24 Nisan 2009

Transit

Güvenlik kontrolünü geçtikten sonra, kimse kimseye “kal, gitme,” demez.

Havaalanlarını severim. Bana göre gerçek boş vakit, havaalanında uçağı beklerken geçen zamandır.
Uçağa bagajlarıyla binmeye çok meraklıları hiç anlamam. Havaalanının özelliği, yüksüzlüktür. Bavulunu verdikten sonra başlayan hafif zamanlardır. Yükten kurtulan ellerin sevinç çığlıkları atarken, küçücük sırt çantanı son kez kontrol eder, kapatıp omzuna atar, uçuş kartınla “Güvenlik”ten geçersin. İşte o an, boş vakit anlamını bulur. “Güvenlik’in bu tarafı,” ne omuzlarında ne de kafanda büyük yükler taşıdığın yegane yerdir.
Güvenliğin bu tarafı özgürlüktür, son ana kadar. Nereye gittiğin biletinde açık seçik yazıyordur, ne zaman döneceğin bellidir, ama o hep gidip bir şeyler yediğin, dergi okuduğun, etrafı izlediğin yerde uçağını beklerken, sana önünde sonsuzluk varmış gibi gelir.
Sandviçini mideye indirirken, yanındaki masaya en az yirmi dört saat daha aynı adamın oturmayacağını bilirsin. Oturanların biraz sonra kalkacağını ve uzaklara gideceğini de.
Güvenliğin bu tarafı, “yolcu”ların buluşma yeridir. Kimsenin orda kalmaya ya da geldiği tarafa gitmeye niyeti yoktur. İşte bu yüzden, güvenliğin bu tarafı, özgürlüktür. Orada kimse kimseden birşey beklemez. Güvenliği geçtikten sonra, kimse kimseye “kal, gitme,” demez. Kal gitme’ciler güvenliğin öte tarafına aittir. Çıkış kapılarının etrafında oturmuş vakit geçirenlerin hepsi, gerçek hayatlarında insanlara yapışkan bir tutkal gibi davranıyor bile olsalar, burada yolcu soğukkanlılığına bürünürler. Güvenliğin bu tarafı, serindir. Kararlıdır. Gidecektir.
Güvenliğin bu tarafında oturmuş yemek yiyenler, bir komutanın ilerde asker olmasını hayal ettiği oğulları gibidir. Geçişte, ileriyi düşünen, iyi huylu. Kendilerini neyin beklediğini bilmemenin verdiği saflık, kararlılığın sakinliğine karışmıştır.
Havaalanında, kaçıyorsun, kurtuluyorsun gibi gelir. En sonunda kaçmayı beceriyorsun. Belki iki günlüğüne gidiyorsun, ama olsun, tam bu an, kızarmış patatesini yerken, bence kaçıp kurtuluyorsun.
Havaalanları iyidir. Güvenliğin bu tarafında, herkes sadece kendisi için vardır. Herkes geçicidir. Havaalanında rezil olmazsın, havaalanında gördüklerini hatırlamazsın. Havaalanında borçlu kalmazsın. Havaalanında suçluluk duymazsın.
En fazla on dakika önünü merak edersin, güvenliğin bu tarafında. Dijital kutulara bakarak “Gidiyorum, geliyorum,” diye düşünürsün. Gidiyorum, geliyorum, oturayım, kalkayım, gidiyorum, geliyorum. Gidiyor muyum, geliyor muyum...
Havaalanı iyidir. Sürekli küçük çantada olan el, iyidir. Pasaportlar, uçuş kartları, dudak parlatıcılar, kitaplar, kalemler, kimlikler, gözlükler o çantaya bir girer bir çıkar, en üstte olmak için birbirlerini yerler. İhtiyacın olan her şey o küçük çantadayken, gözün dışarıdaki parfümlere, diş fırçalarına, saatlere, fularlara, biraz da tuvaletlere, masaj koltuklarına, kahvaltıya, öğle yemeğine; yanında kalamayacak, anı yaratamayacak insanlara kayar... Hatırlayıp üzülemeyeceğin, dokunup özleyemeyeceğin bir sürü insan. En güzeli de budur.

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.

"
"