Özal 1993 yılında öldüğünde Kürt sorunu konusunda çok gergin günler yaşanıyordu. Sonradan anlaşıldığına göre önemli atılımlar yapılma arefesinde olunan bir dönem imiş o yıl. Özal’ın ölümünden o zamanlar çok kimse kuşkulanmamıştı.Öldüğünden hemen sonra Abdullah Öcalan ısrarla öldürüldüğünden bahsetti ve bunu sürekli yineledi. Gerçekten de ölümünden bir ay önce Türkiye’ye gelen onun kalp ameliyatını yapmış Amerika’lı cerrah De Bakey, muayenesinden sonra Özal’ın kalbinde hiçbir sorun olmadığını açıklamıştı. Böyle bir açıklamadan kısa bir süre sonra ölümün olması ve otopsi yapılmasına gerek duyulmamasından şüphelenen de çıkmadı yıllarca. Yıllarca öldürüldüğü yönündeki iddialara açıklık getirilmedi. Nihayet Cumhurbaşkanlığı makamı konuya el attı ve mezarın açılmasıyla ilginç gelişmeler yaşanmaya başladı. Özal’ın zehirlendiği yönünde basına sızan haberlerden sonra Adli Tıp’dan yapılan yalanlama ise zehirlenme kesinliğinin olmadığı yönündedir. Ancak zehirlendiği yönündeki bulgular sanki daha güçlü gibi. Artık herkes Özal’ın öldürüldüğünden emin.
Özal’ın ölümünün ipuçlarını bir de 28 Şubat süreci ile ilintilendirmek gerekecek. Bilindiği gibi Oramiral Güven Erkaya’nın hayatında yaptığı açıklamalarda 28 Şubat sürecine 1992 yıllarında karar verdikleri yönünde ifadeler vardır. Özal’ın ölümünün 28 Şubat sürecinin hızlandırılmasına ve oluşumuna hizmet ettiği ortadadır. 28 Şubat karşısında duran güçlü bir muhalefet olmadığı için kolay yapılmıştır. 28 Şubat’ı Süleyman Demirel’in mi askerlerin mi yaptığı belli değildir.1993 yılında ardarda gelen istihbaratçı ve üst düzey asker ölümleri ve ardından oluşan Sivas olayları artık farklı bir Türkiye’yi ortaya çıkarıyordu. Sonraki yıllarda laik görüşleri ile tanınan aydın ve yazarların öldürülmesi ve fail’i meçhul olarak kalması da ayrıca not edilmesi gereken hususlardır. Bütün bu gelişmeler 28 Şubat yollarında oluyordu.
Özal’ın ortadan kaldırılmasının en çok hizmet ettiği kurumsal anlayış klasik devlet anlayışıdır. Zira 90 yılın büyük sorunu din ve Kürt meselesi Özal’ın ölümüyle klasik yöntemlerle çözüm yoluna girmiştir.
Aradan neredeyse 20 yıl geçti.Ne İslam ortadan kalktı ne de Kürt sorunu. 28 Şubat’tan kısa bir süre sonra Milli Görüş’ün gömlek çıkaran cenahından da olsa eski islamcılar işbaşına geldi. Kürt sorununda yara daha da derinleşti. On binlerce insan daha öldü. Devlet sorunun çözümü konusunda bazı adımlar atmak zorunda kaldı. Dün Kürt kelimesini bile telaffuz etmeyen devlet anadilde eğitimi tartışmaya başladı. Silahlı mücadele ile yol alındığını gören PKK ise bunu kesinlikle elden çıkarılmaması gereken bir ihtiyat olarak görmeye devam etti.
Açlık grevleri yaşanan günlere geldiğimizde ise siyasetçiler tarafından konunun kendi oy depolarına mesaj verilmesinin ön planda olduğu bir anlayıştan ileri gitmediğini gözlemliyoruz. Tayyip Erdoğan bu konuda keskin adımlar atarsa yanacağını mı düşünüyor, bilemiyoruz. Halkın yapısını işaret ederek idam konusunun istendiğiyle tehdit savururken adeta “ sorunu çözmekten daha önemli olan oy kaybımın önlenmesidir” diyor. Oysa sorsanız halkın %30’u -ki çok yüksek bir orandır-darbeleri zor günlere düşüldüğünde mübah olarak görür. O zaman idamın geri gelmesine de darbelere de kötü gözle bakmayalım.
Tiyatro sahnesini seyreden toplum karşılıklı restleşmeler sonucunda biraz mesafe alınacağını görüyor. Öcalan’ın “koster bozuk” denilerek 1,5 yıldır avukatları ile görüştürülmemesinde Tayyip Erdoğan’ın Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesine olan öfkesi olduğu belli. Ancak PKK’nın savaşı tırmandırma ve akabinde açlık grevleri resti ile cevap vermesiyle geri adım atan yine hükümet oldu. Öcalan’ın kendisinin istemesiyle avukatlarıyla görüşebileceği açıklaması mahcup bir kabullenmedir. Ancak bilinmelidir ki geri adım atma ile kimse küçülmez. Var olan sorunu çözümsüz bırakarak küçülür kişiler veya devletler.
Bundan sonra neler olur? Anadilde savunma ve ardından anadilde eğitim ve Öcalan’ın ev hapsine çıkacağı öngörülebilecek gelişmeler. Devlet bu adımları atmayı düşünüyor ancak gelişmelere göre elinde koz olarak tutuyor sanırım. PKK’da artık savaş zamanının geçtiğini ve yeni dünyada Kürtlerin ve Türklerin artık yorgun olduğunu görüyor. Savaşın devam etmesi karşı tarafa zayiat verdirse de en son Hakkari’de olduğu gibi PKK bombası masum Kürt çocuklarının ölümünü sağlamaktan başka bir şeye hizmet etmiyor.
Dağdaki teröristin ölümüne üzülmeyenin insan olamayacağını söyleyen Müdür’den sonra devlet de cezaevindekinin ölümüne razı olmaması gerektiğini anladı. Daha çok öldürerek değil görüşerek, konuşarak ve anlamaya çalışarak sorunlarımızı çözeceğiz. Bunu acı tecrübelerden sonra anlayacağız ama sonunda iyi gelişmeler olacaksa bu kadar da doğum sancısı olsun diyoruz artık. Açlık grevleri belki gerilimi arttıran bir süreç oluşturdu ama belki de Kürt sorununun çözümünde bir anahtar rolü üstlenecek. Özal'ın ölümü konusuna artık sorunların geçici yöntemlerle geçiştirilemeyeceği perspektifinden bakılsa herkes için iyi olacak.