Nesine vuruldum bilmiyorum. Her her zamanki gibi nereye gittiğimizle değil nerede olduğumuzla ilgilenerek yürüyor, ayakkabılarımın sıyrılmış burunlarıyla rastgele taşları tekmeliyordum. Hatırladığım bir sonraki sahne, o vitrinindeki rengarenk binbir çeşit şeyi birbirinden ayıramadığınız züccaciye dükkanlarından birinin önünde, kırmızı bir şemsiyeyi göstererek kendimi avaz avaz yerden yere attığımdı...
Ailede “kırmızı şemsiye olayı” olarak yadedilen bu hadise, hala “O sen değildin, o korku filminde kafası dönen kızdı,” diye nefis bir Exorcist atfıyla anılır. “Şimdi gök inlese şemsiye veremezsin eline.”
Veremezsin, almam.
Yine şehre yağmurlar yağıyor, ve ben, ve siz, yine şemsiyesiz çıkıyoruz sokağa. Uyandığımızda bizi ayakkabıya yapışan sakız gibi yeniden kendine çeken yatak, bir bardak çay alıp eski Türk filmleri izlemek isteyen bünye, yanıt vermeyen taksi durağı telefon numaraları sanki şakır şakır yağan yağmura dair değilmiş gibi, yine, şemsiye almadan atıyoruz kendimizi sokaklara. Çünkü hazırlıksız yakalanasımız var.
Aynı saatte kalkılan yataklar, aynı aynalar, aynı toplantılar, aynı çekingen gülüşmeler, aynı vicdan azapları, aynı felaket haberleri, aynı memleketi kurtarmalar, aynı çalmayan telefon, aynı kırık kalpler, aynı idare etmeler, aynı beklentiler, aynı sırlar, aynı hızlandırılmış haftasonu kursları...
Herşeye hazırlıklıyız artık. Yüksek plazalardan mırıl mırıl “Krizin geleceği belliydi,” “O golü atamayacağı belliydi,” “Bu evliliğin yürümeyeceği belliydi” sesleri karışıyor havaya, kafayı hafifçe yana eğip parmaklarla ıslak saçları kurutmaya, telaşla eğilip paçalardaki çamuru sıyırmaya çalışırken. Mantolarımızı kafamıza çekip su dolu hendeklerden atladıktan sonra sığındığımız apartman köşesinde, yüreğimizin sesini dinleyip yasak bir ilişki yaşamış gibi, kurallara uymayıp hayattan bir an çalmışız gibi adrenalinle silkeliyoruz üstümüzü başımızı. Sokağa şemsiyesiz çıkmak, belliydi’den, yine aynı’dan, bırakmak istiyorum’lardan, bir sene yurtdışında yaşasam’lardan, alışveriş etmem lazım’lardan bir kurtuluşa, hayatımızın kontrolünü bırakmış olma ilüzyonuna dönüşüyor. “Çok yağmur vardı, sucuk gibi oldum.” Oysa biliyordun yağmur olduğunu, kimbilir ne kadar önceden.
Hazırlıksız yakalanmış olma hevesiyle damlaları silkeliyor şemsiyesiz eller. Tüm bu “zaten belliydi”lerin arasında, aşka yakalanmak, şansa yakalanmak, hayallere yakalanmak arzusunun yansımasıyla. Şemsiyesiz fırlıyoruz sokağa, mutluluğa yakalanmak umuduyla.