Az biraz toparlanmaya, akıl ve fikire geri dönmeye direnen zamanlar vardır; bu da onlardan biri.
Birbirini tetikleyen bir dizi ”küçük adam” operasyonuyla karşılaşan İstanbul Şehir Tiyatrosu, esası “ihaleyle oyun satın alıp yüzde yirmi beş (+) liraları cukkalamaya çalışan bir girişimciliğe sinirli bir Başbakan’ın beklenmedik, hatta öngörülmedik biçimde dalıvermesiyle, Türkiye tiyatrosunu berhava etme kalkışmasına da taraf oldu!
Bu küçük adam operasyonu öyle bir “açılım”a dönüştü ki, Ankara biribirine girdi, Maliye Bakanlığı altüst oldu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ne yapacağını bilemez hâle geldi, Hükümet Sözcüsü gaz almaya çalışmaktan işini gücünü ihmal etti, Kültür Bakanı, sahiden başarılı olduğu tek alan olan müzelerin geleceği ile kendi bugünü arasında sıkıştı.
Tibor Dery’nin “Eğlentili Bir Gömme Töreni” isimli kısa romanını andıran bir curcuna kapladı hem içimizi hem dışımızı. Okumadıysanız, kaçırmayın. Kendinize dışarıdan bakmayı öğrenebileceğiniz bir lezzettir bu roman.
Sinirli Başbakan, hızını alamadan konuşurken, Anadolu’nun dört bir yanına misyonerce tiyatro sanatını götüren Devlet Tiyatroları’nı da -muhtemelen 43 numara- ayakkabılarının altına almaya girişti.
Ülkede tiyatro ana akımı zaten yetersizken hiçleştirilmeye kalkışıldığında ne olur demeyeceğim.
Olur mu?
Şimdilik kaydıyla söyleyeyim öyleyse; olmaz!
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Anayasa’sı var. Hiçbirimizi tatmin etmeyen, darbe hukukunun içinden çıktığı için, yazıcıbaşı hocam merhûm Aldıkaçtı’yı bile mutlu etmeyen ve defalarca değiştirilmiş olmasına rağmen bir toplumsal kontratın uzağında duran bir Anayasa bu.
Nedir, bu Anayasa’nın şaheser bir maddesi de var; 90. Madde. “Milletlerarası Antlaşmaları Uygun Bulma” üst başlığını taşıyor bu madde ve iç hukuku imlâsına dokunmadığım bu üst başlıkla aşağıya alıyor.
Yani bu antlaşma, Türkiye’nin Uluslararası Toplum nezdinde attığı imzaları, iç hukukun üzerinde sayıyor.
Yani bu madde, olası bir monarşinin sınırlarını belirliyor.
Bu maddenin dayanaklarından bir tanesi ile başlamak ve içerisinde bulunduğumuz tuhaf durumu zamana yaymak istiyorum. Nasılsa bu tencere daha çok su kaldıracak ve bir türlü mümkün kılınamayan Türkiye, benim yıllar önce yazdığım gibi “Hâlâ Mümkün” olmayı sürdürecek.
Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, 16 Aralık 1966 tarihinde imzaya açıldı ve Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeyi, 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladı.
Bu sözleşmenin 2-20 Kasım 2009 tarihli açılım oturumu, yani 43. Oturumu Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi liderliğinde yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti, bu oturumun ağır yaptırımlar içeren maddelerine de imza attı.
Neydi bunlar? Geliyorum.
Sinirli bir Başbakan’ı aşan ve yaptırım içeren bu maddelerden sınırlı başlıklar vereceğim. Böylece bugünkü yazımı fikir beyanı konusunda cimri davranarak tamamlayacağım.
21 Numaralı Genel Yorum:
I. Giriş ve Ana Başlıklar
1. (...) Kültürel hakların tam anlamıyla desteklenmesi ve bu haklara saygı gösterilmesi, insan onurunun korunması ve çok kültürlü ve çeşitliliklerden oluşan bir dünyada, bireyler ve topluluklar arasında olumlu toplumsal etkileşimin sağlanması açısından temel önem taşımaktadır.”
3. Herkesin kültürel yaşama katılma hakkı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 27. Maddesi’nin 1. Paragrafında da kabul edilmiştir.
II. 15. Madde’nin 1.a paragrafının normatif içeriği
6. Kültürel yaşama katılma hakkı bir özgürlük olarak nitelenebilir. Bu hakkın sağlanması için taraf Devletin hem müdahaleden kaçınması (yani kültürel faaliyetlerin uygulanmasına ve kültürel ürün ve hizmetlere erişime müdahale etmemesi) hem de pozitif eylemde bulunması (yani kültürel yaşama katılımın, kültürel yaşamın desteklenmesinin ve geliştirilmesinin önkoşullarını ve kültürel ürünlere erişimi ve bu ürünlerin korunmasını sağlamak) gerektirir.
Besbelli bu yazı uzayacak. İki madde daha yazıp, arkasını bir sonraki yazıya ertelemeliyim.
Kültürel Yaşama Katılma Hakkının Unsurları, bölümünün 16 c maddesine bir bakalım önce.
“Kabul edilebilirlik, taraf Devletin kültürel haklardan yararlanılmasını sağlamak üzere kabul ettiği yasa, politika, strateji, program ve tedbirlerin ilgili bireyler ve topluluklarca kabul edilebilecek bir şekilde hazırlanmasını ve uygulanmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda, ilgili birey ve topluluklara danışılarak kültürel çeşitliliği korumaya yönelik tedbirlerin bu birey ve topluluklarca kabul edilebilir olmasını sağlamak gerekir.”
Bu sıkıcı yazıyı noktalı virgüllerken, Taraf Devletlerin Yükümlülükleri bölümünden 46. Madde’nin bir cümlesini alıntılayıp, siz vefakâr t24 okurlarını bir sonraki yazıya davet edeyim:
“Sözleşmedeki diğer bütün haklar gibi herkesin kültürel yaşama katılma hakkı ile ilgili olarak, geriye götürücü tedbirler alınamaz.”
İyilikle.