Mustafa Kemal’in onlarca çok önemli sözü olduğu halde, ne yazık ki bunlardan sadece birkaç tanesi cımbızla seçilmiştir ve dağlara taşlara yazılmıştır.
Neredeyse her yerde “Ne mutlu Türküm diyene” yazısı yazar, okul törenleri “Türküm, doğruyum, çalışkanım” sologanlarıyla çınlar, ama Mustafa Kemal’in çok daha önemli ve yaşamsal sözleri unutulur gider.
İşte o unutulan sözlerden bazıları:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”
“Milli Eğitim'in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir.”
“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.”
“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır.”
“En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.”
“Toplumun düşmanı cehalet, cehaletin düşmanı öğretmendir.”
“Milli Eğitim programımızın, Milli Eğitim siyasetimizin temel taşı, cahilliğin yok edilmesidir.”
“Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hakim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir.”
“Ben, manevi miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi fakat asla taviz vermediğimizi, aklı ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.”
“Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıyız. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
“Fikirler, zorla ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez!”
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bu düşüncelerin hangisi ne kadar uygulanmıştır?
Sanki Mustafa Kemal başka bir söz söylememiş gibi, devlet dairesinde, askeriyede, caddelerde, meydanlarda, web sitelerinde, dağda taşta, her yerde, “Ne mutlu Türküm diyene!” yazar. Ama Mustafa Kemal’in asıl dikkate alınması gereken ve devrimlerin özünü oluşturan sözlerinin hiçbirisi bir yerde yazmaz; yazmadığı gibi uygulanmaz da.
Sahte Atatürkçüler, Atatürkçülüğü milliyetçiliğe indirgemeye çalışan faşist kafalılar, Mustafa Kemal Atatürk’e en büyük ihaneti yapmış ve Türkiye Cumhuriyeti’ni dinci faşistlere teslim etmişlerdir. İşin özeti bu!
Bilimden, sanattan, sorgulayıcı düşünceden, eğitimden yoksun Türkler, o nedenle mutlu da değildir; doğru ve çalışkan da değildir!
Türkler ezik, kompleksli, birey bilinci de, toplumsal bilinci de gelişmemiş, hınç dolu insanlar haline dönüşmüştür.
Türkler, başka ülke vatandaşlarına da, kendi vatandaşlarına da, hınç ve kıskançlık içinde bakar hale geldi.
Bu siyasetin en üst düzeyinde de böyle; sokaktaki vatandaş açısından da böyle.
Birbirini seven, başkalarına koşulsuz yardım eden, toplumsal dayanışma içinde olan, başkalarının başarısına ve mutluluğuna sevinen değil; birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, birbirinin açığını ortaya çıkartmaya çalışan, birbirinden nefret eden, birbirini kıskanan, birbirine hınç duyan bir insan topluluğu.
Kendine güveni olmayan, kompleksli, birey olamamış, eziklik ve hınç duygusu içinde, kendini var etmek için başkasını yok etmeye çalışan bir insan modeli.
Siyaset de, ekonomi de, sosyal yaşam da böyle biçimleniyor.
Aynı siyasetin ürünü Başbakan da hala, demokrasiyi, “Millet ne derse o olur” ilkesi sanıyor.
Diyelim ki millet faşizm istedi, demokrasi istemedi, demek ki “demokrasinin gereği olarak” o olacak!
Diyelim ki millet diktatörlük istedi, demokrasi istemedi, demek ki “demokrasinin gereği olarak” o olacak!
Diyelim ki millet padişahlık istedi, monarşi istedi, demokrasi istemedi, demek ki “demokrasinin gereği olarak” o olacak!
Diyelim ki millet şeriat istedi, teokrasi istedi, demokrasi istemedi, demek ki “demokrasinin gereği olarak” o olacak!
Yani cehaletten, vicdansızlıktan, duyarsızlıktan beslenen bir sahte demokrasi anlayışı, bir tiyatro oyunu!
Bunun en büyük sorumlusu da, bizi bugünlere getiren sözde Atatürkçüler, sahte Atatürkçüler!
Mustafa Kemal Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ihanet eden vatan hainleri!