Cuma günü bir yağmur yağdı İstanbul’da, hayat felç oldu. Hemen arkadaşlarıma mesajlar yağdırdım. “Biz niye hiç filmlerdeki gibi burnumuzdan damlalar aka aka yağmurun altında yürümüyoruz, veyahut dans etmiyoruz?” Bir arkadaşım cevap verdi “Evet yahu doğru söylüyorsun, ben şimdi dışarı çıkıp yağmurda zıplayacağım.” Ben de dedim ki, “Şu an çıkma, dolu yağıyor, kafan kırılır.”
Evet, zamanlama her şeydir. Doğru zamanda, doğru yerde olacaksın, doğru şeyi yapacaksın. Etrafını tartacaksın.
“Ben bugün duygularımın doruğundayım, yağan yağmur altında eski sevgilimin kapısına kadar yürüyüp saçım yanaklarıma yapışmış halde sular püskürterek onu hala sevdiğimi haykıracağım,” dediğin gün yağmurun doluya çevirmesi, dan dun kafana inmesi, şanssızlıktan ziyade senin duygularına kendini fazla kaptırman, hava durumunu izlememen, “durumları okumaman”dan kaynaklanır, bence.
Minibüslerde kapıdan girince solda, önünde tutunacak yer olmayan, tek başına bir koltuk bulunur. Bağımsız bir koltuk, bizim lise okul servisinde de vardı.
Yıllar boyunca her gün o koltuğa farklı biri oturdu. Sabah servise bindi, okulda indi. Başka biri o koltuğa akşamüstü oturdu, eve gelince indi. Hiçbiri tutunacak bir yer olmamanın sonuçlarına katlanmadı.
Ta ki... Benim yakın arkadaşlarımdan biri, bir sabah o koltukta oturuyordu. Her zamanki gibi sabahın köründe nereden geldiği belli olmayan bir enerjiyle ciyak ciyak bağırarak okula gidiyorduk. Servis yolu yarılamıştı ki, önüne çıkan bir yayaya çarpmamak için şoförün ani bir fren yapmasıyla arkadaşımın o koltuktan öne doğru havalanarak uçması bir oldu.
Arkadaşımın yavaş çekim öne uçtuğu o an, dün gibi gözümün önünde. Hepimiz için zaman durdu, kız uçtu, uçtu, minibüsü gün içinde dolmuş olarak işleten şoförün önde ortada duran para kutusuna kafayı yan olarak vurdu. İşte tam o an, o ve ben, göz göze geldik. Arkadaşım yanağını bozuk paraların olduğu ince kutuya vururken, gözlerimiz buluştu ve anladım ki o gözler birkaç saniye sonrasını görüyordu, yani hepimizin olaya manyak gibi güleceğini biliyordu ve içinden şöyle diyordu: “Neden ben? Allahım neden ben? Bu koltuğa her okul günü başka biri oturuyor, bu ani fren neden başka bir gün değil de, şimdi?”
İşte böyle şeylere, yağmurun doluya çevirip kafanı kırmasına veya o koltuğa o gün senin oturmuş olmana, şans deyip geçebilirsin.
Veya, hava durumunu dikkatli izlersin.
Veya, o koltukta bir emniyet kemeri olmamasıyla ilgilenirsin. Etrafını bir tartarsın.
Samsun'daki 19 Mayıs kutlamaları kapsamında bir kadınla bir erkek güreşti.
Samsun Valisi Hüseyin Aksoy, bir bayanla bir erkeğin güreşmesinin ata sporumuz olan güreş içinde yer almayan bir gösteri olduğunu ve inceleme başlatıldığını söyledi.
8 yıldan bu yana güreş yapan ve çok sayıda madalyası bulunan Nurcan Kılıç, olaydaki kadın olarak tabii ki kendini savundu.
“Bir erkekle güreşmemde hiç bir kasıt yoktu. Güreş tekniklerini gösteren şov yapacağım kadın arkadaşım gelmedi. Tek kalınca protokolün önünde mahcup duruma düşmemek için benden yaşça küçük bir güreşçi arkadaşımla güreş tuttum. Hiç bir art niyet olmadan güreşip, tekniklerimizi gösterdik. Bu şekilde gündeme gelmek istemezdim. Biz sporcuyuz. O bir müsabaka değil, bir şovdu. Biz gösterimizi yaptık.”
Ah Nurcanım, ah. Çılgın gibi dolu yağıyor, ne diye yağmurda yürümeye kalkıyorsun? O koltuğa oturanın bir frende öne uçma riski var, ne diye güvenli bir yere geçip güzel güzel yolculuğunu yapmıyorsun? “Neyse bu yıl da 19 Mayıs gösterileri yapıldı, buna da şükür,” deyip paşa paşa evine gitmek varken... Etrafını okusana birazcık Nurcanım yahu, artık kimse protokole-eşe-dosta rezil olmayı falan düşünmüyor, herkes susup hava durumunu izliyor, bilmiyor musun?