12 Haziran 2022

Yorgun şarkılar ve ihtiyar bir tabure…

Bir daha dünyaya gelseydim Nevizade Sokak'ta bir tabure olmak isterdim, "Yorgun şarkılarda anarsın beni, öyle kolay değil unutamazsın" çalınırken süt güğümü gibi sus pus dururdum olduğum yerde, sessiz, sitemsiz

Şu an 20'li yaşlarında olanlar 'eski Türkiye'yi bilmiyorlar. Ah bir bilseniz çocuklar, orası ne güzel bir ülkeydi. Tarkan'ın ön dişlerinin arası biraz açıktı, RTÜK Adnan Şenses'in ekrandaki çilingir sofrasına karışmazdı, müzik dünyamız hayli renkliydi; bir Hilmi Şahballı kaset çıkarırdı bir Ajda Pekkan. Üstelik benzin iki günde bir zamlanmazdı, bugünkü gibi bir konsere gitmek için neredeyse konser bileti kadar ulaşım bedeli ödenmezdi. Dolar çok istikrarlıydı, birkaç devalüasyonu saymazsak "Enginde yavaş yavaş, günün minesi soldu" şarkısı gibi ağır aksak saz semaisi formunda, usul usul, kimseyi irkiltmeden yükselirdi. Başımıza ne geleceğini bilirdik, örneğin yılbaşı geceleri tam yeni yıla girilen dakikalarda Bodrum'un gerçek 'Paşa'sı, Türkiye Sanat Müziği'nin Sanat Güneşi Zeki Müren çıkar, o yılın en tutan şarkısını ulusa sesleniş kabilinden okurdu.

Nevizade Sokak'taki o taburenin dili olsa da konuşsa, o eski ülkeyi bir anlatsa. O zaman, dönemin moda deyimlerinden olan ve duyduğumuzda iyi bir şey zannettiğimiz gelişmekte olan ülkelerden biriydik. Parlamenter sistem vardı! Milletvekilleri vardı! Meclis sabahlara kadar çalışırdı. Müzeyyen Senar, "Gelse O Şuh Meclise"yi okurdu. İçinde terennümler vardı, 'tiri yelelel lellel lel' şeklinde söylenirdi ve buradan Yonca Evcimik'in 'Okayi yamaşita kumbamba'sına kadar her düşünce kendini özgürce ifade edebilir, çoğulcu demokrasi en çok şarkılarımızda hissedilirdi. Çok özledim ben o ülkeyi.

Bir daha dünyaya gelseydim Nevizade Sokak'ta bir tabure olmak isterdim, "Yorgun şarkılarda anarsın beni, öyle kolay değil unutamazsın" çalınırken süt güğümü gibi sus pus dururdum olduğum yerde, sessiz, sitemsiz. Ta ki darbukanın ağır taksimlerin bitişinde o birden gümbürdemeye başlayıp, tempoyu yükseltmeyi belirten bir işaret fişeği gibi patlayışıyla kendime gelirdim. O zamanlar "Dom Dom Kurşunu" modaydı (hâlâ seviliyor tabi, hatta Suzan Kardeş ve Oya Başar birlikte söyledi) ve Dom Dom'un hemen ardından da Ajda'dan "Kimler Geldi Kimler Geçti"ye geçivermekte bir sorun görülmezdi. Ferdi Özbeğen yaşardı, piyanosunun tuşlarına oyun oynayan çocuklar gibi neşeyle basardı. "Dilek Taşı", hayatımızı bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirir hatta biraz daha aşağıya dudaklarımıza indirerek ömrümüzü söylenebilir formata getirirdi.

"Yıllar sonra bir gün beni anarsan, kulakların değil kalbin çınlasın"; kulağı da kalbi de olmayan basit bir tabure, işittiği şarkılardan bir anlam üretemese de yine de mutludur, bilmez çünkü o. Tahta ayaklarının arasında kedi gibi dolaşan o sevimli, sırnaşık şarkıların sessiz tanığıdır sadece. Kaybettiklerinin farkında değildir, azalan masaların, seyrekleşen müdavimlerin, gece 1'de müziğin neden birden kirp diye kesildiğine de bir anlam veremez. O bedavaya şarkılar dinlerken aslında bu memleketin Hakkı Bulut'tan Seyyal Taner'e uzanan binbir renkli müzik bahçesinin tam ortasında yaşadı. Bir kenarda başkaları otursun diye hep ayakta duran bir ahşap eşyadan daha fazlasıydı o. Belki yüzbinlerce kez dinlediği "Çile Bülbülüm Çile"den "Sözlerimi Geri Alamam"a uzanan esaslı bir Türkiye senfonisinin içindeydi. 80-90'ların Nevizade'sinde ihtiyar bir tabure formunda esenlik içinde ve dört bir yanı şarkılarla çevrili yaşamak ne güzel şeydi. Felek alacağım olsun, çok özledim ben o ülkeyi…

Yazarın Diğer Yazıları

"Niyazi Köfteler", birleşsin köfteciler…

Karaca, "Niyazi Köfteler"i yazdığından bu yana 32 sene geçti. Hükümet ne kelime, rejim bile değişti. Ama köfte, Türkiye kültürü, müziği ve siyasi hayatındaki belirleyici rolünü hâlâ sürdürüyor

Yolumuza çıkardı bir zamanlar şarkılar…

Benim için iyi şarkıların en büyük ölçütlerinden biri, otomobillerin açık camlarından etrafa saçılıp saçılmıyor oluşları. Hele araç uzaklaştıkça şarkının o giderek düşen volümüyle elinden kaçmakta olanı yakalama, tutmaya çalışma hissi. Mert Demir'in "Ateşe Düştüm"üyle de sokakta karşılaştım

İnsanı işinden gücünden alıkoyan bir "cover"

Bir pencere aniden açılır da içeriye birden soğuk hava dolar ya, öylesine keskin, çarpıcı, ürpertici bir etki. Nereden geldiğini, nasıl olduğunu anlamaya çalıştığınız bir dış müdahale. İlk duyulduğunda dinleyicide "nedir bu" sersemliği yaşatan, çok güçlü bir çarpılma hâli. Bir yeniden yorum, ancak bu kadar kişilikli, iddialı ve sarsıcı olabilir…