02 Ağustos 2020

"Ustalık" yok, "aşçılık" hiç yok ama "MasterChef" izleniyor!

İzleyici neden bu şiddet gösterisinden hoşlanıyor? Günün sorusu bu. Çünkü, o da bu şiddeti onaylıyor. Neden mi? Çünkü, gelenler çok zayıf ve bu muameleyi hak ediyorlar! Böyle bir yarışmaya katılıyorsan, yaptırabilecek en sıradan yemeği bile yapamıyorsan her türlü muameleyi "hak edersin" durumu ortaya çıkıyor

Türkiye TV izleyicisinin yemek şovlarını sevdiği bir sır değil. Envaiçeşit yemek yapma, hazırlama programlarından söz etmiyorum. Bu işin öbür ucundan, reality şovlardan, katılanların, jüri üyelerinin "hakikat gösterilerine" maruz kaldığımız şovlardan söz ediyorum. Bu minvalde, artık "eskimiş" de olsa, ilk akla gelen ve yıllarca iyi reyting alan şov Yemekteyiz olmalı. Üzerine birçok yazı yazdığım için rahatça gözlemlerimi aktarabilirim. Yemekteyiz, bir yemek yapma yarışması olmaktan çok bir "kişisel taktikler" ("kurnazlıklar demeti" de denebilir) gösterisi olarak ortaya çıkmış ve ahalinin yıllardır birbirine karşı oynadığı "kazanma" taktik ve stratejilerin ne olduğunu gözümüze hem de sinir bozucu bir biçimde sokmuştu. Öyle ki, orijinalinde katılımcıların birbirini oylamalarına dayanan bu işi kurtarmak için (çünkü, birbirlerine sürekli en düşük puanı vermeye başlamışlardı) formata müdahale edildi ve "yarı-moderasyonlu" diyebileceğimiz, yönetenin de oy kullanabildiği ve yarışmanın kaderini belirleyebileceği, önce Onur Büyüktopçu, daha sonra ise Zuhal Topal ve Seda Sayan ile devam eden versiyonları ekrana geldi. Belki biraz işe yaradı (reyting anlamında söylüyorum) ama sadece gündüz kuşağında! Demek ki, işi yarışmacılara (katılımcılara) bırakınca bu iş olmuyor o zaman öbür tarafa geçelim, bu sefer kararı moderatörler değil bizatihî uzmanlar (memleketin ünlü şanlı şefleri) versin dendi. Ve MasterChef gerçeğiyle karşılaştık.

Yaklaşık 40 ülkede gösterilen, birçok yerel versiyonu olan bir program MasterChef ve temelde evde yemek yapan iddialı amatörlere ve lokantalarda, restoranlarda çalışan ama şef seviyesine gelmemiş yarı-profesyonellere yönelik, varsa yeteneklerini göstermelerine fırsat veren bir tür şov-yarışma melezi. Değerlendirmeyi, jüri üyesi olarak o ülkenin kalburüstü şefleri yapıyor. Chef ("şef") sözcüğü bildiğimiz "aşçıbaşı"nın havalı hâli, bunun daha da uçmuşuna MasterChef deniyor ki, emin olun, olsa olsa bir temenniden öte değil bir amatör ya da yarı-profesyonele bu unvanı vermek. Ama "şov" işte, gösterişli bir logo, güzel bir ödül heykelciği ve tabii ki para ödülü bir gerçeklik hissiyatını en azından evde şovu izleyenler için yaratıyor. Reyting de alıyorsa zaten gerisi teferruat denebilir ama serde teferruatçılık var, üstüne biraz düşünülebilir diyorum. Çünkü, birçok sorunlu alan var bu şovdaki iktidar kurma biçimlerinde! İktidar da nereden çıktı demeyin, gündelik mikro siyaset, buyurgan tavır, sıradan faşizan tutum, eziklemeler, aslında ne ararsanız var bu şovda; üstelik örtülü falan değil, çoğunlukla alenî, göstere, göstere.

Diğer ülkelerde gösterime giren versiyonlarına (ülke uyarlamalarının yanısıra bir çok alt-versiyonu da var, sadece ünlülerin katıldığı ya da 8-13 yaş grubu çocuklara yönelik olanı gibi) baktım, YouTube’da birçok örnek var kolayca erişilebilen. Emin olun hiçbirinde bizdeki jüri gibisi yok. Bizdeki de adım adım değişti. Sanırım TV8’de üçüncü yılı, ilk yıl orijinal versiyona çok daha yakın davranışlar gösteren üç jüri üyesiyle, katılımcılarla çok daha mesafeli ilişkilerle kurgulamıştı. İlgi çekti belki ama Prime Time için reytingleri iyi değildi. Geçen yıl ciddi bir müdaheleye uğradı, bir tür şov mühendisliği yapıldıktan sonra, önceki yılın "mesafeli" üyesi (Hazer Amani) "içimizdeki İtalyan" Danilo ile değiştirildi ve şov çalışmaya başladı. Geçen yıl, Mehmet Şef de "torbadaki yüzünü" alenen göstermeye başladı, bağırmalar, mutfaktan kovmalar, her türden kaba davranış onunla beraber anılır oldu. Geçen yıl yarışmacılara oldukça sempatik davranan Somer Şef ise bu yıl bambaşka telden çalıyor. Hatta geçen yıl "komik unsur" olarak kullanılan Danilo bile bu yıl katılımcıları kaşıyla gözüyle hafifçe hırpalamaktan geri durmuyor.

Şovun diğer ülkelerden farkı özetle, jüri üyelerinin katılımcılara yaptığı muamele: Açıkça, alenen sembolik şiddet uyguluyorlar. Ve emin olun, hangi yabancı versiyonuna bakarsanız bakın, hiçbir jüri şova katılanlara böyle bir muamelede bulunmuyor. Bir şeyi beğenmemenin, eleştirmenin binbir yolu, ifade etme biçimi olabilir ama bunun da bir adabı olmalı. Mehmet Şefle ilgili örnek vermeye bile gerek yok, şovu bir on dakika izleyin, katılımcıya bakışından, ağzından çıkan sözlere kadar "buyurgan dilin" her türlü hâlini biliyor, kullanıyor. Şovun "alaturka" ayağı o, hisler dünyasında yüzüyor, yarışmacıların hayatını en çok o deşiyor, acınacak bir mevzu buldu mu yüzünü bir yeis  bulutu kaplıyor, göz pınarlarında boncuk boncuk yaşlar, tutmayın ağlayacak! Ağlıyor, ama kıvamında, Yeşilçam usulü, bir iki damla o kadar.

Somer Şef'e yeni bir görev verilmiş ya da Mehmet Şef'in popülerliğini fark edip durumdan vazife çıkarmış. "Babacan" biri değil artık, bir tür "alafranga" şahsiyet, batı ellerinde yıllarca şeflik etmiş, orayı fethedip memlekete dönmüş ve almış eline "ironinin" kılıcını yarışmacıları kesip biçiyor. "Demesen anlamayacaktık?" diyor örneğin birisi bir şeyler açıklamaya çalıştığında. Ya da, "öyle mi, ciddi misin?" gibi küçük dokunuşlarla kafa buluyor kendince, yarışmacıları sarakaya alıyor "müstehzi" bir ifadeyle. Netice değişmiyor ama, o da hırpalıyor, sembolik şiddet kullanıyor. Danilo’nun durumu biraz daha zor. Çünkü, Türkçe'ye hâkim değil, gramer kurallarını henüz çözememiş, vurgular sorunlu, öyle ki altyazıyla bile iş çözülemeyecek vaziyette, çünkü ne dediğini tam olarak anlamak mümkün değil. Olsun, o da yeni bir tarz benimsemiş, neyi eksik zaten, kaşıyla gözüyle, bakışıyla karşısındakine ayar verebilir. Veriyor da. Ama adam "batılı", pek bir modern, sembolik olarak dövse de, kibarlığı elden bırakmıyor,  "ellerine sağlık" diyor! Aslında, "alaturka", "alafranga" ayakların üçüncü kanadında yer alan bu şov figürüne ne denmesi gerektiği ben de bilemiyorum. Çünkü, bukalemun gibi bir tarafı var Danilo’nun, karısı Giresunlu, Karadenizliyim diyor, Konyasporu taraftarı, katılımcı nereden gelirse gelsin, lafı döndürüp dolaştırıp kendini o kişinin memleketine bağlayıveriyor. Hayalimizdeki "batılı" bu olsa gerek! Bizi bizden çok benimseyen, şaka kaldıran, Türkçe deyim kullanmak için çabalayan, kılığına kıyafetine özen gösteren, biraz janti ve tabii ki de "komik". Ekranın sevdiği türden bir karakter ama bu şovda bir şeften çok bir tür dolgu malzemesi olarak işlev görüyor. Neden mi, kimseyle çatışmamaya çaba gösteriyor. İktidar kurmaya çalışmıyor. Mahşerin fedaisi değil, sadece komik unsuru.

Peki, izleyici neden bu şiddet gösterisinden hoşlanıyor? Günün sorusu bu. Çünkü, o da bu şiddeti onaylıyor. Neden mi? Hemen başlığa dönelim. Çünkü, gelenler çok zayıf ve bu muameleyi hak ediyorlar! Çoğu yemek yapmayı bilmiyor, ağızlarında bir sürü iddia cümlesi ama yaptıkları pek bir şeye benzemiyor. Örneğin, üçlü elemelerin birinde, yarışmacılar Türkiye’de hemen herkesin yediği bir tatlı olan künefeyi yapamıyor! Böyle bir yarışmaya katılıyorsan, yaptırabilecek en sıradan yemeği bile yapamıyorsan her türlü muameleyi "hak edersin" durumu ortaya çıkıyor. Zaten işin en vahim tarafı da bu! Şiddetin sadece normalleşmesi değil kutsanması. Bu noktada, normal bir ülkede işe RTÜK gibi bir kurum devreye girerdi ama tabii ki böyle bir şeyi beklemek abesle iştigal. O hâlde, baştaki soruya tekrar dönelim, kötü muameleyi hak etme meselesine. Sembolik de olsa şiddeti bu kadar normal karşılamanın nedenine. Bence bu noktada, sosyolojinin en temel kavramlarından birine başvurmak yeterli olacak: sosyalizasyon. Herkesin az çok şiddetle (sembolik ve fiziksel) hemhâl olarak büyüdüğü bir toplumu değiştirmek için ne yazık ki kanunî tedbirlere ihtiyaç var ve bunun da kurumsal karşılığı RTÜK olmalı. Müdahil olur mu? Sanmıyorum.

Neyse, şovun kurulum mantığına tekrar dönelim. Yüz bin kişinin başvurduğu söylenen bir şovda o hâlde neden katılımcıların çoğu bu denli zayıf? Kimse yemek yapmayı bilmiyor mu? Böyle bir yarışmaya gelen birinin global dünyadaki en standart olabilecek yemeklerden bu kadar bîhaber olmaları mümkün mü? Fish & Chips ya da Fransız usulü Soğan Çorbası'nın sorulabileceği hiç mi akıllarına gelmiyor? Cevap ilk eleme işleminde saklı olmasın? Onlarca adayı sonunda birileri bir ön elemeye tutup jürinin karşısına çıkarıyor değil mi? İşte işin mühendisliği tam da bu noktada! Birkaç kalburüstü adayın dışında çok başka kriterlere katılımcıların seçildiği aşikâr. Bazıları acıklı hayat hikayeleri nedeniyle seçilmiş, bazılarıysa egolarıyla baş edemeyenlerden. Bir de doğal komikler var, onlar da eğlence unsuru olarak araya serpiştirilmiş. Yani demem o ki, jürinin kolayca harcayabileceği, ekran başındakini "memnun" edebileceği katılımcılardan mebzul miktarda var. Çoğunun doğru dürüst yemek yapamaması şov için bir avantaj. Sonrası zaten jüri üyelerine kalıyor, zayıf adayları gördükçe coşuyorlar zaten, yollayıp duruyorlar. Sen sağ ben selamet.

Gidenlere "şov zaiyatı" desek yeridir. Onlar da şova katılıp elendikleri için "pek memnun olduklarını" söyleyip duruyorlar! Komik ama böyle, kimse başarısız değil, sadece şanssız! Gelecek yıl bir daha katılacaklarmış. Bu arada gerçekten MasterChef izlemek isterseniz, uzağa gitmeye hacet yok, paralı dijital platformlarda bulabilirsiniz ya da YouTube’da bir çok örneği mevcut. Örneğin, geçen hafta MasterChef Junior’un (8-13 yaş grubu) finali vardı, oradaki üç adayın sunduğu yemekleri acaba bizim jürinin üyeleri kotarabilir miydi diye düşünmeden edemedim.

Yazarın Diğer Yazıları

Abdallar kaldı mı?

Düğün “çaldıklarında”, onlara verilen ve “Abdal yemeği” diye bilinen yemeğin aslında ya beğenilmediği için konuklara servis edilmeyen ya da yemekten artanlar olduğunu da biliyoruz. Kimsenin kız vermek istemediği, aç kaldıkları zamanlarda, komşu köylerden yardım alamayacaklarını bilen, ezilen, sıkça aşağılanan bir aşiretin mensuplarıdır Abdallar

Kadıköyü'n sokakları, edebî şahsiyetleri

Aslında, Edebiyatın Kadıköyü’nü okurken, bir daha asla yaşanmayacağını bilerek içimizde uyanan, o buruk “nostalji” hissinin nedeni tam da bu. Bu şehrin baş döndüren dinamiğinde insanlar sadece birer “iz”

Bir Hipster’ın izinde: Mehmet Ali Sanlıkol’dan Erkin Koray’a

Yerel müziklerimiz, ezgilerimiz, çalgılarımız, seslerimiz çok zengin ve bin bir çeşit, buna şüphe yok. Ama “zenginlik”, günümüz dünyasında bir “lezzet” meselesi olmaktan öte, bir “sunum” meselesi artık.

"
"