22 Ocak 2021

Anlıyorum. Anlamıyorum. Söyleyemiyorum.

Devletin hayale sığmaz cevrini anlıyorum. Halkın zulüm karşısındaki halini tavrını anlamıyorum

Geçenlerde bir yerde rastladım:
"Affetmek geçmişi değiştirmez,
ama, belki, geleceği değiştirebilir."

Mağdurun affından söz ediyor.
Mağdur ne yapmış ki, kimi, neden
affedecek?

Bu sözü değiştirmek gerekir:
Hatırlamak, tanımak, mağfiret dilemek
geçmişi değiştirmez; ama, belki,
geleceği değiştirebilir.

Burada Marc Nichanian'ı anmak isterim.
Marc, "Bağışlanması mümkün olmayan bir suç bağışlanabilir mi?"
diye sorar. "Kimin adına kim özür dileyecek?" diye sorar.
"Bu özrü kimin adına kim kabul edecek?" diye sorar.

Gene de ısrar edelim:
Hatırlamak, tanımak, mağfiret dilemek
geçmişi değiştirmez; ama, belki,
geleceği değiştirebilir.

Hatırlamayı, tanımayı, mağfiret dilemeyi
ne zaman başarabileceğiz?

1934 Trakya Musevi pogromunu,
1937 Dersim katliamını,
1941 Varlık Vergisi zulmünü şiddetle,
nefretle lanetliyorum. Elbette.
Ama anlıyorum.

6-7 Eylül barbarlığını şiddetle ve nefretle kınıyorum.
Elbette. Ama anlıyorum.

1964'te 12.000 Rum'un ülkeden 24 saatte
20 kilo+20 dolarla sürülmesini nefretle kınıyor,
reddediyor, bundan utanç duyuyorum.
Elbette. Ama anlıyorum.

Maraş. Çorum. Sıvas. Roboski. Daha sayalım mı?
Cumhuriyet tarihi yalnız faillerin değil,
tanık olan herkesin, yaşayan, bilen, hatırlayan
herkesin başını öne eğdirecek büyük suçların da tarihi.
O suçları biliyor, hatırlıyor, başımı öne eğiyorum.
Ama anlıyorum. Bu devlet bu. Yapısı bu. Şefkatsiz, zorba,
zalim bir devlet. Halka hizmet değil şiddet götüren,
halkını korku, terör içinde yaşatan ceberrut bir 'baba' bu devlet.

Bakıp görüyoruz ki bunların hiçbiri yeni değil, cumhuriyetin
icadı değil. Bizim burada devletin kuruluş hamuru zulümle yoğrulup mayalanmış.

13. yy. Yunus Emre:

Ben bana zulmeyledim ettim günah,
N'eyledim n'ettim sana ey padişah?
Nesne eksildi mi mülkünden senin?
Geçti mi ya hükmüm, hükmünden senin?
Rızkını yeyip seni aç mı kodum?
Ya yeyip öynünü muhtaç mı kodum?

16. yy. Pir Sultan:

Pir Sultan Abdal'ım ey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydun bizi kavim kardaşa
Katip ahvalimi Şah'a böyle yaz

19. yy. Dadaloğlu

Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Bir yanda Köroğlu, Kazak Abdal, Nef'I, Seyrani.
Öbür yanda halk celladı Yavuz Sultan'lar. Hızır Paşalar. Kuyucu Murat Paşalar.
Ve sonra Enver-Talat Paşalar. Evren Paşalar. Muğlalı Mustafa Paşalar.
Osmanlı hükmetme geleneğini ulus yaratma cehdiyle sürdüren İttihatçılar.
Ve İttihatçı geleneğini dehşetli bir hınçla sürdüren Cumhuriyet.
Utanıyor ve isyan ediyorum. Ama anlıyorum.

Halkın sesi tanrının sesidir,
der bir Ermeni sözü. Bu yazıyı bu sözü unutarak yazıyorum.

Çünkü anlamadığım durumlar var…

Cumartesi Anneleri.

1995'ten beri, 25 yıldır, her cumartesi çocuklarının,
eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin akıbetini öğrenmek için,
sadece öğrenmek, mezarlarını bulmak, başlarında
dua etmek için, yüzlerce hafta her cumartesi
bilgi yakaran insanlar…

Sayalım: Mesut Yılmaz. Tansu Çiller. Necmettin Erbakan. Bülent Ecevit. Abdullah Gül. Recep Tayyip Erdoğan. Ahmet Davutoğlu. Binalı Yıldırım. T.C. Başbakanları.

Süleyman Demirel (5 kez başbakan, 1 kez Cumhurbaşkanı, ki "Fırat'ın kıyısında bir kuzu kaybolsa bunu hesabını gelin bana sorun" alıntı-sözü meşhurdur). Ahmet Necdet Sezer. Abdullah Gül. Recep Tayyip Erdoğan. T.C. Cumhurbaşkanları.

Anaların ıssız çığlıklarına kulaklarını tıkayan, kaybedilen yurttaşlarının akıbetlerini araştırmayan, soruşturmayan, suça ortak olan suç ortakları. Onları da, onları bile anlıyorum.
Çünkü onlar halkın değil, tarif ettiğimiz devletin memurları.

Ama! Allah aşkına! Yok edilen sevdiklerine ne olduğunu
bilmek isteyen o insanlara, o kadınlara, o analara, eşlere,
bacılara, ninelere niçin NİÇİN her cumartesi 500… 5.000…
50.000… 500.000 insan katılmaz? O dayanılmaz acıyı paylaşmaz?
Bu korkunç suçun hesabını onlarla birlikte sormaz?

Muhyi'nin      

Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile

diye tanımladığı, tükenmeyeceğini bile bile boyun eğen,
kendini sessizliğe gömen, kalbi, vicdanı körelmiş bir toplum, bir halk.

Ben işte bunu anlamıyorum.

Devletin hayale sığmaz cevrini anlıyorum.
Halkın halini anlamıyorum.

Böyle bir halka nasıl bir sıfat yakışır, dilimin ucuna geliyor.
Onu da söyleyemiyorum.
Çünkü o halkın içinde Cumartesi Anneleri de var.

Yazarın Diğer Yazıları

"Ferman padişahın..."

Bu konuyu parça bölük daha önce de yazdım. Lakin ne yaparsın, bu ülkede 10-20 yıl önce yazılanlar da günceldir; yayımla, yadırganmaz... Korkarım bu gidişle gelecek de güncel olacak. 20 Eylül Pazar günü Ruhi Su'nun 30. ölüm yıldönümü nedeniyle bir anma gecesi düzenlendi. Ruhi Su Dostlar Korosu, Boğaziçi Caz Topluluğu konser verdiler. Onun yaşamından, şiirlerinden kesitler, örnekler dinledik. BBC Türkçe radyosunun 1975'te Londra'da onunla yaptığı görüşmeyi izledik. Konuşmacıydım. Söylediklerimin özeti şöyle...