04 Ocak 2010

Mehtap dedi gördüm ah onu

Bazı insanlar hiçbir hikayenin sonunu getirmezler...

Bazı insanlar hiçbir hikayenin sonunu getirmezler. “Ee, sonra ne oldu, ne yaptınız peki?” diye sorar durursunuz, onlar siz hikayeyi çoktan anlamışsınız gibi, başka bir modda konuşur dururlar.
 ***
Her sene olduğu gibi bu sene de yılbaşı günü mesaiye herkesten sonra son verdim, aklımda yapacak bin tane şey, eve gelip uyudum. Neden böyle yapıyorum bilmiyorum. Her sene yılbaşı günü acayip uykusuz oluyorum.

Gece saat 10’da uyandığımda telefonumda bir sürü mesaj ve arama, bir yandan onlara yanıt vermeye çalışırken diğer yandan giyinip taksi çağırdım. Bir ara şoföre demişim ki, “Yahu, eskiden birbirimizi gece 12’de arardık, ne oldu bu sene?”
Bu yıl yeni yıl mesajları akşam 8’de gelmeye başladı. Kimsenin saat tam 12’de kafasında kukuletayla kendi etrafında dönen insanlara mesaj atıp yanıt alamamaya, gürültü içinde “Duyamıyoruuum iyi seneleeer, al bak kimi veriyoruuum,” diye bağrışmaya hali yoktu bu sene.
Artık yüzyüze hayat daha bir kısıtlı, sosyal ağlar daha bir baskın, teknoloji daha bir kıskaç halinde. İnsanlar geri aranmak, mesaja yanıt almak gibi konularda had safhada hassaslar. Erken davrandılar bu sene. İşi şansa bırakmadılar.
Sırayla “Sana da iyi seneler canım,” “Çok teşekkür ederim tatlım,” falan cevap yetiştirmeye çalışırken o buz gibi mesajı gördüm. “Buz lazım abi.” Evine gidiyor olduğum arkadaşım.

“Durun!” dedim. O büyük, içinde eğlence dünyasına dair her şeyin satıldığı “şarküteri” lakaplı yerlerden birinin önünde durduk. Kasada kukuletalı, gece elbiseli, parlak atkılı bir sürü insan. Bir cips manyaklığı yaşanıyor ki, sormayın gitsin. Gremlinler parlak poşetlere saldırıyor.
Bir arkadaşım “MedyaMarkt’ta ne satılıyor?” diye sorduğumda şöyle yanıt vermişti: “Elektronik eşya işte. Televizyon, DVD, Cips...” Yani bu cips denen şey ev eğlencesiyle bu kadar özdeş.

Hayatımda hiç buz almamışım. Buzun satılan bir şey olduğundan da haberdar değilim.
“Buz var mı?” Olmaz mı? Yalnız sıra var. Buz sırasına girdim. O arada babam aradı. 12’den önce arayacak ya bu sene...

“N’apıyorsun?” dedi, “Buz sırasındayım,” dedim. Onun ne olduğunu hiç merak etmedi. “Şimdi saat 11’de sokakta keşmekeş şimdi yani Nilcim yani vallahi beni üzüyorsun yahu...” falan diye söylenmeye başladı.
Buzu aldım, suyu aldım, bir sürü yere uğrayıp bin tane şey daha aldım. Ayaklarımda üç metre topuklu ayakkabılar ne arıyorsa bir eve giderken, Leydi Gaga kılığında girmediğim bakkal kalmadı.
Ordan burdan topladığım arkadaşlarımla bir keşmekeş, eve vardık. İçeri girmemizle hiç tanımadığım bir sürü insanla “Oon dokuuuz sekiiiz” diye bağrışıp el sıkışmamız bir oldu. Bu yılın lafı “Hastayım hiç öpmiyim.” Gözünü sevdiğim domuz gribi, yeni yıl kutlarken de bize el sıkıştırdı ya, biraz daha devam ederse öpücüklerimizi gerçekten sosyal ağlardan göndereceğiz. “Ayşe kissed you for old times’ sake. Kiss her back?” Tıkla gitsin. Sen sağ ben selamet.
Saat iyice ilerlemiş, yeni yıla girilmiş, küsler barışmış... Başka bir evdeki insanlar grubuyla birleşmiş sokaklarda bir arkadaşımızın cafe’sine doğru yürüyorduk ki...
Nişantaşı’nda, sokağın ortasında kanadı kırık bir martı, yılbaşı partisinden çıkmış bir yığın saçmasapan kıyafetli insanın ilgisine maruz kaldı.
Martıcık bir şekilde yaralanmış. Yerde duruyor. O dev kanatlarıyla kıraaa kıraaa diye süzülen görkemli halinden eser yok. Koca gagasıyla etrafa bakınıyor yazık.
Arkadaşlarımızdan biri martıyı kucağına aldı. Yanımızda, İngiltere’de hayvanlar üzerine çalışmalar yapmakta olan biri var. Evet, bir çeşit bilimadamı. Yanımızda o sırada. Onun “Durun ben doktorum!” demesiyle benim orada daha fazla durmamam gerektiğini anlamam bir oldu. Olay kaldıramayacağım kadar absürd.
Gerideki uzman grup zavallı martıyla ilgilenirken, ben sokakta, “Deniz ve Mehtap” şarkısını mırıldanmaya başladım. “Ne güzel şarkı, içinde martı da geçiyor, ne güzel yılbaşı, insanın içine bir umut doğuyor,” falan derken, şarkının sözleri ilgimi çekti.
Şarkıda denizin adama yaptığını daha önce hiç farketmemişim. Deniz güldü halime - Bir avuç su verdi elime - Biterse gözyaşın al dedi - Doldur tekrar yerine.
“Vay acımasız,” dedim kendi kendime. “Al doldur, gözyaşın bitmiştir senin şimdi, hahaha.” Bayağı dalga geçiyor adamla.
Rüzgar güldü halime - Dedi gidelim düş önüme - Gidemem dinle martıları - Bitmiyor alayları...
Rüzgar “Yürü düş önüme,” diyor adama.
Martılar desen geg geg geg gülüyorlar.
Nedir bu aşıkların çektiği yahu. Gelen vuruyor, giden vuruyor.

Sen acı içinde, gözlerin yaşlı denize bakıyorsun, “Splaaaaash!” Üstün başın su oluyor, “Ne oldu yavrum, terk mi edildin,” falan diyor deniz sırıtarak. Martılar kafana kafana bağırıyorlar.
Rüzgar seni muccuk diye itip kakıyor. “Ne oldu koçum, romantizmine ne oldu, yürü, düş önüme şimdi...” Mehtaptan hiç bahsetmeyeyim, “Seninki belinde erkek kolu, çekirdek çitleyerek Kordon’da geziyor, bilmiyorum.” Delirirsin.
Böyle düşüne düşüne cafe’ye ulaştım. Uzman grup da arkamdan geldi. Martı ve gruptan birkaç kişi ortalıkta yok. Kimse nereye kaybolduklarını bilmiyor.
Neden sonra martıyla birlikte yok olan arkadaşlarımızdan biri geri geldi. “Ee, ne yaptınız hayvanı?” “Ya işte hayvan hastanesine gidelim falan derken... İçecek bir şey var mı?” Bir daha konuya dönebilene aşkolsun.
Bugün o arkadaşımı aradım. “Yahu o gece anlatamadın, martıya ne oldu?” “Ya işte hastaneye falan gidelim derken... Dur diğer hattan arıyorlar bir saniye...”
Bazı insanlar bazı hikayelerin sonunu gerçekten merak ettiğinizi anlamazlar. Kendileri için bitmiş bir hikaye sizin için de bitmiş olmak zorundaymış gibi, başka konuya geçer dururlar.

Oysa hiç bilmiyor ki, ben o martı tedavi olsun, sonra da bir hayırseverin balkonunda bir yuva kursun, biraz insanlık öğrensin istiyorum. Aşıkların tepesinde geg geg bir martı eksik gülsün. “Nasılsın canım,” demeyi öğrensin aşıklara, “Bir ihtiyacın, bir isteğin var mı canım,” desin. Hoşgörüyle yaklaşsın. Derdim o.
Kanadı kırık martıya ne olduğunu öğrenemedim. “Hiiiç öpmiyim hastayım” diyen gruptaki insanların kim olduklarını öğrenemedim. Şarküterideki Gremlinler o kadar cipsi ve buzu ne yaptı öğrenemedim. Gece 12 geleneği bitti, kimseyi arayıp yeni yılını kutlayamadım. Kimler bu işe çok bozuldu öğrenemedim. Deniz, mehtap, rüzgar neden aşıklara eziyet ediyor öğrenemedim.
Tüm bu garip sorulara bakınca, neden her sene yılbaşı günü eve gelip ertesi güne kadar uyumaya yeltendiğimi öğrenmiş oldum...

Yazarın Diğer Yazıları

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Bir şey soracağım, sen ağladın mı?

Canı istemeyen erişkin insanlar bilsinler ki son fırsat, çıksınlar sinema salonundan...

Hişt, beyaz yaka, bak bu da bizim en uzun gün

Yanağım sarkmasın diye sırt üstü uyumaya çalıştığım bir gecenin sabahıydı. Dolayısıyla firavun gibi altın sarısı ve elimde mızrakla gözlerimi açtım.

"
"