02 Mart 2009

Sen Mutluluğun Resmini Yapabilir misin, Canım Okur?

Erteleye erteleye, hayatın anlamını düşünmeden bu hafta da geçecek. Olmaz. İnce Zevkler Limited size bu hizmeti verecek

Bugün hayatın anlamını araştıracağız sevgili okurlar. Hatta araştırmakla kalmayacağız, bulacağız da. Haftabaşı haftabaşı hoşunuza gitmeyebilir, umurumda değil. Bütün gün saçmasapan işlerle uğraşıyoruz, erteleye erteleye hayatın anlamını düşünmeden bu hafta da geçecek. Olmaz. İnce Zevkler Limited, size bu hizmeti vermek için daha fazla bekleyemeyecek.
Korkmayın, anneye bilgisayar anlatır gibi anlatacağım. Zaten insan beyni bu tür şeyleri sürekli aklında tutacak şekilde programlı değil. Yazı bitecek, hiç birşey aklınızda kalmayacak. Göreceksiniz, yapı öyle.
Durum çalışmamız yeni insanlarla tanışma üzerine.
Herşeyle ilgili bir vıdı vıdı yorum yapma haliniz olduğu gibi, yeni biriyle tanışınca da hemen onunla ilgili bir yorum yapıyorsunuz, değil mi? Her söylediği, beyninizde biryerlere kamp kurmaya çalışıyor. “Hmm, akıllıca bir laf.” “Aa çok şekilciymiş bu da.” “Dur bakayım, çocukluğunda bir travma var galiba.”
Peki, neden her duyduğunuz şey, gözlediğiniz hareket, var gücüyle o insanla ilgili büyük bir bütünün parçası olmaya çalışıyor? “İyi insan.” “Kötü insan.” “On numara insan.” “Kokoş insan.”
Karşılaştığımız her şeyde, tanıştığımız her insanda sonuçla ilgili bir gizli gündem var. Her veriyi, o iletişime hangi açıyla duracağımıza karar vermek için kullanıyoruz. Ben bu insanı hayatımda nereye koyayım? Anca bir merhaba’m mı olsun (92 derece)? Ondan ders notları mı alayım (100 derece)? Arada bir ev gezmesine mi gideyim (110 derece)? Onunla bazı sırlarımı mı paylaşayım (120 derece)? Onunla çıkayım mı (160 derece)? Onunla evleneyim mi (180 derece)?
Peki ama, neden?
Aldığımız bütün kararların motivasyonu daha mutlu bir hayat. Mutluluğun resminde de gülen bir aile bahçede mangal yapıyor. Eş uygun, arkadaşlar uygun. Bahçemize girebilecek kişiler mutluluğumuzun resmini tehdit etmeyecek davranış yumakları.
Biz her veriyi bahçeye girecek insanları seçmek için kullandığımızdan, hiç birşeyden ayrı ayrı tat alamıyoruz. Hiç bir “şeyi” bütünden bağımsız yaşayamıyoruz.
Halbuki bir gülüşü, olduğu gibi sevebiliriz. Böyle bir yeteneğimiz var. Bu beynin öyle bir gücü var. “Ne kadar sevimli bir insan,” diye sonuca zıplamadan, o gülüşü alır, “yaşarız.” O gülüşün yarattığı duygularla birşeyler üretiriz.
Biz “Ben n’olacağım, bu gülüş benim varoluşuma nasıl çare olsa yarabbim?” diye düşünürken, arkadaşlık-evlilik gibi sonuç olan herşeyi sebep haline getirerek ilişkiler yaratıyoruz, insanlar seçiyoruz, ortamlar seçiyoruz, noktalar koyuyoruz.
Şey’lerle ilgilenmek, bütünle ilgili yorum yapmamayı becerebilmek, Herkül çabası istiyor! Çünkü, bu türlü, bu kadar “farkında” yaşarsak, nesil devam etmeyebilir. Bu yüzden doğamız buna izin vermiyor. Çünkü bunun içinde mutluluğun resmi koşulu yok. Güzel bir andan güzel bir an olarak beklentisiz zevk alabilmek, yani gerçekten beynimizi kullanmak var.
Herkes böyle yaşayabilse, dünyada sevgi ve hoşgörüden başka hiç birşey kalmaz. Kimse kimseyi yargılamaz. Önceliğimiz bahçede mangal beklentisi olmaz. İnsan seçmek olmaz. Kavramlar, şeyler, durumlar, hisler, düşünceler, anlar olur. Ve ancak herkes-bütün dünya böyle yaşayabilse, nesil devam eder. Yoksa sadece biz böyle yaşarsak, bizim ailenin soyu tükenir.
İşte insan beyninin bu kadar gelişmiş olmasının anlamı, yani insan hayatının amacı bence budur. Herkesin aynı anda o yargısız dünyaya varma kapasitesi. Yoksa bölgesini elinde tutmak için aslanlar da savaşıyor, yaşamak için pandalar da sebze yiyor.
Gülüş kimin gülüşü? Espri kimin ağzından çıktı? Yardım nereden geldi? Geçmişi neydi, geleceği neydi? Ses kimin sesi? Bunları düşünmekten, ne o sesin tınısından keyif alabiliyoruz, ne gülüşe gülüşle karşılık verebiliyoruz. İşimiz gücümüz insan seçmek, bir isimden öbürüne, yaşayıp gidiyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.

"
"