25 Şubat 2011

İslam Dünyasında Demokrasi

Nüfusunun büyük çoğunluğu müslümanlardan oluşan ülkelerde, yaygın deyişle....

Nüfusunun büyük çoğunluğu müslümanlardan oluşan ülkelerde, yaygın deyişle “İslam dünyasında”, demokrasi geleneği diye bir şey yok. Türkiye demokrasi ölçütleri açısından bu ülkeler içinde en ilerideki ülke olsa da, Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında oldukça geride kalıyor. 
Bir çok kişi demokrasiyi çok partili parlamenter sistemden, seçimden ibaret sanar. Sandık varsa demokrasi de var sanılır. Oysa serbest seçim, çok partili parlamenter sistem demokrasinin birçok özelliğinden sadece ikisidir. Eğer o ülkede temel hak ve özgürlükler anayasayla, yasalarla ve uygulamayla güvence altına alınmamışsa, düşünce, basın ve örgütlenme özgürlüğü sınırlıysa, sendikal örgütlenme ve haklar zayıfsa, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyeleri, siyasi parti temsilcileri darbeci ve çeteci oldukları gerekçesiyle hapishanelere atılıyorsa, yargı sistemi çökmüşse, insanlar bir yandan tutuklu yargılanıp bir yandan da uzun bir yargılama sürecine tabi tutuluyorlarsa, bu kişilerin yarıdan fazlası sonunda beraat ediyorlarsa, ancak yargı süreci uzun sürdüğü için beraat ettikleri halde tutuklu yargılandıkları için yıllarca hapiste yatarak ceza almış oluyorlarsa, başka bir deyişle o ülkede adalet yoksa, binlerce insanın telefonu yasa dışı yollarla dinleniyorsa, heykeller yıkılıyorsa, içki tüketimine sınırlamalar getiriliyorsa, evrim teorisini ve Charles Darwin’i kapak yapan bir derginin yayınlanması engelleniyorsa, zinaya hapis cezası öngören yasal düzenlemeler için girişimler yapılıyorsa, polis siyasallaşmışsa, emniyet içinde dinci ve/veya milliyetçi bir kadrolaşma yaygınlaşmışsa, oruç tutmayan öğrenciler dövülüyorsa, başı açık kadınlar hakarete uğruyorlarsa, ülkenin önde gelen aydınları laikliği ve Mustafa Kemal’i savundukları için öldürülüyorlarsa ve bu suikastların arkasındaki sır perdesi bir türlü çözülemiyorsa, okullarda felsefe dersleri seçmeli din dersleri zorunlu hale getiriliyorsa,  televizyonlarda bilimsel yayınlardan çok dinsel yayınlar yapılıyorsa, Alevi vatandaşların Cemevleri ibadethane kapsamı dışında tutuluyorsa, bu topraklarda binlerce yıldır yaşayan Kürtler, Lazlar, Rumlar, Ermeniler kültürel kimliklerini geliştirmekte zorlanıyorlarsa ve asimilasyona uğruyorlarsa, ülke 10 yılda bir darbe veya darbe tehlikesi yaşıyorsa, hükümeti protesto eden öğrenciler, işçiler polis dayağından geçiyorsa, çalışabilecek her on kişiden ikisi işsizse, çalışan da emeğinin karşılığını alamıyorsa, sömürülüyorsa, gelir dağılımında korkunç dengesizlikler yaşanıyorsa, vatandaşlar ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmeti alamıyorlarsa, o ülkede demokrasinin varlığından söz edilemez. 
Nitekim demokrasi sözcüğü etimolojik köken itibarıyla da halk yönetimi, halkın kendi kendisini temsilcileri vasıtasıyla yönetmesi demektir. Yukarıda özetlediğimiz genel manzaraya göre halkın kendi kendisini yönettiğinden söz edebilir miyiz? Elbette hayır! Türkiye’de genel seçimden birinci çıkan, hatta halkın çoğunluğunun dahi oyunu alamayan kişiler, halkı ezmekle, halkı baskı altına almakla meşguller. İşin özeti budur. Halkın kendi yararına kendi kendisini yönettiği değil, seçimden birinci çıkanlar tarafından ezildiği, baskı altına alındığı bir ortamda, demokrasiden falan söz edilemez. Konu bu kadar açıktır. 
İslam dünyasındaki diğer ülkelere baktığımızda durum daha da vahim. Türkiye, kuruluşundan beri, hiç olmazsa iyi kötü bir demokratikleşme süreci yaşıyor; mehter takımı misali, iki ileri bir geri gitse de, kaplumbağa hızıyla ilerlese de, hiç olmazsa bir hareket yaşıyor. 1920’lerin ve 1930’ların devrimleri, 1946’da çok partili parlamenter sisteme geçiş, 1961 anayasası, 1990’larda ve 2000’li yıllarda Avrupa Birliği Kopenhag ölçütlerine uyum çalışmaları söz konusu harekete dair birkaç örnek olarak verilebilir. Türkiye’de hiç olmazsa iyi kötü diyalektik bir süreç var. Dünyadaki diğer İslam ülkelerinde böyle bir durum da söz konusu değil. Ülkelerinin kuruluşundan beri diktatörlük, zulüm, baskı dışında bir şey yaşamamış ülkeler bunlar. Siyasi parti var, meclis var, milletvekili var, hatta bir çoğunda seçim var, ama hepsi palavra. Bir adam veya bir parti geliyor, ülkeyi 20 yıl, 30 yıl, 40 yıl anti-demokratik bir biçimde yönetiyor. Tunus’ta ve Mısır’da yaşananlar ve şimdi de Libya’da, Yemen’de, Fas’ta, Bahreyn’de ve İran’da olup bitenler bu açıdan son derece önemli. Elbette buralarda demokrasinin altyapısı olmadığı için, yıkılan diktatörlerin yerine bir anda demokratik bir yönetimin gelmesini beklemek hayal olur. Nitekim Mısır’daki halk ayaklanması bunun çok tipik bir göstergesi. Halk Mübarek’ten kurtulmak için orduya sırtını yasladı, orduyu alkışladı, ordudan demokrasi beklemek durumunda kaldı. Traji-komik, şizofrenik, çarpık bir tablo. Çünkü demokratik bir siyasal örgütlenme yok. Muhtemelen de bir Mübarek gider başka bir Mübarek gelir ve uzun süre Mısır’da da köklü bir değişiklik olmaz. Aynı durum diğer müslüman ülkeler için de geçerli.
İnsan şu soruyu sormadan edemiyor: Acaba neden dünyadaki en ileri demokrasilerin hiçbirisinde egemen din müslümanlık değildir? Bugün yeryüzünde demokratik olan hiçbir müslüman ülke yoktur. En ileri demokrasilerde nüfusun büyük çoğunluğu, Japonya hariç, Hıristiyan’dır. Japonya’da yaşayanların da büyük çoğunluğu Budist veya Şintoist’tir. Bunun dışında, Batı Avrupa ülkelerinde, Kuzey Amerika ülkelerinde, Yeni Zellanda ve Avustralya’da nüfusun büyük çoğunluğu Hıristiyan’dır. Bu ülkeler Hıristiyanlığı aştıkları için mi, din ve devlet işlerini ayırmayı, dinin siyasetteki etkisini kırmayı başardıkları için mi bu durumdalar, yoksa burada Hıristiyan dininin bir katkısı var mı, yoksa her iki neden de bağdaşır bir biçimde geçerli midir, bu elbette tartışma konusudur. Ancak tartışma konusu olmayan bir şey varsa, o da “İslam dünyasında” demokrasinin olmadığı gerçeğidir. Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen, Irak, Suriye, İran, Pakistan, Malezya, Endonezya, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Afganistan, Azerbaycan, nereye baksanız aynı belalı durum. Türkiye Mustafa Kemal’in açtığı yol sayesinde onların biraz daha ilerisinde, bir de Bosna-Hersek ve Arnavutluk, Avrupa kıtası içerisinde yer almalarından ve çevre etkisinden dolayı diğerlerine göre daha fazla umut vermekteler, o kadar.
Bunun nedenini İslam dininin kendi yapısında mı aramak gerekir, yoksa bu İslam dininin yorumlanma ve uygulanma biçimiyle mi ilgilidir, bu da elbette tartışma konusudur. Eğer mesele yorumlama ve uygulama ise, bu durumda bu ülkelerin büyük bir tesadüf eseri, aşağı yukarı aynı yorum ve uygulama içinde olduklarını da söylemek gerekir.  Belki de bu durum din faktöründen tamamıyla bağımsız bir konudur, nüfusunun büyük çoğunluğu müslüman olan ülkelerin hiçbirisinde demokrasi olmaması büyük bir tesadüftür. Kim bilir? Olur da bir gün bu ülkelerde demokrasi geleneği yerleşirse, bu İslam dini sayesinde mi olmuş olacak yoksa İslam dinine rağmen mi olmuş olacak, o da o iş olunca tartışılır, şu anda onu tartışmamızı sağlayacak bir olgu ve örnek bile yok ortada.
Her koşulda bu tartışmaya ışık tutacak olan şey yine söz konusu ülkelerin kendileridir. Bakalım bu ülkeler önümüzdeki yıllarda, on yıllarda, yüzyıllarda demokrasi yolunda neleri başaracaklardır?  Televizyonlardaki din propagandası yerine, bu ülkeleri izlemeye devam edin! 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...

"
"