Bir amcam vardı; kafası attı mı küfürbazdı, kadınlara karşı ise her zaman çok saygılıydı. Olay neydi hatırlamıyorum ama bir gün dayanamayıp, bardağı taşıran bir hanıma “Çüşünüz ulan hanımefendi!” dediğini hatırlarım.
Şu günlerde içimden gelen tek söz: “Çüşünüz Sayın Baylar!” Tam bu başlıkla bir yazı yazacaktım ki, o bayların kimler olduğunu hemen tahmin eden bir yakınım, “Aman haa... Kimi büyükler üzerlerine alınır dava açarlarsa, ne sende ne de t24’te tazminatları ödeyecek para var” dedi. Canım ben büyüklerimizi kastetmedim, dediysem de yemedi tabii. Bu başlıktan vazgeçtim, zaten yaşıma, başıma, tarzıma da pek uymuyordu. Başlığı ve konuyu değiştiriyorum.
Bazı 'Sayın Baylar'dan İnciler
Önce, protokoldeki yeri gereği ve de baş olduğu için tabii ki Başbakan’dan başlamalıyım. Son haftanın en “hit” sözleri ondan geldi: “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” ve bu sözü eleştirenlere karşı anında cevap: “Dindar olmasınlar da tinerci mi olsunlar!” Ardından, bu söze gelen tepki ve eleştirilere karşı Salı grup toplantısı atışmaları-oturtmaları çerçevesinde: “Benim bu sözlerimi eleştirmekle 31 Mart vakasına, Menemen olaylarına, 27 Mayıs öncesinde iktidara verilen tepkiler tıpa tıp aynıdır. Kimse bize parmağını sallayarak bize akıl vermesin” cevabı. (Bu sırada öfkesi yüzünden okunan Başbakan’ın, sadece parmağını değil her bir yerini tehditkâr şekilde sallamakta olduğunu hatırlatalım.)
İkinci sırada, Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü Bülent Arınç var: Bir televizyon kanalında Kürtçe eğitim sorunu konuşulurken Arınç’ın “Kürtçe medeniyet dili değil” dediğini duyduğumda; yıllar önce, yanılmıyorsam Meclis Başkanlığı döneminde sarfettiği “şeyini şey ettiğimin şeyi” sözünü hatırladım. Yine de kulaklarıma inanamayıp bu kadar pervasız, aşağılayıcı ve bir o kadar da dil ve medeniyet cahili ifade karşısında, ben mi yanlış duydum acaba diye kendimi sorguladım. (Küçük hatırlatma: 1937-38’de Dersimliler medeniyeti kabul etmedikleri, Cumhuriyet elitlerinin medeniyet anlayışına uymadıkları için, resmi belgelere göre de “medenileştirmek” amacıyla katledilmişlerdi.)
Bir diğer AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli, bugünlerde belli ki fena acıtan Paul Auster’i “Ergenekoncu-neocon Şimon Perez’in devreye soktuğunu iddia ederken, ister inanın, ister inanmayın şöyle konuştu: “Neocon-Ergenekon kadrosunda teknik direktör Şimon Perez; kaleci, teröristbaşı Öcalan; geri üçlüde Sarkozy, Angela Merkel, Benyamin Netanyahu; orta sahada, Mehmet Haberal, Doğu Perinçek, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Yalçın Küçük. İleride de Kılıçdaroğlu ve Selahattin Demirtaş.”
Efendisi, “biraz sus” mu demişti nedir, bir süredir incilerinden mahrum kaldığımız Sayın İçişleri Bakanı Şahin’i sona sakladım. Sayfalarca yazı yazsam anlatamayacağım bir zihniyet iklimini ve siyaset tarzını üç cümleyle özetledi: 1-“Büyük Atatürk’ün dediği gibi, eğer mevzuubahis vatansa gerisi teferruattır.” 2- “Dışarda özgürlük yoksa, içerinin farkı yok demektir ki, o zaman tutuklanınca şikâyet etme.”, 3-“Ayrışmak isteyen beyinsizler var.”
Hükümet ve devlet büyüklerinin benzer sözlerine garnitür olarak birkaç zenginleştirici örnek daha:
Bir televizyon programında (TvNet: İlm-i Hâl) programa çağrıldığına göre ilim sahibi olduğu varsayılan bir zat İslam ve kadın konusunda “Allahın kelamı” dediği yüksek fikirlerini beyan ediyor: “Allah-ı taâlâ birden fazla zevceliliği, çok eşliliği Müslüman erkeğe bahşetmiştir.” Moderatör soruyor: “Efendim, Peygamber efendimiz zamanında, biliyorsunuz savaşlar, afetler var. Kadınlar sahipsiz kalıyor, dullar fakrü zarurete düşüyorlar. Bu yüzden mi acaba?.. “Hayır, Allah’ın izinleri ve lutufları zamandan mekândan münezzehtir”. Yani gerekçe aranmamalı, çok eşlilik her zaman her yerde geçerlidir, diyor. Moderatör âlimin karşısında ezik büzük , “Hocam, bir hanım, eşinin kendisiyle ilgilenmediğinden duyduğu ezikliği dile getirmiş, bu konuda ne dersiniz?” diye soruyor bu defa. Cevap:”Tabii haksızlık yapılmamalı, erkek hepsine eşit davranmalı, dört günde bir gönüllerini hoş etmeli diyor Peygamber Efendimiz.” (Gönül hoş etme, eşitliği sağlama, hak ve adalet hesabı, görüldüğü gibi öyle iki falan değil dört kadın üzerinden yapılıyor.) Ben içimden, bu ülkede bir medeni kanun yok mu, çok eşlilik resmen yasak değil mi, her şeye maydonoz ahlâk bekçisi RTÜK bu gece izinde mi, diye düşünürken program bu minval üzere sürüp gidiyor.
Yine bir televizyon programı. Bu defa CHP Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ekranda. 12 Eylül’ün sorumlularının: Evren’in, Şahinkaya’nın yargılanması için ne diyorsunuz, sorusuna verdiği cevap: Kenan Evren’i, Şahinkaya’yı yargılayacaklar da ne olacak!
Kılıçdaroğlu bu günlerde CHP’deki iç tepişmelerle ve başkanlık postunu kurtarmakla meşgul olmasa haf tanın seçmelerine çok katkısı olurdu; yazı renklenirdi. Onun yerine partisinin Mersin Milletvekili muhalif İsa Gök’ün Kılıçdaroğlu’na, “demokrat olmadığı, solcu olmadığı için muhalefet ettiği” açıklamasını; Gök’ün partideki en sert ulusalcılardan, Silivri’nin en dişli gönüllü avukatlarından olduğunu da hatırlatarak zikredeyim.
Alerji Oldum, İçimde Kalmasın
Bu yazı son günlerde epeyce bunalmış birinin iç dökme yazısı olduğuna göre, hadi içimde kalmasın, medya çevresinde yaşanan bir hoyratlığa da değineyim. Ece Temelkuran’ın The Guardian’da çıkan yazısı üzerine Etyen Mahçupyan’ın Zaman’da çıkan yazısından ve sonraki gelişmelerden söz etmek istiyorum. Hrant’ın arkadaşlarına, farklı çizgilerden, çevrelerden gelip Hrant’ta vicdan temelinde buluşanlara “Hrant’ın Parazitleri” diyebilen; Ece’yi, hainlikle, Ergenekonculukla yaftalayan bu yazı, özellikle twitter üzerinden Temelkuran’ı çarmıha germeğe dönüştü. Saldırının nedeni anladığım kadarıyla Ece Temelkuran’ın Türkiye’de basın özgürlüğünün sorunlu olduğunu, gazetecilerin korktuklarını yazmış olmasıydı. Paul Auster olayının üstüne gelince AKP ve yandaşı çevreleri acıttı anlaşılan.
Ergenekoncu-Balyozcu provokasyonu zamanında fark etmeyip Cumhuriyet mitinglerine sahip çıktığı için; 12 Eylül referandumunda ben “Yetmez ama Evet” derken o bu görüşü tehlikeli ve yanlış bulduğu, yer yer ağır eleştirdiği için; AKP’ye ve geleneksel sola bakışımızda önemli farklılıklar olduğu için Ece ile aynı siyasal düzlemde durmuyoruz. Ayrı bir yazıda ele almayı düşündüğüm Hrant Dink cinayeti’nin AKP ile ilişkisi konusunda da ondan farklı düşünüyorum. AKP sözcülerinin, “bu Ergenekoncuların işi” demeleri kadar, bu AKP’nin işi denmesini de eksik, yanlış, yüzeysel buluyorum. Bu bakışlar ve anlayışlar, derin ve kirli devletin, toplumu yüzyıldır esir almış darbeci vesayetin karşısında birleşmek yerine cepheleşmeye sürüklüyor bizi.
Evet, o cinayet 2000’lerin başından beri Türkiye’de sivil iktidarları (özellikle de AKP’yi) sarsıp ülkeyi destabilize etmeyi ve zaten içinde oldukları devleti bütünüyle ele geçirmeyi amaçlayan kod adı Ergenekon olan çetelerin derin devletle dayanışmasının ürünüydü. Bir dizi benzer provokasyon içeren kanlı plan, Ergenekoncuları da aşan, devletin derinliklerine uzanan bir zihniyetin temsilcileri tarafından çizilmişti. Bugün ulusalcı kesimde yer alanlar: CHP ve bir kesim sol, devletçi-vesayetçi odaklar bu oyunun destekçileri ve aktörleri oldular. Büyük resme bakıldığında, Hrant’ı AKP öldürttü demek, bunu çağrıştırmak AKP karşıtlığına ve öfkeye yenilmiş sığ bir bakış bana göre. Ama iktidar partisinin bu cinayetin üstüne etkin şekilde gitmemesi, karardan sonra konuyu kimseyi tatmin etmeyen mazeretlerle geçiştirmesi, yıllardır soruşturmanın derinleştirilmesinin ardına siyasi irade koymayıp şimdi bu cinayeti de Ergenekon sepetine (ya da kuyusuna) atma çabaları da bir o kadar sorunlu değil mi? Hrant’ın gerçek katillerinin, azmettirenlerin bulunması için hep birlikte irade belirtelim, siyasi iktidarı davanın arkasında durmaya zorlayalım demek varken (ve sonuç ancak böyle güçlü bir demokratik zorlamayla alınabilecekken) kendimizinkinden farklı bir algısı, bu algıyı yansıtan farklı yorumu, farklı bir siyasal duruşu var diye karşımızdakine hakaret etmeye, hedef haline getirmeye, alaycı dille aşağılamaya ne hakkımız var?
Ayrışmak İstiyorum
Birkaç gündür, kıpkırmızı kollarla ve boyunla dolaşıp hatır hutur kaşınıyorum. Dermotolog bir sürü tahlilden sonra dış koşulların doğurduğu aşırı stres ve can sıkıntısına bağladı durumumu. Hani, ürtiker çıkardım sıkıntıdan denir ya, öyle bir hâl işte.
Ne demişti İçişleri Bakanımız? Ayrışmak isteyen beyinsizler var, gibi bir sözdü. Ben o beyinsizlerden biri olarak, yukarda sadece birkaçını aktardığım gündelik herzelere artık dayanamıyorum; ayrışmak istiyorum. Birbirinin karşıtı görünse de aslında hepsi aynı zihniyet dünyasının, aynı sığlığın, aynı at gözlüklülüğün, aynı tahammülsüzlüğün, aynı eril iktidar dilinin ürünü olan bu kof ve çatışmacı iklim boğuyor beni. Bir dinsiz, beyinsiz, medeniyetsiz olarak, çifte standartlarınızdan, cehaletinizden, otoriter biat geleneğinizden, vesayetçi devletinizden, laik ya da dinci, sol ya da sağ her çeşit toplum mühendisliğinizden, yalakalıklarınızdan, insansızlık ve vicdansızlıklarınızdan kurtulup basit, özgür, barışçı, vicdanlı yaşamak istiyorum.
Sakın yanlış anlayıp da, Başbakan’ın tavrı ve diliyle “ Ayrışsan ne olur, ayrışmasan ne olur, kim takar seni, git ne duruyorsun” filan demeye kalkışmayın. Bir yere kıpırdadığım yok. Ayrışmak istediğim; sığlığınızın, kibrinizin, cehaletinizin, errrkekkkk zihniyetinizin yarattığı boğucu iklim.
Şimdilik sığınacak hazır bir liman yok. Ama yaşadığımız günlerde bu toplumda öyle bir kıpırdanma, sağdan soldan gelen hoyratça sindirmelere, prangaya dönüşen ezberlere, yaratılan umacılara karşı öyle bir düşünce ve tartışma ortamı gelişmeye başladı ki, umutsuzluğu engelliyor. Müslüman, Kürt, Ermeni, Türk, Alevi, sosyalist, liberal, ulusalcı; her mahallenin eli sopalı bıçkın muhtarları var; ama kimisi açıktan kimisi derinlerden, her mahalle kendi içinde tartışıyor, konuşuyor. Son yılların en büyük kazanımı bu zaten. Konuştukça, tartıştıkça, düşündükçe beyinler elastikiyet, cevvaliyet kazanır. Eğer umutsuz vaka değilseniz değişime açılırsınız; at gözlükleri düşer, ezberler bozulur. Eski statükocuların da yeni statükocuların da asıl dertleri belki dört bir yanda, hatta kendi mahallelerinde bile engelleyemedikleri bu ezber bozucu hava.
Kendine güvenen hırçınlaşmaz. Saldırgan, kibirli, saygısız “ben”ci üslup aslında gücün değil zaafın belirtisidir. Bilinç altında bile olsa...