Bir grup BDP milletvekilinin, büyük bir PR (public relations/halkla ilişkiler) zafiyeti olarak tanımladığım, Şemdinli dolayındaki “kucaklaşma” fotografları, Çiller-Güreş-Ağar triumvirasının, çaplarının bedelini Türkiye’ye ödettiği bir felaket senaryosunun replikasını, sinirli Başbakan’ın ağzından ısıtıp önümüze sürüyor.
1994 yılına dönün lütfen ve SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) Şırnak Milletvekili Orhan Doğan’ı hatırlayın.
Yaşı bize denk olanlar, Türkiye’nin ilk ve artık ancak Işıl Alben kadar uzun gökdelenine merkezlik yapan Kızılay Meydanı’ndan vereceğimiz güzergâhta neler olduğunu şıpınişi hatırlayacaktır.
Kızılay mihverinden hareketle Yüksel Sokak’ı geçer, Meşrutiyet Caddesi girişini sıyırır, Atatürk Bulvarı’ndan yukarı 864 rakımlı Çankaya’ya yönelirsiniz, Olgunlar Sokak girişinde paten yapanlara aldırmadan Akay Yokuşu’nu pas geçersiniz, Eskişehir Kavşağı’nı da ıskalarsınız anlayacağınız; 50 metre ileride caddenin karşısına geçer, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kapısına varırsınız.
Sivil bir polis otomobiline, ensesinden bastırılarak itiştirilen o “bilge” adamı hatırlıyorum. 3 Mart 1994’te TBMM’de yapılan oylamayla “dokunulmazlık”ları kaldırılan dört milletvekilinden biriydi Orhan Doğan.
Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü büyük develüasyonuna (toplu yoksullaşma) da 33 gün vardı.
Diğerlerini de hafızanıza alın yahut tazeleyerek tutun, yarın gerekecek çünkü: Leyla Zana, Mahmut Alınak, Hatip Dicle...
Savaş Partisi Eşbaşkanları’nın biri Emniyet’in, diğeri Genelkurmay’ın başındaydı... Hanımefendi de hükümetin.
Bir Meclis darbesi gerçekleştirdiler tak ve şak diyerek.
Benim hatırladığım adamsa, Dargeçit’te doğmuş, Kızıltepe’de ilkokulu, Ankara’da üniversiteyi bitirmiş, Cizre’de avukatlık yapmış bir insan hakları savunucusu idi.
Kısaca; tanıyan ve bilenlerce sıfatlaşmış haliyle Orhan Doğan’dı.
Çektiği, çektikleri ve güleryüzle atlattıkları çileyi bilen zaten biliyor. Bilmeyen k’ari dostlarımız da “google’lar” öğrenir.
Bir ülkenin vicdanı en ağır ameliyatın masasından sağ salim kalkabildiyse, zaten, bilmek yahut öğrenmek gerekir.
Bizim sinirli Başbakan ne derse, etrafında son kalanlar; yani “mağrur olma, senden büyük Allah var” diyebilecek yüreği barındırmama marifetlileri “evet efendim, sepet efendim” demeye memur.
Onlardan hayır yok.
Daha önce de “cesur” bir adam olduğunu teslim ettiğim Başbakan’a etrafından değil, açıktan sesleniyorum bir kez daha.
31 Ağustos toplantısı sonrasında (BM Güvenlik Konseyi), yürüttüğün Suriye politikası ters yolda hızla ilerlemenin ötesine geçti.
Hâlâ, yüzlerce araba niye ters yönden geliyor, diye hayıflanmaktan vazgeç.
Direksiyonunu çok sevdiğin o arabanın bütün koltuklarında biz oturuyoruz.
Konvoyun arkadan korna çalıyor diye kibirlenme.
Çünkü onlar hâlâ duble yolun sağlamcı şeridinden selamlıyor seni.
Orhan Doğan’ı hatırla, seni tanıdığım sene tutuklanan o sahici “bilge” adamı. Sen taze bir Belediye Başkanı’ydın o günler. Dinleme ka’biliyetini çok beğenmiştim.
Sahi ne oldu sana? Yeni bir kangren için neden “düğmeye basıyorsun”?
1995’te, Yaşar Abi’nin Der Spiegel’de yayımlanan makalesine karşı DGM’de (Devlet Güvenlik Mahkemesi) açılan davaya karşı, Şanar Yurdatapan’ın öncülüğünde muazzam bir refleks vermiştik.
1079 kişinin yayıncı olarak imza attığı bir kitapla, yazarı yargılanan, mahkûm edilen yazılardan bir minik antoloji yapıp piyasaya sürmüştük.
Aziz Abi erken gittiği için, 99 kişiye karşı açılan dava, 98 sanıkla üç yıl civarında sürdü ve yargıdaki kilitlenmeyle sonuçlanamadı. Bir ara eğlenceli duruşmalarımızı da anlatırım.
Benim altıncı sırada yer aldığım bu yargılamada, müddeiumûmî tarafından birinci sıraya yerleştirilen sanığının adıyla çağırırdı bizi mübaşirler: “Ahmet Altan ve arkadaşları...”
Sonra, Şanar, devam edelim, dedi. Biz de, tamam, dedik.
Kaç kitap yayımlandı hatırlamıyorum.
Ama seni dört ay yarı açıkta yatıran o şiirimsi vardı ya Başbakan; biz onu da yayımlayıp altına imza attıydık.
Üstelik yaptığımız işin simyası bununla sınırlı değildi. İlk “suç kitap”tan başlayarak, DGM’ye gidip kendimizi ihbar ediyorduk.
Dıranas’tan sahici bir mısra armağan ediyorum sana Başbakan: “Hatırada kalan şey değişmez zamanla”.
Şimdi bu bayatlamakla kalmamış, küfünden yayılan zehri Türkiye’ye zerk etmiş yemeği mi süreceksin önümüze.
Kürsü masuniyeti yetmez Başbakan.
Düşüncenin ifade edilmesini topallatan her yasa, vicdan tarihinde hükümsüzdür.
Bu ucuz “agit-prop”tan elini çek Başbakan. Vazifelendirdiğin hukukçularına, mevcut mevzuatın derinliklerinden suç isnadı ürettirme.
Zaten hepimizi ters yola soktun, yavaşla ve “sola” çek.
Ters yolda “sağa” çekmeye kalkışma şu memleketi.
Gel, birlikte olalım. Barışmak ve kardeşçe bakışmak sana da iyi gelecek.
Allah iyiliğini versin.