Neredeyse tam 50 yıl önce, 10 Ekim 1965 sabahı, hayatımda ilk kez oy kullanmak için sandığa giderken, oy vereceğim parti olan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar ile karşılaştım Bebek’te. Heyecanımı yenerek, babamın gençlik arkadaşı olduğunu bildiğim Aybar’a kendimi tanıttım ve nasıl bir sonuç beklediğini sordum. Etkileyici sesiyle sonuçtan umutlu olduğunu, TİP milletvekillerinin Meclis’e girmesinin Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı olacağını söyledi, anımsadığım kadarıyla.
Çetin Altan’a oy verdim
1965 seçiminde oy verdiğim kişilerden biri de İstanbul’da TİP listesinde bağımsız aday olarak yer alan Çetin Altan’dı. Seçim kampanyası sırasında radyodan yayınlanan parti konuşmalarından belleğimde kalanlar da, “İşçiler, köylüler, marabalar..” diye kükreyen Yaşar Kemal’in davudi sesi ve “dostlarım” diye söze başlayan Çetin Altan’ın inandırıcı tonuydu.
Sonuçta, Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi oyların yüzde 53’ünü ve parlamentodaki 450 sandalyeden 240’ını alarak iktidarını perçinledi, o dönemde barajsız nispi temsil sistemi uygulandığı için, yüzde 3 dolayında oy alan TİP de 14 milletvekilliği kazanarak Meclis’e (TBMM) girdi. Meclis’e giren milletvekillerinden biri de Çetin Altan’dı.
Bu 14 TİP milletvekilinin Meclis’e girmesi bile iktidar çevrelerini fena halde rahatsız etmişti. Bugün de katmerli örneğini yaşamakta olduğumuz muhalefete ve eleştiriye tahammülsüzlük sonunda, iktidar partisi milletvekillerinin Çetin Altan’a Meclis içinde sille tokat saldırmasına yol açtı. Ancak ne bu saldırı, ne daha sonraki saldırılar, ne de hakkında açılan yüzlerce dava ve hapiste geçen yıllar Çetin Altan’ın fikirlerini savunmasını önleyemedi. Onu uzaktan hayranlıkla izleyen yoldaşlarından biri de bendim.
Farklı boyuta taşınan yoldaşlık
Ben daha sonra lisansüstü eğitim için İngiltere’ye gittim ve dünyayı anlamak için her şeye çok daha geniş bir açıdan bakmak gerektiğini orada öğrendim. Çetin Altan ile tanışmam ise benim gazeteciliğe başlamamdan yıllar sonra oldu. Çetin Altan ile yakın bir dostluk yoktu aramızda ama dünya bakışımızın ve hayallerimizin benzeştiğini hissediyordum. Benim yoldaşlık diye ifade ettiğim yakınlık yeni bir boyuta taşınmıştı sanki.
Her ikimiz de insanlığın ortak bir kültüre sahip bulunduğunu, bunu reddederek daha güzel bir dünyaya erişmenin olanaksız olduğunu düşünüyorduk. Son 200 yılda bu kültürü ve uygarlığı Batı’nın geliştirmiş olmasını içimize sindiremeyip Batı düşmanlığı yapmanın saçmalığını görüyorduk. En önemlisi, dünyadaki büyük değişimi anlamaya çalışıyorduk. Yaşanan değişimi anlamaya çalışmanın daha güzel bir dünyayı hayal edebilmek için şart olduğuna inanıyorduk.
Dünyanın ve Türkiye’nin bugünkü halini anlatması için bu noktada sözü Çetin Altan’a bırakacağım ve Çınar Oskay’ın kendisiyle yapmış olduğu söyleşiden bölümler aktaracağım.
Çetin Altan’a göre dünya ve Türkiye
11 Ocak 2015 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan bu söyleşide bakın neler demiş Çetin Altan:
“Yeryüzünde büyük gelir, kültür, birikim farklılıkları var. Bu, yüzyılın ortalarına doğru bir dengeye gelir. Ama o zamana kadar, geride kalanlar varlıklarını şiddete başvurarak kanıtlama ihtiyacını aşamayacaklar gibi. ‘Ben de varım’ demek istiyorlar ama bunu sözle, çizgiyle, eserle, kitapla yapamadıkları zaman silahla yapmaya uğraşıyorlar.”
“Türkiye dünyanın dışına kaçmaya çalışıyor sürekli. Gelişmiş dünyanın kriterleri, demokrasi, hukuk burayı yönetenlerin hoşuna gitmiyor. Türkiye dünyayla bütünleşecek gibi oluyor, sonra eski haline dönüyor. Türkiye’nin büyüyüp güçlenme enerjisi sandığımdan az çıktı, bir türlü içine düştüğü tuzaktan kurtulamıyor ama eninde sonunda dünyayla bütünleşecektir, çünkü istese de istemese de dünyanın bir parçası.”
“Türkiye’den ümidinizi kesmeyin. Umut ve iyimserlik bir mücadelenin atardamarıdır. Yılgınlaşacak bir şey yok. Türkiye, tıkandığı noktadan çıkabilmek için önce Kemalistleri denedi, şimdi dindarları deniyor. Sonunda bu yapıdan bir şey çıkmayacağını anlayıp kendini radikal bir şekilde değiştirecek.”
“Kemalistler devletin hiç olmazsa görüntüsünü korumaya çalışırdı. Bunların bu özeni de yok. ‘Yıkalım, geçelim’ gibi davranıyorlar. Bir de yüz yıldan beri ilk kez devlet hazinesini ele geçirdiler. Yüzyıllık açlık, kapışacaklar biraz. İttihatçılar da devlet hazinesini ele geçirdiklerinde böyle çıldırmıştı. Paraları kapışmıştı. Sonunda parçaladılar ülkeyi, yerine yeni bir devlet kuruldu. “
Enseyi karartmayız ama..
Silinmeyecek bir iz bırakarak aramızdan ayrılan Çetin Altan üstadımızın bu saptamaları çok önemli. Evet, 22 Haziran’da Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan son yazısında belirttiği gibi, hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Hayalleri onunkilerle ve benimkilerle tam olarak örtüşmese de bu görüşe katılacak olanların sayısının giderek arttığı bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye’nin şu andaki manzarasına bakıp “evet, hayal ettiğim ülkede yaşıyorum” diyecek kaç kişi çıkar doğrusu bilmiyorum ama hayal ettikleri ülkede yaşama umutları azalmakta olan insanların hayli fazla olduğunu görüyorum.
Çetin Altan’ın her şeye karşın yaptığı “enseyi karartmayın” tavsiyesi ölümünden sonra sıkça tekrarlanmaya başlandı ama zorluklar ve engellerle dolu bir kavşakta bulunduğumuzu da hiç unutmamamız gerekiyor.