilir de. Hiç şaşmayalım Baykal bütün bu olanlardan kendi partisi içinde güç sağlayarak çıkarsa. Ne de olsa bizim millet “erkek adam” meraklısıdır ve lider tapıncına kurbandır.
Asıl acım da şu ki, bu çirkin gelişmenin tek ve gerçek kurbanı ve mağduru hikâyenin  kadın kahramanı olacaktır. Her zamanki gibi.

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"