Diyarbakır
Travma içindeyiz. Kürdü, Türkü, Alevisi, Sünnisi… Tüm toplum ağır bir travmadan geçiyor. Birkaç hafta kaldığım İstanbul’da herkes endişeliydi. İş dünyasından, akademiye, sivil toplum örgütlerine; kimse geleceği göremiyor. Tüm planlar, projeler durdurulmuş durumda, gelecek için bir umut ihtiyacı öylesine çok hissediliyor ki…
Bölgede ise durum çok vahim, artık travma boyutu da aşılmış durumda. Aslında travma ile yaşamaya alışmışlık var. Kürt illerinin çoğu yıkık yanık, yüz binlerce insan çadırlarda ya da başkalarının yanına sığınmış durumda. Yüz binlerce çocuk okula gidemedi, okullar ya yıkıldı ya da birer kışlaya dönüştürüldüler. Yüksekova, Nusaybin, Şırnak... Bu kentlerin ciddi bir bölümü yok artık. Birçok kentte yardım çalışmalarına bile izin verilmiyor. Bölgedeki morglarda evlatlarının cenazelerinin parçalarını arayan onlarca aile var hala. Tutuklamalar her gün devam ediyor, Kürtlere yaşamı dar etmek için her şey yapılıyor. Kürtler bu sefer 90’lardan farklı olarak evi, köyü, kenti yakılsa da bir yere gitmiyor. Gelip kentinin çeperinde bir yerde duruyor ve yıkık yanık evini baştan tamir etmeye uğraşıyor.
Kamulaştırma kararlarının yarattığı belirsizlik insanların yeni yatırım yapmasına da engel oluyor. Çivi çakılmıyor birçok yerde, organize sanayilerde fabrikalar kapanıyor, küçük işletmelerin çoğu kepenklerini kapatmış durumda. Ve tüm bunlara rağmen Kürtler topraklarını terk etmemek için direniyor.
Kürdü, Türkü… Kimse mutlu değil. Kimse geleceği görmüyor. Darbe girişimin püskürtülmesi ufak bir ışık yakmıştı. Bu yaşananlar barış için bir fırsat olabilir düşüncesi oluşmuştu. Barışın sadece düşüncesi bile Bölgede yüreklerin tekrar atmasına vesile olmuştu.
Ama çok kısa sürede gidişatın barışa, kardeşliğe, eşitliğe, özgürlüğe doğru olmadığının sinyalleri geldi. HDP’nin liderler buluşmasına davet edilmemesi, Cumhurbaşkanı'nın HDP’lilere yönelik yıkıcı dili, barış isteyen akademisyenlerin tutuklanmaya başlaması, korkuyla ülkenin geleceğinin dizayn edilmeye çalışılması… Gidişat iyi değil!
Birkaç hafta önce sevgili Oya Baydar yazmıştı, “Hiç dostunuz yok mu sayın Erdoğan “ diye. Aynı şeyi düşünüyorum. Bu kötü gidişata ilişkin Cumhurbaşkanı’nı uyaracak kimse yok mu etrafında? Sadece ülkenin değil, kendi sonunu da hazırladığının farkında değil mi?
Bölgede devam eden savaştan Cumhurbaşkanı sorumlu tutuluyor
Yüz binlerce insanın bir evi, yuvası yok artık. Ve bundan ne şehirlerini yıkan komutanları, ne evlatlarını parçalayanları sorumlu tutuyor insanlar. Kürtler bu olanlardan Cumhurbaşkanı’nı da sorumlu tutuyorlar! Bölgedeki özel birlikler “Uzun adam için yaptık”, “O istedi biz yaptık”, “Vali, kaymakam tanımayız, uzun adamdan emir alırız” diyorlar. Mesajın doğruluğunu tartışmıyorum, bu karanlık ülkede artık hakikati bilmek kolay değil çünkü.
Darbeden sadece 1 gün önce Cumhurbaşkanı’nın onayladığı askere dokunulmazlık yasası burada yaşananları daha da şiddetlendirecek, daha kanlı bir hale getirecek. Ve olan sadece Kürtlere olmayacak. Savaş bütün ülkeyi, herkesi, hepimizi içine alıp yutacak. Bu politikaları değiştirme zamanı gelmedi mi? Tank, top, mehter marşı, idamla hiçbir ülkeye demokrasi gelmemiştir. Tank, top, mehter marşı ve idamla saygın bir ülke kurulamaz!
Birisi barışı başlatmalı, tıpkı savaşı başlattığı gibi…
Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra PKK’nin Kızıltepe ve Diyarbakır saldırıları gerçekleşti. Bu saldırıları kınıyorum. Yitirilen canların ağırlığı altında eziliyoruz. Yaşam kutsaldır, en kıymetli şeydir. Savaş durmalı, isteğimiz barıştır. Aşitî dixwazim!