17 Mayıs 2014

Ayda 1000 TL'den 700 işçi kaç kol saati eder

Uyan kardeşim artık! Sor kendine. İnsanların ölümü ve adaletsizlik üzerine kurulu bir büyüme, kalkınma istiyor musun?

Ucuz hayat ucuz ölüm ülkesi Türkiye. Dün geceden beri gözümüz televizyonlarda, Somadan gelecek haberlere odaklanmışız.

 “2014'ün ilk üç ayında 80 işçinin öldüğü bir ülke burası. Bana kızmayın, içimden 1 Mayısı kutlamak gelmiyor!” diye yazmıştım 2 hafta önce. Tepki gösterenler olmuştu.

Dün ölüm yine işçileri buldu. Bu sefer sırada maden işçileri vardı.

Oysa ekonomi tam gaz ilerliyordu! Hep beraber kalkınıyorduk! Her gün yeni otobanlar, yeni  AVM’ler, yeni HES’ler, yeni gökdelenler, yeni TOKİ’ler inşa ediliyordu! Türkiye büyüyordu. Dünyanın 17., Avrupa’nın en büyük 6. ekonomisi olmakla övünüyordu.

Neye rağmen oluyor bu büyüme?

Bu büyüme düşük ücret, güvencesiz çalışma, kaçak çalışma, işçi güvenliği ve sağlığına yönelik tedbirlerin olmaması, insanların en temel hakları, hatta canları üzerinden sağlanan bir büyüme. Bu vicdansız, “kanlı” bir büyüme.

İnsanlar arasındaki eşitsizlik, hakkaniyetsizlik ve adaletsizliği arttıran büyüme ve kalkınma hiçbir ülkeye, hiçbir topluma yarar  getirmez. Ama bu vahşi büyüme yararlıymış gibi gösterilir ve hepimizden “hamdolsun” dememiz beklenir. Altta kalanların, büyümeyi sırtlayanların, Soma’daki 15 yaşındaki çocuğun ise sesi kısılır, onlar görünmez kılınır. Hatta Başbakan’ın mitinginde baretleri ile selam vermeleri için yemek kuponları bile ellerinden alınır. Onlar görünmezdir, onlar yokturlar!

Sonra ekonomi tam “gelişirken”, bir gün maden ocağının altından bir ses duyulur. Gök zaten yoktur, yer de altüst olur.

Bir kısmı çocuk yüzlerce işçi güvenlik önlemleri alınmayan madenin altında kalmıştır. Henüz 20 gün önce bu madenlerin güvenliğine ilişkin verilen soru önergesi iktidarca “büyüme” önünde bir engel olarak görülmüştür. Büyüme adına iktidarla iç içe geçmiş özel sektör denetlenmemiş, işçiler olaydan önce gaz sızıntısı var diye uyarmış olmalarına rağmen önlemler alınmamıştır. Her şey Allah’a havale edilmiştir!

Bu yazıyı yazdığımda ölen madenci sayısı 205 olarak geçiyordu. Bu rakam büyük ihtimal artacak. Yüzlerce asker ve polis Soma sokaklarında başbakanı korurken, madencileri kurtarmak için yine madenciler çalışıyordu. Başka bir resimde ise madenciler Soma’da oluşturulan Madenci Şehitliğinde ölen arkadaşları için mezar kazıyorlardı. İsyan eden madenci ailelerinin dövüldüğüne dair fısıltılar dolaşıyordu.

Başka bir resimde bir ana soğuk hava deposunun önünde elinde oğlunun hırkası ile ağlıyordu. TOMA’lar Soma sokaklarında “halkı halktan korumak” adına dolanıyordu. İçeride mangal ve fındık kömürü ayrımında çalışan çocuklar olduğu söyleniyordu. Televizyonların bir kısmında her zamanki akil adamlar Soma’nın Gezi’nin yıldönümünden 2 hafta önce olmasını “manidar” buluyorlardı. Başka bir kanalda Soma Holding'in sahibi  '500 işçinin 20 gün boyunca hayatta kalabileceği  olmayan yaşam odalarından bahsediyordu.

 

Kaçak madende çalışan bir işçi: “her gün ölümle burun buruna ocağa iniyoruz ama ne yapalım, evliyim bir de çocuğum var” diyordu. Başka bir işçi “Yeraltına çalışan işçiler 1 gün işe gitmeyince 3 günlük yevmiyesi kesiliyor” diye ekliyordu. Kurtarılan bir yaralı işçi “Tekrar madene dönmek istiyorum. Kredi borcum var” diyerek Türkiye’deki “büyümenin” gerçek yüzünü gözler önüne seriyordu.  

İktidar bu korkunç olay karşısında dahi onurlu davranıp acıları paylaşıp sorumluluğunu yerine getirmez, ölüleri yarıştırırken, yaralı kurtulan bir maden işçisi ambulansa bindirilirken “çizmemi çıkarayım mı, ambulans kirlenmesin” diye soruyordu.  Sanki o an dünya duruyor, kirlenen vicdanlarımız daha da kirleniyordu.

Çıkarma çıkarma çizmeni kardeşim! Çizmenle bas geç hepimizi. Ne olur yalvarıyorum ezip geç tüm bedenlerimizi…

Uyan kardeşim artık! Sor kendine. İnsanların ölümü ve adaletsizlik üzerine kurulu bir büyüme, kalkınma istiyor musun? Daha az tüketip daha eşit paylaşıp daha onurlu daha mutlu yaşayamaz mıyız? Katille suç ortaklığı mı kaderimiz?

Soma’daki işçiler bir kazada kurban gitmediler. Bu bir facia, kader ya da  kaza değil. Bu hepimizin geldiğini gördüğü, ama “büyüme” “kalkınma” ve başkalarının üzerinden zenginleşme uğruna göze aldığımız bir KATLİAM.

Hepimiz suçluyuz. Açgözlülük ve ihmalkarlıkları kadere bağlayamayız. Ölen öldü diyemeyiz. Sorumluluğu Allah’a atamayız. Ağlayarak, dua ederek iş kazaları engellenemez. 15 yaşındaki çocuğu yeraltına indiren sisteme “hayır” demeliyiz! Emeğe saygılı olmayan sermayeye “dur” demeliyiz!

Yastayım, kederdeyim ve çok öfkeliyim.

Bir yanda 15 yaşında madende çalışmak zorunda kalan çocuklar var, öte yandan paralarını saymak için makine kullanan çocuklar…

Tüm bu ölen işçilerin maaşlarının toplamı iktidardakilerin bir kol saati bile etmiyor. Dünden beri aynı soruyu soruyorum kendime:

Ayda 1000 TL. den 700 işçi, kaç kol saati eder?

Nurcan Baysal

14.05.2014, Diyarbakır

Not: 23 Mayıs Cuma günü saat 14:30’da TÜYAP Diyarbakır Fuarında İletişim yayınlarından çıkan kitabım “O GÜN” üzerine söyleşi ve imza günü düzenlenecek. “O GÜN” okurları ve dostları beklerim.

 

Yazarın Diğer Yazıları

KHK ve OHAL mağdurları anlatıyorlar

Yanımızdaki KHK/OHAL mağdurlarını dışlamayarak, bu karanlık günlerde onlarla dayanışarak ilk gül tohumlarını toprağa atabiliriz

Bextreş Nezarethanesi

Bir kez daha anladım ki yıkım ve savaşın tarihini yazanlara inat, bizler de dayanışmanın ve mücadelenin tarihini yazıyoruz...

Enfâl'in ruhu şimdi Afrin'de

Siz kirlisiniz biliyoruz ama hiç değilse yüzyıldır barışın adı olan zeytinin adını da kirletmeyin!

"
"