Bizim siyaset erbabının dili kabalıktan pespayeliğe, nefretten vahşete doğru hızla ilerliyor. Halk, içinden “Hop, beyler! Aile var” diye geçirse bile, dışarıya karşı suskun. Daha doğrusu öteki mahallenin kabadayısına celalleniyor da kendi mahallesindekinin sözlerini edimlerini duymazdan, görmezden geliyor.
Günlerdir, memleketin ve siyasetin en önemli meselesi haline getirilen “önüne yatma” küfürleşmesi, bütün tarafları rezil ederek, cinsel sapıklık ithamlarıyla sürüyor. Ne var ki onlar bunu siyasî mücadele, iktidar dili veya muhalefet yapmak sanıyorlar. Ve bu utanç verici söz düellosu sürerken, yüzlerle insanımız “şehit” olarak “etkisiz hale getirilerek”, ya da savaşın ortasında kim vurduya giderek ölüyor. Binlerce insanımız çatışma bölgelerinde kıstırılmış, sokağa çıkma yasaklarının bilmem kaçıncı gününde, korku içinde bekleşiyor. Yüzbinlerce insanın evi barkı yıkıldı, yurdu yuvası dağıldı. Sur’da Cizre’de molozların içinden ceset parçaları çıkıyor.
Küfürler, hakaretler havada uçuşurken, sürüp giden keyfî uygulamalara, yargı ayıplarına, hak ve özgürlük ihlallerine yenileri katılıyor. Nefes alınabilecek mazgal delikleri birer birer kapatılıyor. Akan kanı ve yaşanan yıkımları az bulan canavar müsveddelerinin “Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmama” talepleri yerine getirilirken, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve vatandaşlıktan çıkarılmaları hazırlıkları hızlanıyor. Yeni terör saldırıları kaygısıyla kitleler tedirgin, halk umutsuz, çaresiz. Ve bizim siyasetçilerimiz; Cumhurbaşkanı’ndan ana muhalefet liderine kadar birbirlerine laf, hayır, hakaret ve küfür sallamakla meşguller.
Yatmak, nereye olursa olsun
netameli bir sözcüktür
Bir haftadır; önüne yatmak, üstüne yatmak, altına yatmak, yanına yatmak deyimleri üzerine çeşitlemeler ve Türkçe araştırmaları yapıyoruz. Yazarlarımız çizerlerimiz, kim hangi tarafta yer alıyorsa kendi adamını aklamak, ötekini karalamak için cansiperane çalışıyorlar. Taraflar ve taraftarlar mevzilere çekildiler, oradan ateş ediyorlar. Muhalefet; Bakan Hanım’ın AKP’nin dindar-kindar gençlik yetiştirme folluklarından biri olan Ensar Vakfı’nın pisliğini, açığını ört bas etmek niyetiyle söylediği, çocuklara tecavüzde bir kerecikten bir şey olmaz, mealindeki sözleri üzerinden iktidarı köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ramazanoğlu için sarf ettiği “Ensar Vakfı’nın önüne yattı” sözünün en hafif deyimle yersizliği, düzeysizliği, binbir dereden su getirilerek aklanmaya çalışılıyor.
Bunca yıldır yazıp çiziyorum, dil üzerine sürekli düşünen biriyim; Bana kimse “önüne yattı” sözünün masumiyetinden söz etmesin. “Sapına kadar erkek” toplumumuzun psikoza varan cinsel saplantıları, İslamî muhafazakâr geleneğin kadına ve kadın cinselliğine bakışı, eril dilin hakimiyeti nedeniyle, Türkçe’de pek çok sözcük veya deyim, kullanıldığı bağlama göre cinsiyetçi anlam değişikliğine uğrar. “Yatmak” fiili bunların başında gelir. Ben Sayın Kılıçdaroğlu’nun bu deyimi bilerek cinsiyetçi amaçla kullandığını düşünmüyorum ama meramını anlatmak için: “kol kanat germek”, “korumak”, vb. en az altı yedi eşdeğer sözcük bulunabilecekken önüne yatmak deyimini seçmesinde, toplumun bilinç altına işlemiş kadın aşağılamasının izleri kadar, siyasî basiretsizlik ve Erdoğan üslubuna öykünme görüyorum.
Aynı zamanda polis ve mafya jargonunun da parçası olan önüne yatmak sözünü, mesela “Bizim hanım oğlunu korur, çocuğuna kol kanat gerer” anlamında evde, sokakta kullandığını hiç sanmıyorum. İlk duyduğum anda irkildiğim, saygısız ve cinsiyetçi bulduğum, Kılıçdaroğlu adına utanıp üzüldüğüm bu sözü savunanlara da şaşıyorum. Bakan Ramazanoğlu’nun Ensar Vakfı’nı koruma telaşıyla sarf ettiği sözler siyasî ve ahlakî olarak kabul edilemez, sonuna kadar eleştirilmeli, Bakan kınanmalıdır. Ancak Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözü de siyasî üslup ve muhalefet tarzı olarak arka çıkmayı değil eleştirmeyi gerektirir.
Erkek dilinin kurbanı kadınlar
Yandaşlık, amigoluk ve çifte standart toplumumuzun içine işlemiş durumda. Toplumsal yarılma ve cepheleşme derinleştikçe daha da beter hale geliyor. Yapılan iş veya söylenen söz değil, kimin yaptığı, kimin söylediği önem kazanıyor. Kendi mahallenizden biri yanlış yapmışsa, suç işlemişse yanlışın, suçun arkasında duruluyor. Bizim mahalledeki tecavüzcüye ve onu besleyip büyütenlere dokundurmam, senin mahallendekini ise asarım, zihniyeti bu.
Bakan Ramazanoğlu’nun sözlerini ilk duyduğumda, partisinin, özellikle de AKP’li kadınların eleştirel bir tavır almaları; Vakfı değil, mağdur çocukları ve ailelerini korumaya yönelik açıklamalar yapmasını talep etmeleri gerektiğini düşündüm. Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözlerini ilk duyduğumda da CHP’li kadınların Genel Başkanları’nı uyaracaklarını; Kılıçdaroğlu’nun bu sözü siyasî polemik ortamında, eski bakan Muammer Güler’in skandal niteliğindeki bir sözüne atfen söylediğini, yine de Barbarosoğlu’ndan yanlış anlaşılma nedeniyle özür dilemesi gerektiğini hatırlatacaklarını düşünmüştüm. Ama o da ne! Önce CHP’li bazı kadın milletvekilleri Başkanlarının sözünün arkasında olduklarını açıkladılar, ardından İzmir’de AKP’li kadınlarla CHP’li kadınlar kendi reislerinin cinsiyetçi, aşağılayıcı, küfürbaz dillerini birbirlerine karşı savunmak için kavgaya dönüşmesine ramak kalan bir eylem yaptılar. Oysa, kendi liderlerinin ayıplarının “önüne yatmak” yerine kadın olarak, anne olarak, kadın siyasetçi olarak bu ülkenin çocuklarının tacize, tecavüze uğramalarına, mağduriyetlerinin hafife alınmasına karşı, mağduriyet nereden gelirse gelsin, hangi kurumun bünyesinde gerçekleşirse gerçekleşsin birleşmeleri gerekmez miydi?
Siyasetin kendisi gibi dilinin de inanılmaz boyutlarda çirkinleştiği ve bu çirkinliğin geniş kitlelere de yayıldığı şu günlerde biz kadınlar kendimizi hunhar, kaba, küfürbaz erkek dilinin nesneleri, erkek siyasetinin maşaları olmaktan korumaya çalışalım. Bu adamlara: “Birbirinizin ister önüne, ister arkasına, neresine yatarsanız yatın ama artık yeter! Terbiyenizi takının, bas bas bağırıp boşboş böğüreceğinize şu kanı, şu savaşı, kadınlara, çocuklara yönelen vahşeti, toplumdaki ahlak ve değer aşınmasını durdurmak için adım atın!" diye hep bir ağızdan bağıralım.
Belki utanırlar…