Bir partinin programı, onun temel siyasal hedeflerini, ideolojisini, ilkelerini ve projelerini ortaya koyar. Bir partinin tüzüğü de, bu programın uygulanmasıyla ilgili örgütlenme ve çalışma biçimlerini belirler. Bu nedenle, program ve tüzük, bir siyasal partinin omurgasıdır.
Program ve tüzük, Kurultay tarafından onaylanır. Kurultay bu konudaki en yetkili organdır. 1976, 1994 ve 2008 Program Kurultayı’na göre, Cumhuriyet Halk Partisi, Mustafa Kemal’in çağdaş uygarlık yolundaki devrimlerini savunan, sosyal demokrat, demokratik sol bir siyasal partidir.
Ancak bu siyasal çizgi doğrultusunda nasıl örgütlenileceğini belirleyen tüzük anti-demokratik bir tüzüktür. Yani tabandan tepeye doğru değil, tepeden inme, emir-komuta zincirine uygun bir örgütlenme modeli, daha doğrusu örgütlenememe modeli mevcuttur.
Oysa 1970’lerde CHP’nin ve 1980’lerde SHP’nin tüzükleri demokratik tüzüklerdi. Nitekim CHP ve CHP’nin 12 Eylül askeri darbesiyle kapatılmasından sonra kurulan SHP, 1946 yılında çok partili parlamenter sisteme geçilmesinin ardından yapılan seçimler içerisinde, en büyük seçim başarılarını bu yıllarda elde etmişti. CHP, 1973 seçimlerinde %33 ile, 1977 seçimlerinde %41 ile birinci parti olmuş, yine SHP, 1989 seçimlerinde %28 ile birinci parti olmuştur.
CHP’nin despotik bir tüzükle girdiği hiçbir seçim başarısı yoktur!
26 Şubat 2012 yılına kadar geçerli olan despotik tüzüğün mimarları da Deniz Baykal ve Önder Sav’dır. 1990’lı yıllarda bu ikili, partide despotizmi hakim kılmışlar ve bu örgütlenme modeliyle CHP girdiği tüm yerel ve genel seçimleri kaybetmiştir! Böylece toplam sekiz seçim kaybedilmiştir! Despotik tüzük sayesinde, kaybedilen tüm seçimlere rağmen, yönetim de değişmemiştir!
Yönetim değişikliği ne yazık ki bir kaset skandalı ile gerçekleşmiştir. Ancak bu olaydan sonra da sadece isimler değişmiş, aynı despotik sistem var olmaya devam etmiştir. Deniz Baykal’ın yerine Kemal Kılıçdaroğlu, Önder Sav’ın yerine Gürsel Tekin gelmiştir. Sadece isimler değişmiştir. Kemal Kılıçdaroğlu, 2010 yılında seçildiği kurultayda demokratik bir tüzük sözü verdiği halde bu sözünü tutmamıştır, CHP seçmenlerini, tabanını ve üyelerini 2 yıl boyunca oyalamıştır.
Çünkü amaç, 2012 yılı başındaki ilçe ve il kongrelerine despotik tüzük ile gitmekti. Amaç il ve ilçe yönetimlerine “kendi adamlarını” seçtirmek, il kongrelerinde seçilen kurultay delegelerini de “kendi adamları” içinden seçtirmekti.
Bunu uygar ülkelerden uygar bir insan görse sanır ki, CHP büyük bir seçim kazandı, bu seçim zaferine rağmen yönetimin ayağını kaydırmaya çalışan güçler var, CHP yönetimi de buna karşı önlem alıyor! Oysa gerçek şu ki, son seçimde AKP %50 oy aldı, CHP %25 oy aldı! AKP, CHP’nin iki katı oy aldı, CHP’nin oyları sadece % 3 arttı!
Bu seçim hezimetine rağmen bu koltuklara yapışmanın nasıl bir anlamı olabilir?!
Bu Türkiye’nin en büyük sorunudur! CHP’nin bu iç meselesi, Türkiye’nin meselesidir! Çünkü CHP’deki bu iç mesele çözülemediği için Türkiye’nin sorunları çözülememektedir!
Yasalara göre mahalle delegeliği seçimlerinde yargı denetimi zaten yok. Sandık kurulmadan seçim yapılmış gibi tutanak tutuluyor veya sandık kuruluyor ancak seçim tarihinden üyelerin bir kısmının haberi bile olmuyor. Yasadaki bu zaafiyet despotik tüzükle birleşince, ortaya Genel Merkez ne isterse o çıkıyor. Çünkü mahalle delegeleri ilçeyi, ilçe ili, il de kurultay delegesini, kurultay delegesi de Genel Başkanı seçiyor.
Despotik tüzük, hem ilçe ve il kongrelerinde başkanlığa aday olmak için, hem de Kurultay’da Genel Başkanlığa aday olmak için, delegelerinin yüzde 20’sinin imzasını zorunlu kılıyor, Divan Başkanlığı önünde açık imza atma uygulamasıyla gizli oyu açık oya çeviriyor, delegeyi baskı altına alıyor, bir delegenin birden fazla adaya imza vermesini de engelliyor. Kısacası, Kurultay’da ve Kongre’de, bırakın Genel Başkan ve İl, İlçe Başkan olmayı, Genel Başkan adayı ve İl, İlçe Başkanı adayı olmak için bile, kürsüye çıkıp düşüncelerinizi, hedeflerinizi delegelere anlatabilmek için bile, dağları taşları delmeniz gerekiyor.
Aynı durum, partinin Kurultay’dan sonra en yetkili organı olan Parti Meclisi’ne ve il, ilçe yönetimine girmek için de geçerli. Çünkü tüzüğe göre, herkesin aday olabileceği “Çarşaf Liste” uygulamasına geçmek için, delegelerin salt çoğunluğu gerekiyor. Bu sağlanamazsa, “Blok Liste” ile yönetim kadrosu belirleniyor, yani aday olmayı başarmış, dağları taşları delmiş her kim ise, o kimi isterse o yönetime giriyor.
Aynı durum Milletvekili adayı veya Belediye Başkan adayı olmak için de geçerli. Çünkü önseçim yok. Yani partinin üyeleri seçimle adayları belirleyemiyor. Dağları ve taşları delmeyi başarmış Genel Başkan ve yakın çevresi kimi isterse o Milletvekili veya Belediye Başkanı olabiliyor. (O da seçilirse!) Böylece milletin vekilleri ve başkanları değil, Genel Başkan ve yakınlarının vekilleri ve başkanları seçiliyor. (Onlar da seçilirse, ama bu kimin umurunda!)
Kemal Kılıçdaroğlu ve Gürsel Tekin tarafından 2 yıl boyunca yürürlükte tutulan tüzük, işte böylesine rezalet bir tüzük! Ancak il ve ilçe kongreleri başlamadan, kurultay delegelerinin bir kısmı, yeterli sayıda imza toplayınca, Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi, tüzük kurultayını toplamaya mecbur kaldı. Bunda da, traji-komik bir biçimde, Deniz Baykal ve Önder Sav’ın olumlu bir rolü oldu.
Trajik, komik veya traji-komik farketmez, sonuçta Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve Gürsel Tekin’in demokratik bir tüzük yapmaya zorlanmaları, hangi yolla olursa olsun, CHP ve Türkiye için yararlı olmuştur.
Ancak Genel Merkez’deki Tüzük Komisyonu’ndan çıkan ve basına yansıyan ilk taslağa göre, despotik tüzüğü bertaraf etme yolunda Osmanlı’daki mehter takımına benzer bir ilerleme sağlanmıştır. “Çarşaf Liste” ile seçime gitmek kolaylaştı, ancak “Blok Liste” devre dışı kalmadı. Genel Başkan, İl Başkanı, İlçe Başkanı adayı olmak için gerekli imza sayısı %20’den %5’e indirileceğine, %10’a indirildi. Önseçimle belirlenmeyen, merkez yoklaması ile belirlenen milletvekili ve belediye başkan adayı kontenjanı, yani merkez yoklaması kontenjanı, demokratik tüzüklerde olduğu gibi, %5 veya %10 ile sınırlı tutulacağına, %20 gibi yüksek bir oranda tutuldu.
Üstelik en garip olanı, eğer basına yansıyan haberler doğruysa, bu tüzük değişikliklerinin, bir sonraki Olağan Kurultay’dan itibaren geçerli olması karara bağlandı! Böylece önümüzdeki aylarda gerçekleşecek olan ilçe ve il kongrelerinin eski despotik tüzükle yapılması ve bu kongreler sonucunda belirlenecek olan yeni kurultay delegelerinin de yine eski despotik tüzükle belirlenmesi sağlandı!
Yukarıda anlattıklarımız bağlamında bunun tercümesi şudur: %25’e karşı %50 ile seçim hezimeti yaşayan Kemal Kılıçdaroğlu, kendisini yeniden CHP Genel Başkanı seçtirmek için müthiş bir manevra yaptı!
Umarız basına yansıyan bu haberler ya yanlıştır ya da bu koltuk fetişizmine yönelik düzenleme Kurultay’da düzeltilir!
Kemal Kılıçdaroğlu ise hala, “Örgüte danışarak tüzük taslağı hazırladık” diyor! Örgüt dediği kim? CHP’nin yüzbinlerce üyesi mi? Halen görevde olan hangi il ve ilçe örgütü baskın çıktı? Milletin var olmayan vekilleri mi, yoksa Genel Başkan’ın vekilleri mi baskın çıktı?
Daha önce yapılan demokratik tüzük çalışmalarından hangisi dikkate alındı? Eski Genel Başkan Altan Öymen’in 1999’da, Samsun Milletvekili Haluk Koç’un 2008’de, Parti Meclisi eski Üyesi Bedri Baykam’ın 2009’da, Parti Meclisi Üyesi Ercan Karakaş’ın 2011’de hazırladıkları taslaklar dikkate alındı mı? Bu kişilerin görüşlerine başvuruldu mu? CHP’ye onlarca yıl emek vermiş yüzlerce belde, ilçe ve il başkanına bir şey soruldu mu?
Yoksa Kemal Kılıçdaroğlu ve “yakın adamları”, despotik tüzük sayesinde atadıkları veya seçtirdikleri milletvekillerini, il başkanlarını ve ilçe başkanlarını mı dikkate aldılar sadece?
CHP kimsenin babasının çiftliği değildir! Kimse siyaseti, yasal boşluk ve despotik tüzük arkasına sığınarak koltuk, makam ve mevki kapma mücadelesine çevirmesin!
Tek tüzük için iki kurultay düzenleyerek CHP’yi ikiye bölmeye çalışan CHP’nin yönetimine verilecek en iyi yanıt ise, tüm kurultay delegelerin her iki kurultaya da katılmaları ve CHP’nin basiretsiz yönetiminin bu ayıbını örtmeleridir!