21 Ekim 2011

PKK terörü nasıl çözülür?

Terör örgütü PKK katliam yapmaya devam ediyor. 'Özgürlük savaşçısı' ve 'gerilla' maskesi altına gizlenen...


Terör örgütü PKK katliam yapmaya devam ediyor. “Özgürlük savaşçısı” ve “gerilla”  maskesi altına gizlenen bu katiller ve cahiller topluluğu son olarak Hakkari’de 24 askeri ve vatandaşı öldürdü. Bir yandan güvenlik güçleri ve siviller ölüyor, bir yandan Kürt sorunu çözümsüzlüğe doğru ilerliyor. PKK ve onun siyasetteki uzantısı izlenimi veren BDP, Kürt halkına en büyük ihaneti yapıyor.
Kürtlerin asimilasyonuna son vereceğiz diye, insanların en temel hakkı olan yaşama haklarını ellerinden alıyorlar. Böylece milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız, BDP’ye oy veren vatandaşımız, haklıyken haksız duruma düşüyorlar ve Kürt sorunu için verdikleri mücadeleyi peşinen kaybediyorlar. BDP ve PKK bu sorunu çözmek istiyor mu o da şüpheli. Çünkü sorun çözülürse kendi varlık nedenleri ortadan kalkacak. Hepsi işsiz ve misyonsuz kalacak.
BDP hala PKK’yı bir terör örgütü olarak görmüyor, PKK’nın bu eylemlerini kınamıyor. BDP hala “savaşta çekilen acılardan” söz ediyor. Sanki ortada iki ayrı devlet var, bu devletlerin askeri güçleri birbirleriyle savaşıyor ve iki taraf da eşit statüde. Oysa hem uluslararası hukuk hem ulusal hukuk açısından PKK bir terör örgütü, devletin güvenlik güçleri ise yasal bir devletin yasal güvenlik güçleri. PKK 1984’te devletin yasal güvenlik güçlerine karşı terör eylemleri başlatıyor, devlet de kendini savunmak amacıyla bu örgüte karşı operasyon başlatıyor. Bu operasyonlar sırasında güvenlik güçleri içinde bazı kişilerin ve birimlerin zaman zaman yasaları ve insan haklarını çiğnemiş olmaları, örneğin köy boşaltma, sivillere yönelik yargısız infaz, işkence gibi eylemlere bulaşmış olmaları, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik güçlerini yasa dışı konuma sokmaz. Nitekim dünyadaki bütün demokratik ve uygar ülkelerde PKK bir terör örgütü olarak kabul ediliyor.
Türkiye’de hala 12 Eylül askeri yönetimi devam ediyor olsaydı, Türkiye faşist bir cunta tarafından yönetiliyor olsaydı, PKK terör örgütü olarak görülmeyebilirdi. O zaman Che Guevera’nın gerilla hareketi gibi buna meşru müdafa denirdi. Ancak Türkiye ağır aksak da olsa, belki Avrupa Birliği standartlarında değil ama, Orta Doğu standartlarında, demokratik bir düzene sahip olduğu için, Türkiye’de serbest seçimli ve çok partili parlamenter bir sistem var olduğu için, Kürt sorununun çözümü için de siyaseten bir olanak bulunduğu için, bu sorunu çözmek için mücadele ettiğini söyleyen siyasiler mecliste temsil edildiği için, PKK’nın eylemleri, aklı başında uygar kişiler tarafından terör eylemi olarak algılanmaktadır. PKK ise dünya gerçeklerinden kopuk, ilkel bir zihniyetle, kan dökerek bir sonuca ulaşacağını sanmaktadır. İspanya ve Fransa’yı kana bulayan ayrılıkçı ETA terör örgütü bile dün yaptığı açıklamada, 43 yıl sonra silahlı eylemlere son vereceğini açıkladı, PKK hala geri kalmış Orta Doğu zihniyeti ile ortalığı kana bulamaya devam ediyor. Şiddet kültürüyle cehaletin kaynaşması ortaya böyle bir tablo çıkartıyor.
BDP de bu şiddet kültürüne ve cehalete karşı mücadele edeceğine, bunun bir uzantısı olarak TBMM’de “savaş ve barış” şarlatanlığı yapıyor. Etnik kimlik ve dini kimlik bilinci, sınıf bilincinin önüne geçmiş olan bazı sözde “solcu aydınlarımız” da, kafalarını kuma gömmeye ve/veya BDP ve PKK ile flört etmeye devam ediyorlar. Çünkü onların yakınları, çocukları terör kurbanı olmadılar.
Onlar İstanbul, Ankara, İzmir meyhanelerinde ve kafelerinde ahkam kesip şımarıklık yapmaya devam ediyorlar. Sosyalizm ideali, farkında olsalar da olmasalar da, onlar için sona erdi. Çünkü artık sosyalizmi etnik kimlik fetişizmi ile özdeşleştiriyorlar. Kürt milliyetçiliğinin en az Türk milliyetçiliği kadar tehlikeli olduğunun farkında değiller. Kürt sorunu veya türban sorunu onlar için, sınıf çatışmalarıyla ilgili sorundan, özel mülkiyet sorunundan, ekonomik sömürü sorunundan, kapitalizm sorunundan daha önemli hale geldi. Sanki Karl Marx, etnik kimlik üzerinden daha fazla sınır yaratmak, ayrılıkçı hareketler ortaya koymak için binlerce sayfa kitap yazdı ve kapitalizmi yerle bir edip, yerine komünizmi önerdi. Sanki Marx enternasyonalist değil, nasyonalistti. Sözde sosyalistlerimiz Marx’ı da unuttular, onu müzelik bir nostalji nesnesi haline çevirdiler. O nedenle de, bilinçli veya bilinçsiz, etnik kimlik fetişizminin ve din fetişizminin maşası oldular.
Bu işin bir yönü. Asıl odaklanılması gereken konu somut çözüm önerileri. PKK terörü sorunu nasıl çözülür? Artık bunu konuşma zamanı!
1)Milli İstihbarat Teşkilatı, PKK terörünü çözmek konusunda, 1984 yılından beri, sözcüğün tam anlamıyla, tamamıyla çuvallamış durumdadır. Yapılması gereken, MİT’i, PKK terörüne yönelik baştan sona yeniden yapılandırmaktır. Bu sadece masa başında telefon, telsiz konuşmalarını dinlemekle veya rutin sıradan istihbarat belgelerinin oluşturduğu bürokrasi yığınının içinde boğulmakla ve boğuşmakla olacak bir şey değildir. MİT bir yandan istihbarat teknolojilerini geliştirmeli, bir yandan da Kürtçe bilen, belki de ana dili Kürtçe olan çok sayıda casusu, PKK’nın içine sokarak, örgütün hareketlerini daha yakından takip etmeli ve bu konularda Genelkurmay Başkanlığı ile uyumlu ve yakın bir işbirliği içinde olmalıdır. Elbette Genelkurmay Başkanlığı içindeki askeri istihbaratın da yetersiz kaldığı çok açıktır. Buradaki birimler de kendini bir an önce geliştirmelidir. Eğer MİT kadroları fazlasıyla siyasete bulaşmışsa, MİT’in içindeki bazı anti-laik ve/veya beceriksiz odaklar Genelkurmay ile sağlıklı bir işbirliği önünde engel teşkil ediyorsa, o zaman Genelkurmay’ın kendi bağımsız istihbaratı, gerekirse MİT’in de önüne geçerek, MİT’e bağımlılığını aşarak, kendisini güçlendirecek ve geliştirecek önlemler almalıdır. Sonuçta bizzat elinde silahla mücadele veren, sahada mücadele veren, bunun sonucu olarak da sık sık şehit olan asker, MİT üyeleri ve bürokratları değil.
2)PKK’nın Kuzey Irak, İran ve Suriye’deki alt yapısı çökertilmelidir. Suriye’nin yıllarca PKK’yı desteklediği, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmadan önce burada barındığı bilinmektedir. Bu destek son yıllarda azalmıştı, hatta bitme noktasına gelmişti. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye’de çıkan isyan hareketleri sonrasında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı doğrudan karşısına alması, onun devrilmesini açıkça teşvik etmesi, büyük olasılıkla Suriye’nin PKK işine yeniden bulaşmasına neden olmuştur. Son aylarda artan eylemler bununla da bağlantılı olabilir. Erdoğan burada stratejik bir hata yapmıştır; Erdoğan Suriye konusunda daha diplomatik bir tutum içinde olabilirdi. Ancak olan olmuştur ve sonuçta Türkiye, sınır ötesi operasyonlar dahil, her türlü çözüme başvurmalıdır. Bu konuda Suriye ile bir işbirliği bugünkü koşullarda olanaklı değildir, çünkü Erdoğan köprüleri atmıştır. Ancak İran ve Irak ile işbirliği yolları aranabilir; elbette onlara da fazla güvenmemek koşuluyla.
3)Irak’taki Kürt aşiretlerin liderleri olan ve Kuzey Irak’ın mutlak hakimi olan Barzani ve Talabani üzerinde daha fazla baskı uygulanmalıdır. Barzani ve Talabani’ye bu konuda güvenilmeyeceği açıktır, ancak ekonomik ambargo dahil, her türlü seçenek dikkate alınarak, buradaki yönetim üzerinde baskı uygulanmalı, Barzani ve Talabani’nin gerekirse zor kullanarak PKK kamplarını kapatmaları sağlanmalıdır.
4)PKK’nın silah ve para kaynakları istihbarat birimleri tarafından tesbit edilmeli, bu kaynakların oluşması özel operasyonlarla engellenmelidir. PKK’nın uyuşturucu ticareti ve haraç kesme trafiği tesbit edilmeli, yabancı devletlerden ve sivil toplum örgütlerinden aldıkları paralar tesbit edilmeli, roketatarları, havan toplarını, gece görüş cihazlarını, makineli tüfekleri, mermileri vs nereden, hangi silah tüccarlarından temin ettikleri istihbarat tarafından belirlenmelidir. Bunun yapılabilmesi için dünyada bu silahları üreten tüm ülkelerin, silahları hangi aracılarla kimlere sattıklarının ve bu trafiğin sonuna kadar kime uzandığının tesbit edilebilmesi gerekir. Bu çerçevede ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, Kuzey Kore gibi silah üreten ülkelerin tüm silah ticaretinin yakından takip edilmesi, dünya silah ticaretinin ve trafiğinin bir röntgeninin, hatta bir emarının çekilmesi gerekir. Bunun için bir yandan kendi istihbarat ağını genişletmek ve geliştirmek, bir yandan da silah üreticisi ülkelerin istihbarat birimleriyle yakın işbirliği içinde olmak gerekir. Tabii Başbakan Erdoğan Suriye ile birlikte İsrail’e de posta koyduktan ve onunla da köprüleri attıktan sonra bu nasıl olacak bilinmez, ancak bunun bir biçimde yeniden sağlanması gerekir.
5)PKK ile, ülkeler arası savaşa göre donanmış ve hazırlanmış birlikler değil, özel komando ve anti-terör birimleri mücadele etmeli, bu birimlerin de uzun süreli bölgede kalmaları, bölgeyi tanımaları sağlanmalıdır. PKK’nın hedef aldığı askerler genellikle askerlik görevini yapan acemi askerlerdir; ve en büyük kayıpların verildiği saldırılar da genellikle ücra noktalarda bulunan askeri üslerde ve karakollarda gerçekleşmektedir. PKK’nın faal olduğu bölgelere geçici askerlik görevi yapan deneyimsiz askerler hiç gönderilmemeli, eğer gönderiliyorsa da bu askerler iyi korunan üslerde konuşlandırılmalıdır. Anti-terör birimlerinin ve özel komandoların bulunduğu üsler ve karakollar da daha iyi korunmalı, ayrıca buralarda yüksek sayıda asker bulundurulmalı, 50’şer, 100’er kişilik gruplar halinde saldıran PKK’lılara karşı daha yüksek bir sayı ile karşılık verilmelidir. 5000 kişilik bir terör örgütü ile 600bin kişilik bir ordu mücadele edemediğine göre, söz konusu 5000 kişilik terör örgütüne karşı 5000 kişilik tam donanımlı bir anti-terör timi ile mücadele verilmelidir. Yılda yaklaşık 46 milyar dolarlık askeri harcama ile dünyada en fazla askeri harcama yapan 18. ülke konumunda olan Türkiye, neredeyse 30 yıldır PKK terörü sorununu çözemiyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir. Yapılan harcamanın yanlış yapıldığı ve yetersiz kaldığı, ciddi bir planlama ve örgütlenme sorununun olduğu çok açıktır.
6)Şu anda 173’ü faal, 77’si emekli, toplam 250 general, amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş “Balyoz” ve “Ergenekon” adı verilen süreçler bağlamında tutukludur. Bu kişilerin neyle suçlandıkları hala somut olarak belli değildir, kamuoyuna yansıyan bilgilere göre de bu kişiler hakkında hala ciddi ve ikna edici bir kanıt bulunmamaktadır. Buna rağmen bu askerler tutuksuz yargılanmak yerine tutuklu yargılanmakta, aylarca, yıllarca süren ve uzayan tutuklu yargılama süreçleri neredeyse cezaya dönüşmektedir. Kendi ordusuyla kavgalı bir hükümet olmaz. Hükümet, yargı üzerinde hakimiyet kurarak, bir yandan üst düzey askerini içeri tıkıp, bir yandan da “Sen PKK terörü ile mücadele et” diyemez. Generalleri hapiste olduğu için tatbikat bile iptal etmek zorunda kalan TSK, PKK ile nasıl mücadele edecek, onun karşısında nasıl güçlü bir görüntü verecek? TSK ile hükümet arasındaki gerginlik sadece ve sadece PKK’ya ve Türkiye’nin gelişmesini istemeyenlere yaramaktadır. TSK laiklik konusunda hassas diye, bilinçli ya da bilinçsizce, TSK’nın PKK karşısında zaafiyet içine düşmesine yol açmak, Türkiye’ye kötülük yapmaktan başka bir şey değildir.
7)ABD, kendisine yönelik terör eylemi yapan El-Kaide lideri Usame Bin Laden’i ABD’ye canlı getirip yargılamadı, Pakistan’daki bir anti-terör operasyonu ile öldürdü; ama PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanması konusunda Türkiye’ye istihbarat yardımı yaparken, Öcalan’ın öldürülmemesini şart koştu. Türkiye de, “Öcalan’dan örgüt hakkında ciddi istihbarat alır örgütü çökertirim; ayrıca onu da efsaneleştirmemiş olurum; olası ayaklanmaları da önlerim” düşüncesiyle bunu kabul etti. Ama PKK hiçbir biçimde çökmedi, eylemleri azalmadı. Bu durumda yapılacak en iyi şey, “zararın neresinden dönersek kardır” diye düşünmek ve Öcalan’ın dışarıyla iletişimini tamamıyla kesmek, gerekirse bu konuda özel yasal düzenlemeler yapmak, Öcalan’ın avukatları vasıtasıyla dışarıya mesaj göndermesini önlemek, terör örgütü ile de herhangi bir görüşme, müzakere, pazarlık yapmamaktır.
8)Kürt kökenli vatandaşları asimilasyona uğratma politikalarına bir an önce son verilmelidir. Bu Türkiye’nin üniter yapısı korunarak da uygulanabilir. Türkiye’nin üniter yapısının korunması koşuluyla, Kürtçe yayın ve eğitim konusundaki eksiklerin giderilmesi, yeni doğan çocuklara Kürtçe isim verilebilmesi, yetişkinlerin mahkeme kararıyla Kürtçe isim alabilmesi, köylerin, kasabaların ve kentlerin Kürtçe isimlerinin geri verilmesi uygulamaları en kısa sürede devreye sokulmalıdır. Bu konularda son yıllarda bazı ciddi gelişmeler zaten sağlandı, ancak uygulamada hala bazı eksikler bulunmaktadır. Ayrıca yüzde 10 seçim barajı uygulamasına da bir an önce son verilmelidir. Tüm bunlar sağlandığında PKK yok olmayacaktır, PKK içindeki bir grup, otonomi veya federasyon veya bağımsız devlet için kan dökmeye devam edecektir, üniter yapı içinde asimilasyona son verilmesi ile yetinmeyecektir. Ancak bu yolla bir yandan demokrasi adına olumlu bir adım atılır, bir yandan da  PKK’nın elindeki bazı kozlar alınır, PKK’nın bölge halkı içindeki desteği belli bir ölçüde zayıflar. “Açılım” adı altında Kürt kökenli vatandaşlara bir umut verip, daha sonra bunun arkasını getirmemek, Türkiye’ye zarar vermekten başka bir şey değildir.
9)BDP bir an önce PKK ile arasına mesafe koymalı, PKK endeksli politika yapmaktan vazgeçmeli, PKK’nın bir terör örgütü olduğunu kabul etmeli, Abdullah Öcalan ve PKK’daki diğer yönetici kadro ile tüm ilişkisini kesmelidir.
PKK terörü sorunu, bunların hepsi uygulanırsa, büyük ölçüde çözülür. Bunların sadece bir tanesi bile ihmal edilse ve yerine gelmese, PKK terörü sorunu çözülmez. Bu sorun çığ gibi büyüdü ve bugünlere geldik. Artık Türkiye’nin bunlardan bir tanesini bile yerine getirmemek lüksü kalmadı. O günler geçti, onun için artık çok geç. Siyasilere düşen görev, birbirleriyle kavga edeceklerine, daha da geç olmadan, bu sorunu körüklemek değil, çözmektir.

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...

"
"