Hayatın en ağır, en can yakıcı yüküdür anılar. Somut bir varlıkları, bir kütleleri, hacimleri olmadığı halde büyük bir ağırlık yaparlar. Üstelik zaman ilerledikçe de daha da çoğalır, yorgun bedenlerimizi artan ağırlıklarıyla iyice ezer, bükerler belimizi. Yaşlanmaya sebep geçen zaman değil an be an çoğalan, sırtımızda biriken anılardır. Şarkılar da nemlenen gözlerle ıslatıp, artırdıkça artırırlar anıların ağırlığını. Fakat bu ıslak anı yükünün altına gönüllü gireriz çoğu zaman. Yer ararız içlenmeye, kendi canımızı yakmaya…
Şarkılar incitmeye başladığında, acısıyla tatlısıyla geride bıraktıklarımız, geleceğe dair beklentilerimizden daha önemli hale gelmiş demektir. Şarkılar işte bu değişimin kimimizde başlatıcısı, kimimizde eşlikçisi, kimimizde çoğaltıcısı olurlar. Umutlara, hayallere değil anılara tutunduran o şarkılar bizi yorsa da yine de en çok onları severiz. Yaralarımızı gösterir bize, incinen yanlarımızı sevdirir.
Murathan Mungan'ın 'Eskidendi, Çok Eskiden' şiirine Attila Özdemiroğlu'nun bestesi, hatıralarımızın yükünü bile bile artırdığımız o şarkılardan oldu. Anılarımızı ıslattı, ağırlaştırdı. O umarsız neşemizle çocukluğumuzu, ilk aşkları, ayrılışları, kaybettiklerimizi, artık geri gelmeyeceğini bildiğimiz ne varsa hepsini getirip serdi önümüze. Sezen Aksu'nun da üstüne buğulu sesini sarıp adeta kesici bir alete dönüştürdüğü bu şarkı, taammüden harap eder bizi, her dinleyişimizde yıkar geçer. Ama severiz, izin veririz, bizim rızamızla oluşur bu yıkım, bu darp izleri.
Sezen Aksu'nun 2005'te çıkan 'Bahane' albümünde yer alsa da, yaşını göstermeyen insanlara benzer, eskiden, çok daha eskiden yapılmış hissiyle dinleriz bu şarkıyı. İsmiyle müsemma şarkılardandır bu yüzden. "Hani şarkılar bizi henüz bu kadar incitmezken" dizesi de en çok incindiğimiz yeridir. Çünkü anlaşılmıştır ki artık geçen her saniyeyle daha da uzaklaşmaktayız o eski güzel günlerimizden. Anlarız ve kabul ederiz ki artık giden gitmiştir. Anlamak ne yorucu bir eylem… Bilmesek hiç ya da en azından balıklar gibi unutsak birkaç saniyede, o gittikçe ağırlaşan anılarımızın yükünden kurtulsak.
Murathan Mungan şiirlerinden yapılan şarkılar, her zaman dokundular hayatımıza. Hatta dokunmadılar, içimize işlediler, resmen saplandılar ruhumuza… Olmasa Mektubun, Dönmek, İstersen Hiç Başlamasın gibi pek çoğunu Derya Köroğlu yorumuyla bildiğimiz unutulmaz şarkılar kazandık Murathan Mungan şiirlerinden. Pop formunda bir ağıttır bu şarkı... Bir zamanlar yaşadığımız şimdiyse viraneye dönmüş çocukluk evimizin önünde durmak gibidir. Sanki hâlâ içindeyizdir arkamızda duran o harap olmuş evin, dışarıda durup bekleyen değil de içinde hâlâ yaşayanızdır.
Zamanın içinde 'eskiden' diye bir başlık açtığımızda, başlangıç noktası bilinmeyen, referans aralığı herkese göre değişecek sonsuz bir kesit oluşur. Bu tanımsız aralığın içinde; kimimiz bir akşam ansızın aldığımız haberi, bir ilk karşılaşmayı, bir son bakışı, yıldızları izlemeyi, yeni ayakkabıyı, babanın eve gelişini, çıktığımız yolculukları, sevdiğimiz arkadaşları, akşamüstlerini, karlı sokakları, tren garlarını, kömür kokularını, erik ağaçlarını, yağmurda toprak kokusunu, rüzgârlı havaları, ıslak sokakları, tebeşirleri, okul sıralarını, beyaz yakalı kara önlükleri, kapı önlerini, çalan zilleri, aile fotoğraflarını, kokulu silgileri, yaz tatillerini, sade gazozları, saklambaç oynamayı, kaçamak bakışları, yollarını gözlemeyi, pişmanlıkları, köye gidişleri, eve dönüşleri, bir şarkıda hatırlar, onca olan biteni bir şarkıya sığdırırız. Eve bir türlü sığmayan hayat, bir şarkıya kolayca sığar…
Söz ve müziği bize ait uzun bir şarkıya benzeyen hayatımızın nakaratıdır anılar… Şarkılardaki tekrarları gibi döner dururlar başımızda. Bir gün bir söz yazılır, bir müzik bestelenir, hatıralar doğrulurlar yattıkları yerden, çıkarlar önümüze, eski ne zamandı şimdi ne zaman, şaşırıp kalırız…