‘ABD’deki bir hayvanat bahçesinde eşek ve zebranın çiftleşmesi sonucu doğan yavru görenleri şaşırtıyor. Gövdesi eşeğe benzeyen “Zedonk”un, bacakları zebra gibi çizgilerden oluşuyor.’
Zedonk musun nesin! Yahu. Yerim ben seni bak. Tipe bak. “Getirin çabuk, beslemek istiyorum ben bunu,” demek istiyorum sayın seyirciler.
... de... “Eşekle zebra nasıl çiftleşmiş? Nereden bulmuşlar beğenmişler birbirlerini kuzum?” diye sormadan da edemiyorum.
Ben şahsen ABD’nin Georgia eyaletinde koruma altındaki Chestatee Doğal Yaşam Merkezi’nde asil çizgilerimle dolanan bir zebra olsam, biri gelse bana dese ki, “Şu karşıdaki karakaçan var ya, seni daha yakından tanımak istiyor,” hiç oralı olmam. Ama o biri -artık kimse o zebraya gidip böyle konuşan deli- gelse “Sizin ikinizin birlikteliğinden doğan yavru, zebra bacaklı bir eşek olacak,” diye garanti verse, vallahi eşek meşek dinlemem, zebrayım çitayım umursamam, Fenerliyse de dert etmem, hemen gülümserim.
Konuyu ‘zebra olsam hangi koşullarda eşekleri muhatap alırım’ ekseninden çıkarabilir misiniz Nil Hanım? Burası ciddi bir müessese. (Tabii, derhal.)
Efendim ben bu haberi okuduğumda, bir erkek için aşk acısıyla ağlamakta olan çok değerli dişi arkadaşlarım geldi aklıma. Anlayacağınız üzere, kendilerini düşünmeyi pek sevmem. Böyle zebra bacaklı eşek haberlerindeeen kuzu kulaklı rakun haberlerine aklıma gelirler işte.
Zedonk’u gördüm, hemen o sulugöz arkadaşlarıma niye çok gıccık* olduğumu, ağlamaya başladıkları an nasıl sinsi bir kedi gibi yavaşça ortamdan tüydüğümü falan hatırladım.
Anında Serdar Ortaç’tan bir türkü tutturuşum ve kendisinin eserlerinde bildirdiği gibi “En yüce duygudan yerim,” diye mırıldanışım geldi aklıma. Bunlar ağlamaya başlayınca nasıl “Aaa ben çamaşırları asacaktım,” “Aaa benim botoks randevum vardı,” diyerek blackberry’me bakıyor gibi yaptığımı, ama aslında yarım kalan brickbreaker oyunumu oynadığımı hatırladım. Ayıptır söylemesi, brick break etmekte dünya sıralamasında çok iyi yerlerdeyim.
Çünkü bu benim caanım arkadaşlarım, öyle hüngür hüngür ağlarlarken, dudaklarına sürdükleri kırmızı ruju aynanın karşısında psikopat hareketlerle çeneye meneye doğru kaydırırlarken, makası kapıp saçlarını keserlerken, feryat figan yatağa yapışırlarken efendim, tam o an ekran ikiye bölünse...
Reji ekibi bir tarafta bizim tepinen kızı, diğer tarafta o uğruna ziyan olduğu zat-ı muhteremi gösterse, göreceğiz ki, beyefendi tuvalette.
Grafik “Bu esnada” yazısı, monitörden göreceğiz ki, bir tarafta bizim rimelleri akmış, fotoğraflara bakıp feryat eden, cep telefonuna mesajlar yazıp yazıp silen sarhoş kız, diğer tarafta o beyefendi, etten kemikten, işten çıkmış koşa koşa eve girmiş bir cırcır (böceği). Yani öyle ulaşılmaz süperlikte bir kahraman falan değil kendisi. Orada, tuvalette oturuyor. “İnsanoğlu, doğar büyür, yaşar, ölür”deki insanoğlu. “İnsanoğlu doğar, büyür, gezegeni kurtarır, ölür”deki Örümcek Adam değil.
Öyle olsa, ağla tabii. Çaresizsin. Ağla. Mary Jane Watson, misal, az ağlamadı sevgilisinin arkasından. Çünkü efendim Mary Jane, gerçekten çaresizdi. Mary Jane tam ağladığı sırada sevgilisi bileklerinden ağ mağ fırlatmak suretiyle o binadan bu binaya uçarak şehri Yeşil Cin diye bir şeyden kurtarıyordu. Mary Jane ne yapabilirdi? Hayır, ne yapabilirsin bu durumda? Oturur ağlarsın. “Amaaan, ben kendi hayatıma bakayım, daha önüme çoook Örümcek Adam’lar çıkar, ne gaaaam,” diyecek halin yok.
Lakin senin durumunda, sen ciyak ciyak, yok efendim “Beni terk etti,” yok efendim “Terk ediyor,” efendim “Terk edecek,” diye zamanda yolculuk halinde bir tür süper kostümlü yaratık için ağladığını zannederken, seninki tam o sırada burnunu karıştırıyor. İyi mi? Bildiğin insan yani. Radyoaktif bir örümcek tarafından ısırılmışlığı, geceleri Empire State’in tepesinden bakarak büyük bir kahraman şuuruyla ne kadar yalnız olduğunu düşünmüşlüğü falan yok. Yeşil Cin saldırdığında, “Örümcek Adaaaam kurtar biziiiii,” diye bağıran o dehşete düşmüş suratlı, ceketi meketi bir tarafa dağılmış, kravatlı figuran var ya, o. Hatta kravata “gravat” diyor bile olabilir o sırada yani.
İşte sevgili kız arkadaşlarım, biz kadınlar ambulanslar, sağlık ekipleri eşliğinde ağlarken ağlarken, arkadaşlarımız-ailemiz bize takacak serum ararlarken, ben o sırada midesi yanmakta olan, etten kemikten, vücudunun yüzde doksanı su olmuş, suratını buruşturmuş tuvalette oturan adam görseli beynimde mucize gibi çaktığı günden beri, karşıma Batman, Wolverine, yok efendim Iron Man, ve hatta Donald Duck çıkmadığı sürece yelkenleri koyvermiyorum. Bak vallahi, çok işe yarıyor o görüntü. Bir hayal et bak. Kimsenin senin için endişelenmesine gerek kalmıyor.
Bak sen gözlerinin şişi insin diye beklerken, o bunu okuyacak şimdi, bilgisayarının başında, “Ne ambulansı, ne saçını kesmesi, bu kadınlar harbiden psikopat ha. Lig ne zaman başlayacaktı ya?” diye spor haberlerine bakacak. Sonra midesine bir ağrı girecek, artık ne yediyse dün gece, koşa koşa tuvalete. Normal insan işte. Sen dün gece Örümcek Adamın için yemeden içmeden kesilirken, o normal insan Tike’de kebapları mideye indiriyordu. Bu.
Yaa, işte. Güzelim zebralar, taktınız zebra ayaklı eşek kafalı bir Zedonk’unuz olsun diye. Doğa ana “Bak yavrum, belli bir yaştan önce bir Zedonk’un olsun,” demiş gibi.
Halbuki dedi ki doğa anacık, “Üresen iyi olur. Normal zebra olabiliiir, normal eşek olabiliiir, yeter ki sağlıklı olsun.” Demedi ki “Bak Zedonk yapmalısın, o da anca bu eşek’le olur, sadece bu gördüğün eşekle. Başka eşekle olmaz.”
Sen gidiyorsun, bildiğin, burnundaki kılları makasla kesen insana Wolverine’lik atfediyorsun...
Yalansa yalan de. Deme deme, yeter bu kadar internette gezmek herkes işinin başına. Hoşbulduk
*Gıccık: ‘Gecce’ adlı internet sitesinden görüp ‘Blackk’ adlı klübe gittikten sonra ‘Aşşk Cafe’de yemek yiyen insanlara verilen isim.