15 Ağustos 2012

AKP'nin ve PKK'nin meşruiyet yitimi

Başlık, AKP yandaşlarını da PKK yandaşlarını da yerlerinden hoplatacak, ağızlarını köpürtecek cinsten, biliyorum. Ama vurmadan önce bir dinleyin hele

Başlık, AKP yandaşlarını da PKK yandaşlarını da yerlerinden hoplatacak, ağızlarını köpürtecek cinsten, biliyorum. Ama vurmadan önce bir dinleyin hele.

Siyasal yapıların, örgütlerin, partilerin bir siyasal- yasal meşruiyetleri bir de  toplum nezdinde ahlâki- vicdanî meşruiyetleri vardır. Siyasal-yasal meşruiyet mutlak değildir, görecedir; zamana, mekâna, topluma, rejime göre değişir.

Yasal meşruiyetleri olmayan, belli bir yerde ve dönemde illegal sayılan yapıların, partilerin, halk kurtuluş hareketlerinin ise; davaları, amaçları, yöntemleri, araçlarıyla belirlenen farklı bir meşruiyetleri vardır. Ezilen halkların, ayrımcılığa uğramış grupların, sömürülen sınıfların, mağdurların hakları, özgürlük ve bağımsızlıkları için mücadele veren yapılar, ahlâkî ve vicdani meşruiyet edinirler. Siyasal yasal meşruiyete sahip muktedirler ne kadar zalim, ne kadar despot, ne kadar hukuk dışılarsa, mağdurlar adına mücadele edenler uluslararası ve ulusal kamuoylarının sempati ve desteğinden o kadar yararlanırlar, ahlâkî ve vicdani meşruiyetlerini pekiştirirler. Felsefî, etik boyutları bu yazıyı aşan, güç ve çok tartışmalı bir konudur bu. Tarih ve toplumda “zor” kullanımının yeri ile doğrudan ilgilidir. Geçelim...

 

Meclisten Kaçmanın Vebali

 

Demokratik parlamenter sistemde, yasal partilerin, hele de iktidar partisinin meşruiyet kaynağı; siyasilerimizin dillerine persenk ettikleri “milli irade’dir. Milli irade, sadece iktidar partisine oy vermiş olanların değil bütün halkın iradesidir. Ülkeyi (yani bütün halkı) ilgilendiren önemli bir sorun; meselâ bir savaş, bir dış tehdit, siyasal veya ekonomik bir kriz, büyük bir doğal afet, vb. olduğunda, ister iktidar ister muhalefet, kim gerek görüyorsa, yani teklif ne taraftan gelirse gelsin, konu Meclis’te görüşülmek durumundadır. Bunun yasal zorunluluğu olmayabilir. Ama millî iradeye saygı sözü bir kandırmacadan ibaret değilse, demokratik parlamenter sistemde, Meclis’ten kaçanların  meşruiyetleri tartışmalı hale gelir.

Son birkaç aydır yaşanan gelişmeleri hatırlarsak, Meclis’in olağanüstü toplanması talebinin muhalefetten değil, iktidar partisinden gelmesi gerekirdi. Bölgeyi ve Türkiye’yi savaşın eşiğine getiren kanlı Suriye krizi, dört parçalı Kürt siyasal hareketindeki kıpırdanmalar ve PKK’nin bölge hâkimiyeti stratejisi; iktidar partisinin “tek adam” durumundaki liderinin (ve çevresindeki birkaç kafadarının) çapını, çerçevesini, kalibresini  çoktan aşmış önemde karmaşık sorunlardır. Üstelik savaş ve kriz, ardından çıkması mukadder olan ekonomik krizle birlikte hepimizi, bütün halkı ilgilendirmektedir. Meclis’in toplanması teklifini kargaları güldürecek gerekçelerle reddetmek, parlamenter demokrasiyi âmiyane terimle “iplememek”, ona  inanmamak demektir.  Başbakan Erdoğan, yine ağzı köpürerek, yüzü tekallüs etmiş (kasılmış) şekilde, Meclis’i toplamanın PKK’ye boyun eğmek olacağını söyleyip teklif sahibi muhalefet partisini teröristlerle işbirliği yapmakla itham ederken, farkına bile varmadan, müthiş bir zaaf ve yenilgi psikolojisini yansıtmaktadır. Meclis’ten çekindiği görüntüsü (ve galiba gerçeğiyle) PKK’yi, maalesef kendisi güçlendirmektedir.

Ne CHP, ne AKP, ne PKK, hiçbiri umurumda değil benim: Ben şu günlerde bir yurttaş olarak nereye sürüklendiğimi, kendi iradem hilafına nasıl bir savaş ve krize sokulmakta olduğumu bilmek, öğrenmek, tartışmak istiyorum. Bu amok koşusunun AKP’yle birlikte bütün ülkeyi çıkmaza sürüklediğini düşünüyorum. Yanlış düşünüyorsam (ki mümkündür) doğrunun nerede olduğunu, ne yapıldığını, ne düşünüldüğünü, saklısız gizlisiz anlatması gereken, iktidardır. Konuşmanın, tartışmanın, açıklamanın, aydınlanmanın yeri de Meclis’tir.

Meclis’ten kaçan bir iktidar, benden, senden, bizden, milli iradeden kaçıyor demektir ki, siyasal-yasal meşruiyeti yüzde 50 değil yüzde 90 çoğunluğa da dayansa, ahlâkî- vicdanî meşruiyetini yitirmiştir. O andan itibaren de yapmayacağı yanlış, başvurmayacağı kandırmaca, daha da önemlisi yeltenmeyeceği antidemokratik baskı yoktur. (Şekil 1, 3, 5....100’de görüldüğü gibi)

 

PKK’nin Meşruiyeti

 

PKK dünyadaki diğer benzer hareketler gibi, yasal meşruiyete sahip olmayan (illegal); ancak bir halkın hak ve özgürlüğü adına mücadele etmenin ahlâkî – vicdanî meşruiyetine bürünmüş, dünya kamuoyu ve Türkiye demokratik kamuoyu nezdinde bu meşruiyetin ayrıcalığından yararlanan bir yapı. Zaman zaman, aydınlara yöneltilen PKK’ye doğrudan karşı çıkmama, PKK’yi eleştirmeme, teröre müzahir olma gibi suçlamalara yol açan, tam da bu vicdanî meşruiyettir işte. Muktedirlerin zulümlerine karşı halkların, sınıfların, zümrelerin mağduriyetlerine hassas olmayı ahlâkî bir düstur olarak benimsemiş sol aydınlar, -bu satırların yazarı da dahil-  pehlivanla yaşlı nine güreşirken tarafsız kalmayı ahlâk anlayışlarına yediremezler. Öte yanda, silaha, savaşa, baskıya ama’sız karşı çıkmak gibi bir ahlâki yükümlülük de vardır. Bu noktada çoğu zaman açmaza düştüğümüz, kendimizle, ilkelerimizle çeliştiğimiz olur. Daha önce de söylediğim gibi siyah beyaz olmayan zor bir konu, zor bir etik tercih, zor bir siyaset felsefesi problemidir bu.

Bir halkın, Kürtlerin hak ve özgürlükleri yüzlerce yıldır engellenmişse, devlet ve gelmiş geçmiş bütün iktidarlar, bütün muktedirler sünnî Türk egemenliği adına sadece hakları değil kimlikleri, gururları, haysiyetleri ayaklar altına alınan Kürtleri ezmekte birbirleriyle yarışmışlarsa, bu halkın hak ve özgürlük mücadelesi (hatta kendi kaderlerini tayin hakkı) için örgütlenmesini ve bu uğurda mücadele etmesini nasıl lanetleyebiliriz! Bir savaş varsa, orada kan, zulüm, ölüm ne yazık ki kaçınılmazdır. Yapabileceğimiz tek şey; uğruna mücadele edilen haklı taleplerin, hak ve özgürlüklerin sağlanmasına katkıda bulunmak için, zalimlere karşı  mağdurlarla saf tutmaktır.

Ancak, anlatmaya çalıştığım ahlâkî vicdanî meşruiyet sınırsız ve  mutlak değildir. Mücadelede ahlâk ve vicdan dışı yöntemlere başvurulduğunda, yani kullanılan araçlar amaçla ters düştüğünde, mücadeleyi yürüten örgütün/yapının ahlâkî vicdanî meşruiyeti tartışma konusu olur. En azından benim için böyledir bu. Zalimin zulmüne karşı çıkarken mağdurun zulmünü ve ahlâkî zaafını hoş görürsem, kendi ahlâk ölçülerimi ve vicdanımı da yitiririm.

PKK’nin geçmişte de meşruiyet sınırlarını aşan eylemleri olduğunu biliyoruz. Sivil halka yönelen saldırılar, cinayetler, çoluk çocuğun “yanlışlıkla” öldürülmesi ve de adam kaçırmalar (özellikle zavallı işçilerin, emir kulu askerciklerin, sivil memurların kaçırılması), sözünü etmeye çalıştığım ahlâkî vicdanî  meşruiyet sınırlarını aşar. Son olarak, bir başka mağduriyetin: Dersim’in sözcüsü Hüseyin Aygün’ün kaçırılması (serbest bırakılmış da olsa) PKK’nin zaten epeyce incelmiş olan meşruiyet zırhını fena halde delmiştir. Bu bir propaganda eylemi de olsa, bizzat Aygün’ün açıklamalarındaki gibi barış taleplerinin altını çizmek için de yapılsa, minare kılıfa sığmamaktadır. Barışa bu kadar istekli ve meraklı olanların adam kaçırmak yerine Hüseyin Aygün’ün Meclis’teki odasına ya da Tunceli’deki yazıhaneseni uğrayıp diyalog kurma olanakları her zaman vardı, silahla yol kesip adam kaçırmaya gelene kadar, kahve çay içerek de aynı şeyleri konuşmak mümkündü.

İster siyasal - yasal meşruiyet, isterse ahlâkî- vicdanî meşruiyet olsun, belli sınırları zorlayıp dışına çıktınız mı, o anda kendinizi çok güçlü görseniz, fark etmeseniz bile, sonunuza yaklaşıyorsunuz demektir. Yanlış adımlar fena halde ayağınıza dolanır. Kitleler gözünde ahlâkî-vicdanî meşruiyet yasal meşruiyetten çok daha üstündür.

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"