13 Aralık 2020

"Bursa'nın ufak tefek taşları"

Pandeminin kol gezdiği günümüzün beton ormanı yapıları arasında bazen yüreğim daralıyor, çocukluk yıllarımın o sokaklarına sığınıyor. Kiremitçi, Taya Kadın ve Reyhan mahallelerinde, Abdal Camisi'nin yakınındaki havlucu hanlarında geziniyor yüreğim

Bu hafta sizlere çocukluğumdan bir yaprak açmak istiyorum. Yaprakta, 60'lı yılların Bursa panoraması ve kültürel, sosyal dokusuyla kaybolmuş tarihi bir semt var. Yaklaşık 60 yıl öncesinden söz etme sebebim bir dostun yaptığı öneri. Eski Bursa mahallelerini konuştuğumuz bir sohbetimizde Maya Belgesel Yapımcısı Serdar Güven; "O kültür, o eski mahallelerdeki doğayla, insanla iç içe olan yaşam artık bilinmiyor. Plansız büyüme ve kentsel rant o kültürü eritti. Yazmalısın bunları" diyor.

İşte bu öneri sonrasında karınca kararınca bir şeyler yazarak güvercin taklası, uzun eşek, birdirbir, çelik çomak ve daha pek çok unutulmuş oyunları oynadığımız taş zeminli Bursa sokaklarına selamlar gönderiyorum. Çift kanatlı pirinç, sarı tokmaklı kapıları ardıdan kanarya seslerinin yükseldiği ve bahçelerindeki küçük şirin havuzlarında kırmızı tombul japon balıklarının yüzdüğü tarihi Bursa evlerine selamlar gönderiyorum. Kamberler'den gelen çengileriyle şenlenen, "Bursanın ufak tefek taşları" şarkısının söylendiği kına gecelerine selamlar gönderiyorum.

Çocukluğum Bursa'nın Taya Kadın ve Çatal Fırın gibi tarihi semtlerinde geçti. Bilhassa Taya Kadın'da oturduğumuz çift katlı, iskeleti ahşap, duvarları tuğla ve kiremit kırıklarıyla yapılmış, giriş bölümü "hayat" olarak adlandırılan kagir eski Bursa evini unutamam. Evimizin arka sokağındaki "yıkık Hamam" dediğimiz ve yanından korkuyla geçerek 1963 yılında yazıldığım Demirtaşpaşa İlkokulu'na gittiğimiz harabe yapı şu an Ördekli Kültür Merkezi olarak değerlendiriliyor. 

Ahşap peştemal tezgahları

Semtimizde çocukluk yıllarıma göre çok şey değişti. Mahallemizin ortasından Haşim İşcan Caddesi geçiyor. Evimiz ve evimizin sokağındaki tarihi havlucu hanları yol inşaatı esnasında yıkıldı. Geride kalan evlerin çoğu boş ve metruk durumda. Mahallemizde Osmanlı İmparatorluğu yıllarında yapılmış iki havlucu hanı vardı. Her ikisininde iki kanatlı olan büyük ahşap kapıları Ürünlü Sokağı'na açılırdı. Bunlardan bir tanesi Abdal Camii'ne giden yolun hemen altında, İsmail Hakkı Tekkesi yakınlarında diğeri ise evimizin bitişiğindeydi. Hanlarda döküm elektrikli kara tezgahlar ve insan gücüyle çalışan tümüyle ahşap peştemal tezgahları vardı. Büyükçe bir bölümü yere gömülü olan peştemal tezgahlarıyla Dokuma ustası adeta tek bir beden gibiydi. Tezgahın içine oturur, bel üstü dışarıda hemen başı hizasındaki sağlı sollu tutaçları ahşap olan ipleri çekerek mekik haraketlerini sağlar, ardından dokumayı sıkılaştıracak olan kasnağı alttan ayaklarıyla ve üsttende elleriyle oturduğu yerden iter ve çekerdi. Aradan yaklaşık 55-60 yıl geçmesine rağmen hepsi birer ahşap sanat eseri olan bu el tezgahlarını dün gibi anımsıyorum. Havlucu hanlarını ve tarihi peştemal tezgahlarını net hatırlayışımda Hacı Amca'ya çıraklık yapmış olmanın payı hayli büyük.

Taya Kadın semtinin belirgin simalarından olan Hacı Amca'nın on parmağında on marifet olduğundan zannederim kendisine Şeytan Hacı da denilirdi. Hacı Amca semtteki tarihi binaların dilinden ve mimarisinden anlayan ihtiyaç olduğunda bu binaları onarıp tamir eden geleneksel bir ustaydı. İleri yaşına karşın dinamik görünümlü ince bir vücudu vardı. Onu yorgun gördüğümü hiç anımsamıyorum. Torunu Hasan mahalle arkadaşlarımdandı. Hacı Amca'nın bir diğer marifeti hanlardaki peştemal ve havlu tezgahlarında iş bağcılık yapmasıydı. Dokuma faaliyetinin başlaması için ipler lüvert denilen büyük makaralarda gelir ve tezgahlara çekilirdi. bu işlem esnasında Hacı Amca'ya çıraklık yapar düğümleyeceği ipleri tek tek alıp ona verirdim. Ramazan ayı geldiğinde Hacı Amca, Hasan ve benimle bilhassa ilgilenir, bizleri teravih namazlarına götürür ve hemen her namaz çıkışında tatlı ısmarlardı. Bursa'daki birçok camiyi o yıllarda öğrenmişimdir.

"Mendilim benek benek"

Çocukluk yıllarıma dair yine Taya Kadın semtinden belleğimdeki bir diğer yaşlı portresi dizine koyduğu mendiline bakarak "mendilim benek benek ortası çarkı felek" şarkısını söyleyen Çanakkale Savaşları gazisi dedeydi. Oldukça yaşlıydı. Eşi evlerinin yanındaki yüksek duvarın önüne üstü hasır kaplı bir tabure koyar dedeyi oraya oturturdu. Dedenin günü orada yoldan geçenlere bakarak ve dizinde mendili "mendilim benek benek" şarkısını söyleyerek geçerdi. Bazen oturduğu taburenin boş olduğunu eşinin koluna girerek dedeyi aşağılardan getirdiğini görürdük. Konu komşu aklında savaş günleri canlandığı için dedenin kaçtığını söylerdi. Artık kaçıyor muydu, yoksa bir siperden diğerine koşarak dövüşüyor muydu bilemiyorum. Olup biteni yaşadıklarını kendiside anlatacak durumda değildi. Derli toplu bir şeyler ifade ettiğini hiç duymadım. Hafıza ve konuşma sorunları vardı. Fakat Saba Makamı'ındaki şarkısını tane tane ve hüzünlü bir ses tonuyla çok güzel söylerdi; "Mendilim benek benek. Ortası çarkı felek. yazı beraber geçirdik kışın ayırdı felek..."

Deli Ayten

Taya Kadın anılarıma daldım gidiyorum. Deli Ayten'den de sizlere söz etmeliyim. Deli Ayten denildiğinde eski Bursa'nın renkli ve tanınmış bir siması çıkıyor karşımıza.

İnternet ortamında ona dair epeyce bilgi var. Bunlardan bir metnin başlığı; "Heykeli Dikilen Roman Kadın" olarak atılmış. Bianet'teki metnin başlangıcı şöyle:

"Ayten Şenaşık ya da Bursalıların tanıdığı isimle 'Deli Ayten', Bursa'nın ünlü Roman mahallesi Kamberler kentsel dönüşümle parka çevrildiğinde heykeli dikilen bir Roman kadın. O parkta başka da hiçbir kadının heykeli yok."

Bursa'da çok ünlüdür "Deli Ayten". Sokak sokak dolaşması, Kapalıçarşı esnafıyla diyalogları, kızdığında attığı taşları ama en çok da çantaları, davulu ve cümbüşüyle bilinir. Bilinir ama hikâyesini anlatan azdır. İşte bu Ayten, 57 yaşında, 12 Mart 1992 günü Kızyakup Mahallesi'ndeki kulübesinde bir başına öldü.

Ayten'in heykeli 2009 yılında doğduğu, büyüdüğü ve öldüğü mahalle yıkıldıktan sonra yapılan parka dikildi. Gazeteler bu haberi "'Deli Ayten' Mahalleye Geri Döndü" başlığıyla verdi.

Yazıda da belirtildiği gibi Deli Ayten Bursa'da sokak sokak gezerdi. Bu gezmeleri saat saat programlanmıştı sanki. Yaz günleri akşam saatlerinde bizim sokağın üst başına gelir, Abdal Camii'ine giden yolun köşesinde, yamuk ağızlı bakkalın karşısında kaldırımda yere otururdu. Davulu ya da cümbüşü yanındaysa çıkarır kaldırıma bırakır, fularlı boynunda birçok çantası, ağzından hiç çıkarmadığı ağzılığa takılı sigarası, bol renkli giysileri ve arkaya toka yapılmış saçlarıyla sağa sola bakınır, pek de anlaşılmayan sözler söylerdi. Konu komşu ona muhakkak bir şeyler ikram ederdi. Bazen bir bardak çay, bazen bir bardak limonata, bazen de bir bardak su Ayten'in nasibi olurdu.

Eğer o saatlerde çarşı esnafının çok iyi tanıdığı Bursa'nın ünlü seyyar dondurmacısı Şeker Ahmet, Taya Kadın Cevizler Altı'ndaki evine gitmek için oradan geçiyorsa, bu kez Ayten'e dondurma verilirdi.

Mahallenin çocukları birbirimize Deli Ayten'in geldiğini haber verir, koşarak onu görmeye gider, ancak pek yakınına sokulamaz, uzaktan bakardık. Aslında Ayten kimseye zarar vermez, onunla dalga geçilip rahatsız olması halinde göğsünden çıkardığı taşları savururdu. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki nadiren onu rahatsız eden kendini bilmezler olurdu. Ayten bir Roman mahallesi olan Kamberler'de oturmasına rağmen gezdiği tüm Bursa mahallelerinin bir bireyiydi. Mahalleli ona sempati ile bakar, onu sever, korur kollardı.

Hacı Amca'nın sorusu

Ayten'in konu komşu tarafından benimsenmiş olmasını dönemin insana hitap eden yatay yerleşimli mahalle kültüründen kaynaklandığını düşünüyorum. Çok katlı dikey binalar arasında o kültür kaybolup gitti. İnsanlar birbirlerine yabancılaştılar. Hacı Amca yaşayıp, Taya Kadın semtine tepeden bakan 22 katlı Doğan Bey TOKİ binalarını görseydi yaşayamaz kalp krizinden giderdi herhalde. Büyük olasılıkla da Doğan Bey Gökdelenleri'nin yapımına izin verip göz yuman resmi makamlara; "Hem ecdad yadigarı diye geçmiş değerleri dilinizden düşürmüyorsunuz. Hem de Taya Kadın, Kiremitçi gibi kadim mahallelerin ortasına hilkat garibesi gibi bu binaları dikiyorsunuz. Bu nasıl bir şey?" diye sorardı herhalde.

Bu arada Taya Kadın semt isminin Çelebi Sultan Mehmed'in süt annesi Daye Hatun'dan geldiğini, Camii ve Türbesi'ninde mahellede bulunduğunu belirteyim.

Kırmızı tombul Japon balıkları

Çocukluğumun Taya Kadın sokaklarında çeşmeler vardı. Bunların bazıları hiç kesilmez, gürül gürül akardı. Düşünüyorum da o yılların Bursa'sında suyu olmayan herhangi bir evide anımsamıyorum.

Evlerin yüksek duvarlı bahçelerinde yalağı olan bir çeşme olurdu. Buzdolaplarının olmadığı yıllar. Yaz ayları suyla doldurulan yalağa soğuması için karpuz bırakılırdı. Diz boyu şimşirlerle bölümlendirilip güzelleştirilmiş bahçelerin pek çoğunda fıskiyeli küçük mermer ya da mozaik havuzlar vardı. Bu havuzlar içinde kırmızı tombul japon balıkları yüzerdi.

Evlerde suların kesik olduğu günlerde sokak çeşmelerine koşulur, bakraç adı verilen kalın bakır su kovaları ile evlere su taşınırdı. Uludağ'dan geldiği söylenen ve hiç kesilmeyen bu çeşmeler başında kuyruklar olur, sırada bekleyen kadınlar kalaylı parlak bakraçlarının üstüne oturup dedikodu yaparlardı. Bazı maharetli kadınlar su doldurulmuş bakraçları iki ucu oyuk olan sırıklara takıp, omuzlarında taşırlardı.

Peyzajı şimşirlerle yapılmış, kırmızı japon balıklı şirin havuzlu ve yüksek duvarlı, iklimi sükun ve huzur olan bu bahçelerin bir köşesinde tavuk kümesi görürdünüz.

Ak kanat ak kuyruk güvercinler

Eski Bursa evlerinde tavuk dışında güvercin de beslenirdi. O günlerden aklımda kalan güvercin türleri; Demkeç, Fındıkgaga, Melakat, Sepetkuyruk, Selanik, Mardin, Kelebek ve Oynar... Oynar güvercinlerin bir diğer adıda 'ak kanat ak kuyruk'du. Bursa'nın yerli ve çok değerli güvercin türü olarak kabul edilirdi. Şehzadelerce beslendiği rivayet edilen kadim ak kanat ak kuyruk güvercinin özelliği; taklacı olması ve çok uzaklardan salınması halinde gelip evini bulabilmesi, çok yükseklerde uçabilmesiydi. Öylesine ki; sinek misali küçük görülecek tarzda göğe yükselir, tüm geceyi gökte geçirdikten sonra sabah kümesine inerdi. İstanbul'dan salınıp Bursaya dönebilen damarlı tabir edilen efsane ak kanat ak kuyruk güvercinler anlatılırdı.

Pazar günleri Orhan Camii'nin Ulu Cami yönündeki duvarı önünde güvercin pazarı kurulur. Bursa'nın güvercin meraklıları burada buluşurdu.

Ben tavukları, güvercinleri ve kanaryaları olan bir evde büyüdüm. Güvercinlere abim Nail turhan, Kanaryalara ise babam Murat Turhan bakardı. Asıl kanaryacı babamın Bursa Emniyet Müdürlüğü Birinci Şube'den meslektaşı Kemal (Kırıcı) amcaydı. Kırıcı Ailesi'nin Muradiye'deki evlerinin salma yani büyük bir kafes haline getirilmiş bir odası, kanarya doluydu. Ailece onlara gittiğimizde rengarenk bu kanaryaları seyreder, ötüşlerini dinlerdim. Kemal Amca bazen elime içinde kanarya olan üst kısmından hava deliği açılmış bir kese  kağıdı tutuşturur, "Necdet bu da senin kuşun olsun" diye kanaryalarından bir tanesini hediye ederdi.

Ağaç dostu taş sokaklar

Eski Bursa semtlerinin bir modeli olan Taya Kadın'ı, dolayısıyla eski Bursa kültürünü kitaplar dolusu anlatmak gerekiyor. Bu da ihtisas sahibi mimar, sosyolog ve tarihçilerin işi olmakta. Benim yapmaya çalıştığım belleğimde kalan bazı fotoğraf ve anekdotları ifade edebilme çabası. Bu manada aklıma gelen birkaç ilaveyide yapmak istiyorum. örneğin değişik ağaçlarda olmakla birlikte Taya Kadın bahçelerinde en çok rastlayacağınız iki ağaç vardı; ayva ve nar. Her evin bir kedisi olurdu. Bu kediler evlerin demirbaşı gibiydiler. Ev sakinleri taşındığında yeni gelenler evin kedisine bakmaya devam ederlerdi.

Sokaklar paket taşlarla kaplanır ve suların akması için her iki yandan ortaya doğru eğimli olurdu. Bu sokaklar yağmur sularını ağaç köklerine indirebildiğinden ağaç dostuydu. Tarihi çınar ağaçları ve diğerleri sararıp solmaz, kurumazlardı.

Hemen herkes evlerinin önünü süpürür ve çöpünü dışarıda bırakmazdı. Evlerin çoğu konak tarzı ve kagir olmakla birlikte yer yer iki katlı beton binalarıda görebilirdiniz. Ancak bunlar çoğunlukla müstakil ve bahçesi olan evlerdi. Çok kat, çok daire ve çok rant mantığıyla bahçelerin de dahil edildiği yetmişli yıllarda yapılan çirkin yapılara benzemezlerdi.

O yıllarda bol kar yağar, sokaklarda diz boyuna yakın kar, evlerin saçaklarında kol uzunluğunda sarkan buzlar görürdünüz. Ayrı gayrı olmadığından konu komşu kış geceleri Ürünlü Sokağı'na çıkar, bir kızak gibi kullanılan ahşap merdivene doluşulur, güle oynaya aşağılara kayılırdı.

Kapitalizmin davetlisi misafir

Pandeminin kol gezdiği günümüzün beton ormanı yapıları arasında bazen yüreğim daralıyor, çocukluk yıllarımın o sokaklarına sığınıyor. Kiremitçi, Taya Kadın ve Reyhan mahallelerinde, Abdal Camisi'nin yakınındaki havlucu hanlarında geziniyor yüreğim. Oralarda her şey dupduru, berrak ve canlı. Hiçbir şey şimdi olduğu gibi silik, gri ya da donuk değil.
 Gök kubbe tertemiz, masmavi. Çift kanatlı, altın sarısı pirinç tokmakları olan ahşap kapılar ardından kanarya sesleri geliyor. Yapılar, insanlar, sokaklar, renkler, özetle hiçbir şey depresif görünmüyor. Yüreğimin sığındığı o sokaklar havası, suyu temiz, meyvesi, ağacı, tohumu doğal eski Bursa'nın 
huzur sokakları.

O sokaklarda dünyayı her geçen gün daha da yaşanmaz hale getiren  kapitalist sistemin davetlisi Covid misafiri de yok.

Yazarın Diğer Yazıları

Direnmek ve umut etmek

Mumla aydınlatılan o küçük mekânda bana acıyan vatandaşla şu an karşılaşsak acaba nasıl bir şaşkınlık yaşar ve bana neler söyler bilemiyorum. Fakat benim ona söyleyeceğim ilk sözler; "Umutsuzluk hastalıktır. Kördüm ama güzel günlerimin de olacağını umut ediyordum. Şiirler söyledim, zorluklara direndim, kendimi bırakmadım ve mutluluk sonradan geldi ve bugünlere ulaştım." olurdu düşüncesindeyim

Hakkı Baba'nın anısına saygıyla

Ben vefa duygusunu çok önemserim. Bu manada Hakkı Baba'yı, baba mizacıyla Atina Maraton sürecinde verdiği desteği unutmadım

Ölümcül maraton Kasumigaura

Alabildiğince zorlu, fizik kapasitemi hayli aşan o süreçleri nasıl göğüsleyebildim? Mantıksız inadımın kaynağında ne vardı?