17 Nisan 2016
Hayvanların beslenme davranışı çevresel şartlarıyla belirlenirken, insanın beslenme davranışını belirleyen ve etkileyen faktörler çok daha karmaşıktır. Doğduğunuz bölgeye, doğal olarak o bölgede yetiştirilen sebze ve meyvelere, ailenize, kültürünüze, dininize, değerlerinize, alerjilerinize, kilonuza, sağlığınıza, yaşınıza, gelirinize, cinsiyetinize ve en önemlisi belki de damak tadınıza.. evet bunların tümü yiyecek seçimlerimizi belirleyen etkenler. Peki, sağlığına ve bir adım daha ileri gidelim, genlerine göre yediklerini seçen el kaldırsın lütfen?
Bilgilerin demokratik bir şekilde yayılmasından sonra doktorlar sağlık konusunda bilgi kaynağı olmaktan çıktılar. Beslenme ve diyet popüler kültürün bir parçası olduğundan beri herşey çok hızlı değişiyor. Beslenme ve zayıflama sektörü kadar paylaşılamayan bir meslek yok herhalde. Güvenli ve basit yaşam tarzı tavsiyeleri söz konusu olduğunda bunun bireye çeşitli kanallarla direk olarak ulaşmasında bir sakınca yok elbette. Ancak paranın bu alana girmesinin herşeyi bozucu etkisinden kaynaklanıyor olsa gerek, beslenme ve zayıflama konusundaki kafa karışıklığı daha da kötüye gidiyor. Herkes kendi marka yılan yağı takviyesinin veya beslenme tarzının en iyi şekilde zayıflattığını ve en çok kilo verdirenin en başarılı metod olduğunu savunuyor.
Beslenme ve zayıflama, sadece kalori, lezzet ve paradan ibaret olup sağlıkla hiç bir ilgisi olmasaydı, ben de size sözünü ettiğim bu kalabalığın içinde olmazdım. Beslenme ve hastalıklar arasındaki bu güçlü ilişki nedeniyle bugün size başka bir tür beslenme tarzından bahsedeceğim, bugün amacım beslenmeye tamamen farklı bakmanızı sağlayabilmek.
Doktora gittiniz diyelim. Henüz genç ve sağlıklısınız. Ama oldukça da kötü besleniyorsunuz. Muayeneniz normal, tahlillerde de önemli bir şey görünmüyor. Kolesterol biraz yüksek ama (hey kime inanacağız, sorun değil diyorlar) hafifinden bir göbeğiniz var, yürüyüş yapın, biraz da zayıflayın. Gelecek yıl görüşürüz. Ne yapıyorsanız devam edin! (sağlıklı mı, sağlıksız mı?)
Sağlıkla bu kadar çok ilişkiliyken beslenme konusunda doktorların hiçbir şey bilmemesi garip değildir, çünkü tıp fakültelerinin eğitim programında beslenmeden belki bir kaç saat bahsedilir, ben mezun olduğumda da böyleydi, ve şimdi de aynı. Tıp eğitimimizde de hastalıklara nasıl tanı konulacağını ve tedavi etmeyi öğreniriz. Beslenme ile bağlantılı sebepler nedeniyle ölüm, sigaraya bağlı sebeplerin hemen arkasında ikinci sırada gelir ancak doktorların gördükleri hastalara yaşam tarzının bir hastalık sebebi olduğunu anlatacak ve sağlıklı yeme tarzının yararlarından bahsedecek zamanı yok. Günümüzde binlerce tıbbi çalışma beslenme ve klinik alanında yapılıyor. Beslenme ile ilişkili olan hastalıkların ortaya çıkmasına neden olan belirli beslenme tarzları vardır ve tanı konulmuş belirli hastalıklarda beslenme reçeteleri ilaç tedavisi kadar etkindir.
Dünyada nüfus hızla artıyor ve yaşlanıyor. Uzayan bir yaşam süresinden bahsedebiliriz ancak bu süre daha çok hastalık ve bunlara bağlı sakatlıklarla dolu. Yaşam süresindeki artışın ağırlıklı sebebi enfeksiyon hastalıklarından çocuk ölümlerinin engellenmiş olması. Dünyada HIV/AİDS, şiddet, alkole bağlı siroz, intihar gençlerde en sık rastlanan ölüm sebepleri. Yaşlılarda ise kompleks kronik hastalıklar ön plana çıkıyor. Bu hastalıkların tümü elbette ölümcül değil ancak yaşam kalitesini bozan ve sakatlayan hastalıklar. Depresyon, anksiyete ve migren zengin veya fakir ülke ayrımı yapmadan herkesi etkiliyor. Yaşlandıkça Alzheimer oranları dikkat çekici şekilde artıyor ve günümüzde Amerika’da sık görülen hastalıklar arasında 12’inci sırada ve diğer zengin ülkelerde de oranlar benzer. Dünya’da sağlık giderek bozuluyor ve bunlara sebep hepsi de önlenebilir sebepler olan akciğer hastalıkları, kas iskelet sistemi stresi, obezite bağlantılı kalp hastalıkları ve diyabet. Bu üç başlıca sebebe eşlik edenler kötü sağlıkla beraber yüksek vücut kitle indeksi, beslenme riskleri ve yüksek kan şekeri. Ve dünyada bunlara bağlı sakatlık ve erken ölüm oranları giderek yükseliyor.
Taş devrindeki atalarımız diş çürüğü ve diş eti hastalıklarından yakınmıyorlardı. Diş fırçası, diş ipi, ağız çalkalama suyu yokken bile. Henüz tekerleği keşfetmekle uğraştıkları için olabilir. Diş çürümesi ve diş eti hastalıkları bugün modern çağ insanına ait bir sorun gibi duruyor. Belki de kalp hastalığı diş çürümesi gibi bir sağlık sorunudur. Peki beslenme ile tamamen korunulabilir olduğunu bildiğimiz halde neden hala insanlarda diş çürüğü var? Basit değil mi? Bedeli ne kadar acılı ve pahalı olursa olsun insanlar şeker ve tatlı yemekten zevk alıyor. İnsanlar bu davranışlarının bir sonucu olduğunu bilerek ve özgür iradeleri ile yemeyi tercih ediyorlarsa bir doktor olarak bizler daha fazla ne yapabiliriz ki?
Eğer bir yetişkinseniz, kendiniz ve aileniz için yarar ve riskleri değerlendirip ona göre karar verirsiniz değil mi? Sigortam diş tedavimi kapsıyor diyip yemeğe devam edebilirsiniz. Peki dişinizdeki plaklar yerine damarlarınızda plak oluşumuna neden olan bir hastalıktan bahsediyor olsaydık? Beslenme ile önlenebilecek olan diğer hastalık hani? Evet hepimiz ne yiyeceğimize ve nasıl yaşayacağımıza kendimiz karar veririz ve eylemlerimizin tahmin edilebilir olası risklerine rağmen bilinçli bir şekilde böyle yaşamayı da seçebiliriz. Şimdi diş taşlarından değil, yaşam ve ölümden bahsediyorum.
İşte bu nedenle beslenme ile bağlantılı ölüm sebeplerimizi size bugün anlatmak istiyorum.
İtalik olanlar beslenme ile bağlantılı olan hastalıklar ve detaylı olarak inceleyeceğiz.
1. Kalp hastalıkları
2. Kanserler
3. Kronik alt somunum yolu hastalıkları
4. Serebrovasküler hastalıklar
5. Kazalar
6. Alzheimer hastalığı
7. Diyabet
8. Nefrit/Nefrotik Sendrom
9. Influenza/Pnömoni
10. Kendine zarar verme
11. Septisemi
12. Kronik karaciğer hastalığı
13. Esansiyelhipertansiyon/ Hipertansif böbrek hastalığı
14. Parkinson Hastalığı
15. Pnömoni (sıvı ve katılara bağlı)
Listemizin ilk sırasında kalp hastalıkları:
1. Kalp hastalıkları
Aterosklerozis (damar sertliği) henüz çocukluk yaşlarında başlar. 10 yaşındaki neredeyse tüm çocuklarda kalp hastalığının ilk başlangıç aşaması olan yağ çizgilenmeleri vardır. Ve şu meşhur aterosklerotik plaklar 20’li yaşlarda oluşmaya başlar. 30’larında durum giderek kötüleşmeye başlar ve sonunda bizi öldürür. Aterosklerozis kalpte olduğunda kalp krizi beyinde olduğunda felç adını alır.
Eğer aramızda 10 yaşının üzerinde birileri varsa olay şu değil. ‘’Kalp hastalığından korunmak için sağlıklı yemeye başlayın’’. Başlayın veya başlamayın şu anda zaten kalp hastalığınız var. Doğru soru şu, peki, kalp hastalığından tamamen kurtulma gibi bir şansımız var mı? Gerçekten kalp hastalığı görülmeyen topluluklar gibi yiyerek kalp hastalığından kurtulabilir miyiz, en azından ilerlemesini yavaşlatmayı veya durdurmayı umabilir miyiz?
1950’lerde uganda da yapılan bir çalışmaya göre kalp hastalığından ölüm Uganda’da hiç yok. Belki de aklınıza Afrikalıların kalp hastalığından ölecek kadar uzun yaşamadıkları aklınıza gelebilir. Ancak yaş karşılaştırmalı bir çalışma yapıldığında otopsi sonuçlarına göre St.Louis Amerika ile kıyaslandığında Uganda’da kalp krizinden ölüm oranı binde birden bile daha az ve bu sebep günümüzde bizlerin bir numaralı ölüm sebebi. Bu oran Amerika’da tüm ölümlerin yaklaşık %60’ını oluşturuyor. Amerika ve onun tarzında beslenen ülkelerde kalp hastalığı salgın boyutunda ve bitki temelli beslenen ülkelerde neredeyse hiç görülmüyor.
On yıllardan beri bildiğimiz birşey var. Kalp hastalığının beslenme değişikliği ile tamamen iyileşebilir bir hastalık olduğu. Gerçek bir vaka öyküsünden bahsedeceğim. 9-10 adımda bile şiddetli göğüs ağrısı yaşayan ve bitkisel temelli beslenmeye geçtikten sonra aylar içerisinde dağlara tırmanabilir hale gelen bir hastadan. Ama durun bi dakika. Göğüs ağrısını geçirebilecek harika nitrogliserin hapları var. Ve en yüksek dozda kullanıldığı zaman yürüme bandı üzerinde egzersiz yapma süresini 33,5 saniye daha fazla uzatıyor. Dağlara tırmanmak için yeterli dozu yok gibi görünüyor.
Tıp’ta en iyi saklanmış sır:
Diyelim ki dizinizi masaya çarptınız. Yemek masasına.. ne olur? Şişer, morarır, ağrır, hasar görür. Ama sonuçta kendi kendine iyileşir. Ama yine de diyelim ki günde üç kez sabah, öğle ve akşam çarpmaya devam ettiniz. Doktora gidersiniz size bir ağrı kesici yazar. Siz hala günde üç kez çarpmaya devam edersiniz ama ağrınız geçmiştir. Kendinizi çok daha iyi hissedersiniz. Hey dostum bu ağrı kesici bir harika!
Vücudunuz eğer izin verirseniz tekrar sağlıklı olmak ve kendini iyileştirmek ister. Ama günde üç kez hasar görmeye devam ederse bunu başaramaz. Sigara içmek gibi. Sigara bırakıldıktan on yıl sonra sigaraya bağlı kanser riski, sigara içmemiş olanlarla aynı düzeye iniyor. Sigara içerken aldığınız her nefesle akciğerlerinize verdiğiniz hasar gibi, her lokmada damarlarınıza zarar veriyorsunuz. Ama sonra yapmamız gerekeni yapmaya başladığımız, sağlıklı beslenmeye başladığımız zaman mucize gerçekleşmeye başlıyor ve iyileşmeye başlıyoruz. Tabi ki şimdi bana ılımlı olmaktan bahsedeceksiniz ve kendinize ılımlı bir çekiçle ılımlı bir şekilde vurmaya devam etmek istediğinizi söyleyeceksiniz.
Tıp’ta en iyi saklanmış sır nedir biliyor musunuz? Bu sır doğru koşullar sağlandığında vücudun kendi kendini iyileştirebileceği. Hem de arterleri tıkayıcı beslenme tarzını bırakır bırakmaz. Vücut hemen kendini iyileştirmeye başlıyor. İlaçsız ve cerrahisiz. Sanki vücudun tek istediği sağlıklı olmakmış gibi görünüyor ama biz ona asla bu şansı vermiyoruz. Sağlıklı yemeye başladıktan sonra sadece üç hafta içerisinde bile bu değişiklikler başlıyor. Bugüne kadar kalp hastalığını geri çevirdiği kanıtlanmış olan tek bir beslenme tarzı var. O da bitki temelli beslenme. Bundan sonra herhangi biri size bir diyet satmaya çalışırsa bana bir iyilik yapın ve onlara çok basit bir soru sorun. İnsanlığın ve sizin ve sevdiklerinizin bir numaralı ölüm sebebi olan kalp hastalıklarını önleyip önlemediğini, tedavi edip etmediğini sorun. Eğer cevabı hayırsa o zaman zahmet etmeyin.
2. Kanser
Listemizdeki 2 numaralı ölüm sebebimiz! Standart Amerikan tarzı beslenen birinden kan alıp bir petri kutusuna koyduğunuzda kanser hücrelerinin büyümesini hızlandıran bir gübre gibi etki ediyor. Bir yıl bitki temelli bir beslenmeden sonra aynı kişiden alınan kan kanserin büyümesini durduran bir hale geliyor. Biliyorsunuz erkeklerde prostat, kadınlarda meme üreme ile ilgili en sık görülen kanserler. Dr. Dean Ornish ve arkadaşları bitki temelli bir beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri ile prostat kanserini geri çevirdiler.
Ayrıca bu esnada meydana gelen genlerin çalışması üzerindeki olumlu değişiklikler gösterildi.
Bilim insanları Dean Ornish’in prostat kanserinde aldığı bu sonuç üzerine kadınlarda meme kanseri ile bu çalışmayı tekrarlamak istiyorlar. Düşük yağlı, yüksek lifli ve beraberinde egzersiz uygulayan kadınlarla bu çalışmayı yapıyorlar. Sonuçlar için bir yıl beklemek zorunda kalmıyorlar. Daha iki haftanın sonunda bile 3 değişik tip meme kanseri hücrelerinde büyüme hızı azalıyor.
Yani bu hastaların kanları kanser hücrelerine karşı daha az misafirperver oluyor. Sadece 2 hafta boyunca sağlıklı beslenme adeta tamamen farklı bir insan haline getiriyorsa.. vücudunuzda ne tür bir kan istersiniz? Kanser hücrelerinin mısır gibi patladığı bir kan mı, yoksa büyümelerini yavaşlatan ve hatta durduran bir kan mı? Aynı kadından bile sadece 2 hafta arayla alınan kan örneği kanserin üremesinin yavaşlayıp durduğu görülüyorsa ve bu sadece beslenme değişikliği ve günde 30-60 dakika yürüyüşle oluyorsa o zaman haklı olarak bu düzelmenin egzersizden mi yoksa beslenmeden mi kaynaklandığını merak edebilirsiniz. Bilim insanları da aynı soruyu sordular ve 14 yıl boyunca bu hastaları takip ettiler. Ne egzersiz ne sağlıklı beslenme uygulamayan bir kontrol grubu yok ancak beslenmeye ağırlık verenler ve cidden sağlam egzersiz yapanlardan 2 kat daha fazla hayatta kaldılar. Eğer patates kızartması yiyip patates gibi yatıyorsanız hiç şansınız yok. Yapılan hiç bir şey bitki temelli bir beslenme kadar işe yarıyor gibi görünmüyor.
Bunun nedeninin et, süt, yumurta proteinlerinin IGF-1 seviyesini arttırması ve dolayısıyla vücudumuzda kötü huylu tümörlerin büyümesine neden olabildiğini düşünüyoruz.. Sütteki lösin ise yine IGF-1 ve yanısıra hücresel bir yolu uyararak (mTOR sinyal) büyümeyi arttırıyor. Bu hiç iyi değil. Eğer hayvansal protein tüketimimizi azaltırsak ve gerçekte insanları yine sadece 2 haftalığına bitkilerle beslemeye başlarsak IGF-1 seviyeleri giderek azalmaya başlıyor. Zamanla daha da düşüyor ve IGF-1 bağlayıcı protein seviyeleri artıyor. (vücudumuz kendini kanserden ve hızlanmış büyümeden bu proteini kan dolaşımına salgılayarak koruyor) Bu protein dolaşan fazla IGF-1’i bağlar ve yine sadece 2 hafta içersinde IGF-1 azalır. Tüm çalışmalar vücutlarında IGF-1 daha az olanlarda kanserin de daha az olduğunu gösteriyor.
50-65 yaş aralığında yüksek protein tüketenlerde tüm nedenlere bağlı ölüm oranı %75 daha fazla ve takip edildiği 18 yıl boyunca kanserden ölüm riski 4 kat daha fazla artmakta. Fakat sadece protein değil, özellikle hayvansal protein IGF-1 düzeyini daha çok arttırıyor. Ve kanseri açlıktan öldüren bir beslenme tarzı mevcut.
Güney California üniversitesinden gelen bir çalışmanın sonuçlarına göre et ve peynir yemenin sigara içmek kadar kötü olabileceğini söylüyor. 20 yıl boyunca takip edilen erişkinlerden hayvansal protein ağırlıklı beslenmenin orta yaşlarda kanserden ölme riskini 4 kat arttırdığı gösteriliyor. Bu da sigaranın yarattığı riskle karşılaştırılabilir bir rakam. Bu iddiaya karşı gelen cevap bunun yanlış olduğuydu. Bu oranın gerçeği yansıtmadığı hatta et ve peynir yemenin sigaradan çok daha kötü olduğu söylendi.
O zaman sigara içenler karışık tost benim içtiğim sigaradan daha zararlıymış. O zaman ben neden sigarayı bırakayım diye sorabilir. Ne cevap vereceksiniz? Pasif sigara içicisi olmak akciğer kanseri riskini arttırırken günde 2 bardak süt içmek daha fazla arttırıyor.
Dr. Dean Ornish’in alt yazı seçeneği mevcut olan bu konuşmasını dinlemenizi mutlaka öneririm.
3. Felç
Listemizin 3 numarasında beyin ve damar hastalıkları var. Diğer adıyla felç
Kesinlikle felçten korunmak tedavi etmekten daha kolay, peki nasıl korunuruz?
Toplumun %98’inin yetersiz potasyum aldığı düşünülüyor. Bunun anlamı %98 yeterli bitki yemiyor. Sebzeleri yaktığınızda geride kalan kül potasyum külüdür. En çok potasyum hangi besinde var? İlk 3’ü sayalım: Yeşillikler, Baklagiller, Hurma.
Aklınıza muz gelmiş olabilir. Evet, muz potasyum içerir Amerika’da muz listeye vanilyalı muzlu milkshake’in hemen ardından giriyor. Yenilenen database ile daha da alt sıralara gelmiş bulunuyor.
4. Alzheimer hastalığı
Bundan 20 yıl önce ilk 20’de olmayıp giderek daha çok insanı öldüren hastalık
Bu çalışmada Alzheimer riskini azaltmak için önerilen 7 madde ve var ve ilk ikisi şöyle başlıyor: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/24913896
1.madde: Satüre ve trans yağ alımınızı azaltın. Satüre yağ nerede bulunur? Esas olarak süt ürünlerinde, etlerde, coconut ve palm yağında. Trans yağ ise daha çok pastane ürünlerinde ve kızartmalarda. Birde kısmen hidrojene yağ içerir yazısı olan tüm ürünlerde bulunur.
2. madde: Et ve süt ürünlerini çıkararak yerine sebzeleri, baklagilleri, nohut, yeşil mercimeği, meyveleri ve tam tahılları koyun.
Sadece Alzheimer değil, bunama için 20 yıl öncesinden bir çalışmaya bakalım. Et yiyenler (kırmızı, beyaz farketmez) 2-3 kat daha fazla bunama riski taşıyorlar. Et yemeyenlerse en düşük risk oranına sahip.
Konusu hayli uzun olan bu yazıma gelecek bölümde devam edeceğim.
Tedavi amacına yönelik olarak olağanüstü yenileyici özelliklerinden dolayı Mezenkimal Kök Hücre kaynaklı eksozom çeşitli hastalıkları tedavi etmede tercih edilmektedir
Yeterli omega 3 tüketip tüketmediğinizi anlamanızın en iyi yolu omega indeksi’nizi ölçtürmektir
Anti-aging tıbbı daha önce kader kabul ettiğimiz yaşlılığı tedavi edilebilir hastalıklar kategorisine sokmaya başladı ve bu kapsamda hücresel yaşlanma ve oksidasyon dikkat ve tedavi gerektiren bir sorun olarak ele alınıyor. Senolitik tedavi yani yaşlılığı bir hastalık kabul ederek tedavi eden ilaç araştırmaları şu an devam ederken, elimizde henüz tedavide kullanabileceğimiz bir ilaç imkanı sağlamasa da, elimizdeki bilgilerle neler yapabileceğimize odaklanalım
© Tüm hakları saklıdır.