George Floyd’un öldürülmesiyle ilgili olarak bir soru üzerine ilk söylediğim şey Amerikan polisinin tutuklama yaparken kullandığı yöntemi değiştirmesi gerektiği olmuştu. Televizyon dizilerinde, filmlerde de görürüz, Amerikan polisi sanığı hemen yere yüz üstü yatırıp kafasını bastırır, bazen de etkisiz hale getirmek için boynuna baskı yapar. Buna ABD’de "chokehold" yöntemi diyorlar. Şimdi bakıyoruz, birçok eyalet bu yönetimi yasaklamak ya da değiştirmek üzere çalışmaya başlıyor. Fransa’da da uygulanırmış aynı yöntem. "Etranglement", yani boğma derlermiş. Fransız İçişleri Bakanı söz konusu yöntemin bundan böyle yasaklandığını ilan etti. Ne yazık ki, çok kurbana maâl oldu bu gayriinsani yöntem, hele ABD’de.
On yıllardır ABD’de bu yüzden ölenler olur. kamuoyuna yansıyan son olay 2014 yılında New York’da Eric Garner adlı bir siyah amerikalının "chokehold" işlemi sırasında ölmesi olmuştu. O da "I can’t breathe" (Nefes alamıyorum) diye bağırmıştı. New York’ta sokak protestoları düzenlendi. Dünya basınına da yansıdı bu olay. Unutuldu gitti. Oysa New York’ta bu yöntem sözde 1993’de yasaklanmıştı. Hikâye! Darren Burley adlı bir siyahi de 2012’de California’da polis kurbanı olmuştu. Ona da bence "chokehold" uygulanmaya çalışılmıştır. Ölenin ailesine 8 milyon dolar tazminat ödendi. Dosya kapatıldı. Los Angeles’da da bir dizi ölümden sonra "chokehold" 1980’de yasaklanmış güya. Gel gör ki, ABD polisinin bu yöntemden kolay vazgeçemediği anlaşılıyor. Eric Garner’in öldürülmesinden beri 996 kişinin "chokehold" kurbanı olduğu söyleniyor. Kaçı ölmüş bilmiyorum, ama tablo vahim.
Obama şimdi belediye başkanlarına polis mevzuat ve örgütlerini gözden geçirmelerini salık veriyor, ama kendisi başkanken bu konuda yapabileceği çok şey varken yapmamış olduğunu anlıyorum. 2019 yılında Amerikan polisi 1098 kişi öldürmüş. Bunun nedeni geçmişten gelen sistemik sorunlardır. Öte yandan, polisin öldürdüğü kişilerin yüzde 24’ü siyahi imiş. ABD’de siyahi nüfus yüzde 13. Yüzde 24 ile 13 arasındaki fark bu polis cinayetlerine ırkçı bir özellik atfedilmesine yol açıyor.
George Flyod’un başına gelen polis şiddetiyle ırkçılığın iç içe geçtiği bir gayriinsanilik örneği olarak görülüyor. Floyd beyaz olsaydı "chokehold" kurbanı olmazdı diye düşünülüyor. Ondan emin değiliz, ama beyaz olsaydı öldürülme olasılığının, istatistiklere göre, daha az olacağı kesin. Uluslararası insan hakları örgütlerinin ve Birleşmiş Milletler’in (BM) yetkili tarafsız komitelerinin raporlarına bakarsanız ABD’nin insan hakları açısından model bir ülke olmadığını görürsünüz. (Ancak, ifade, gösteri, örgütlenme özgürlükleri açısından ABD epey ilerdedir.) Floyd olayı ABD sisteminin iki büyük zaafını bir kez daha ortaya çıkardı: polis şiddeti ve ırkçılık. Uluslararası kuruluşların ve BM’in ilgili komitelerinin bu konularda yaptığı tavsiyeleri ABD’nin yeterince kulak asmadığı görülmektedir. Bu arada, "chokehold" yönteminin yasaklanması yönünde somut bir tavsiye anılan kuruluşlar ve komitelerce yapılmış mı, araştıramadım. Eğer yapılmamışsa ilgili uluslar arası kuruluşlar ve BM komiteleri de bu can alıcı ayrıntıyı atlamış demektir.
ABD insan hakları sisteminin altını çizdiğimiz iki zaafından polis şiddetiyle baş etmek konusunda eğer yöneticiler kararlı davranır, başkanlık seçimi kampanyasının popülist atmosferi içinde güvenlik endişelerini öne çıkararak polisi kayırmak yoluna gitmezse önemli mesafe alınabilir. Ne var ki, ırkçılık sorununun çözmek çok daha güç görünmektedir. Bu sorunun çözümü toplumun zihniyetinde ilerleme sağlanmasına bağlıdır.
ABD’ndeki polis şiddetine ve ırkçılığına bu kez dünya çapında tepki gösterildi. Batı ülkelerinde gösterilen tepkilerle diğerleri arasında bir fark görüyorum. Batı ülkelerindeki gösterilerde sadece ABD değil yerli, ulusal mevzuat ve uygulama da eleştirildi. Irkçılığa karşı tepki özellikle yoğun oldu. Buna Batı’nın aslında genel sorunu olan ırkçılığa karşı bir özeleştiri dalgası diyebiliriz. Bu tepkiler ırkçılığın ortadan kalkmasına yol açmaz, ama ırkçılıkla mücadelede bazı mevzii başarılar sağlanmasına yol açabilir. Göreceğiz.
Demokrasi, insan haklar, hukuk devleti alanında cimri olmayı tercih eden ülkelerdeyse, "fırsat bu fırsattır" dercesine "Kahrolsun ABD" edebiyatı yapıldı. Böylece ABD’den (ve diğer Batı ülkelerinden) gelen insan hakları eleştirilerine "Siz önce kendinize bakın" şeklinde bir yanıt verme, iç rahatlatma olanağı bulunmuş oldu. Uluslararası hukuka göre her ülke bir diğerini veya diğerlerini insan hakları alanında eleştirebilir. İnsan hakları evrensel olduğuna göre yapılması gereken de budur. Ancak her ülke önce kendi yurttaşlarının insan haklarını korumakla yükümlüdür. Buna uluslararası hukukta insan haklarını "koruma sorumluluğu" (responsibility to protect) diyorlar. Dolayısıyla yapılması gereken önce iğneyi kendine, sonra çuvaldızı başkasına batırmaktır.
George Floyd’un kızı "Babam dünyayı değiştirdi" dedi. Umarız, insan haklarının gerilediği bir dönemde bu trajik olay vesilesiyle insanlık biraz olsun bir vicdan muhasebesi yapar, Floyd’un kızının ve diğer bütün çocukların mutlu olabilecekleri bir dünya kurulması, bunun için de insan haklarına saygı gösterilmesi gerektiğini düşünür. Ne yazık ki, ben pek umutlu değilim.