02 Haziran 2019

Kortta bir beyefendi: Arthur Ashe

Arthur Ashe, ırkçılıkla mücadele etti, rakipleriyle mücadele etti ve en sonunda hastalığıyla mücadele etti. Bazen kazandı, bazen kaybetti

Biraz hüzün, biraz gurur… Onun hayatını iki kelimeye sıkıştırmak tabi ki kolaya kaçmak olur ancak pek isabetsiz bir değerlendirme de sayılmaz. Tenis kortlarında estirdiği rüzgâr, talihsizce yakalandığı hastalığı döneminde hüzünlü bir yağmura dönüştü. Arthur Ashe; bir Grand Slam turnuvası kazanan ilk siyah erkek tenisçi, ırk bariyerlerini raketiyle aşan bir öncü…

Washington, 1955 haziranının sonları… Siyah Amerikalıların kurduğu Amerikan Tenis Derneği, Turkey Thicket Park’ta siyahlar için bir tenis turnuvası düzenliyor. Katılanlar arasında 15 yaşında bir kız var: Doris Cammack. Doris, bölgesel bir yıldız olarak görülüyor. En büyük hayali, siyah tenisçilerin öncü ismi Althea Gibson’ın seviyesine ulaşmak. Fakat turnuva yönetimi kızlarda katılımcı sayısını tam ayarlayamayınca Doris, ilk turda eşleşecek kimseyi bulamıyor. Apar topar bir rakip bulunuyor. 11 yaşında çelimsiz bir erkek çocuk. Doris gönülsüz… O yaşta bir çocuğa karşı sahaya çıkmayı istemiyor. Nereden bilebilir ki o çocuğun yıllar sonra tenis tarihine geçeceğini…

Arthur Ashe, henüz 11 yaşındayken bu yerel turnuvada Doris Cammack’ı mağlup etti. O gün çıktığı bu yolculuk, onu birçok ilke ve hayranlıkla takip edilen bir hayata taşıdı.

Arthur’un babası, Richmond şehrinde siyahlara ait en büyük park olan Brook Field Park’ta güvenlik görevlisi ve park yöneticisi olarak çalışıyordu. Parkın içinde, basketbol sahaları, yüzme havuzları ve tenis kortları vardı. Arthur’un kendi ifadeleriyle:

“Atletik bir cennet, sporu seven bir çocuk için bir düş dünyasıydı.”

Bu atletik cennet Arthur’un hayatını sonsuza kadar değiştirecekti. Fakat bir siyah olarak bu durumun hiç kolay olmayacağı da apaçıktı. 1958’de ilk kez beyazların da katıldığı bir turnuvada oynama şansı buldu. Ancak iki yıl sonra okul dönemi boyunca Richmond’da beyazlara karşı oynaması yasaklandı. Aynı zamanda, kapalı kortlara erişimi de engelleniyordu. Bunun üzerine bir tenis koçunun teklifini kabul ederek, daha özgürce tenis oynayabilmek için St. Louis’ye taşındı. Önündeki engelleri teker teker kaldırıyordu.

 “Bana göre Arthur, parlak bir ışıktı. Gerçek bir beyefendiydi. Kazandığında sevinçten uçardım. Kaybettiğinde ise göz yaşlarına boğulurdum.”

İlkokul öğretmeninin Arthur için dile getirdiği bu sözler, yıllar sonra Wimbledon’ın çimlerine bastığında, muhtemelen çok daha kalabalık bir kesimin ortak olduğu duyguları yansıtıyordu. O zamana gelene kadar, birçok turnuvanın yanı sıra iki de Grand Slam kazanmıştı. Artık, 32 yaşındaydı ve dokuzuncu kez Wimbledon’da şansını deniyordu. Karşısında ise daha önce hiç yenemediği rakibi, Jimmy Connors vardı. Ancak bu kez durum farklıydı:

Seyirci: “Hadi Connors!!!”

Connors: “Deniyorum, tanrı aşkına!”

Connors, bu kez neye uğradığını şaşırmıştı. Arthur, neredeyse hatasız bir performans sergilemiş ve maçı dört set sonunda kazanmıştı. En sonunda, hep hayalini kurduğu Wimbledon Kupası ellerinde yükseliyordu.

Zor günler

Arthur, 1979 yılında geçirdiği kalp krizinin ardından ameliyat oldu ve tenisi bıraktı. Aile geçmişi kalp hastalıklarıyla doluydu ve belli ki bu sorun, onun da peşini bırakmayacaktı. 1983 yılında bir kalp ameliyatı daha geçirdi. Tenis sonrası dönemde yorumculuk yapıyor, aynı zamanda da sosyal çalışmalara destek veriyordu. Yıllarca kortlarda şahit olunan sakin, beyefendi kişiliğini ekranlarda da gösteriyordu.

24 Ağustos 1988’de, eşi Jeanne ve 20 aylık kızı Camera ile bir kahvaltıdan dönüyorlardı. Jeanne, Camera ile kaldıkları otel odasına çıkarken, Arthur, telefonla evi arayıp telesekreterdeki mesajları kontrol edecekti. Sol eliyle ahizeyi tuttu, sağ eliyle numarayı çevirmek istedi ancak bir şeyler yolunda gitmiyordu. Jeanne’ye seslendi:

“Bir sorun var… Parmaklarım. Onları kullanamıyorum!”

Bu an, hayatının kalan kısmında yaşayacaklarının ilk belirtisiydi. Arthur’a AIDS teşhisi konuldu. Doktorları ve kendisi son aşamada olan hastalığın ikinci kalp ameliyatı sırasında verilen kandan kaynaklandığını düşünüyorlardı. Arthur, hastalığını gizlemeye karar verdi. Ta ki 1992 yılının Nisan ayında, USA Today gazetesinden bir gazetecinin ona ulaşıp hastalığını sorduğu güne kadar. Bir basın toplantısıyla her şeyi açıkladı.

Bu açıklamadan sonra hayranlarından mektuplar yağmaya başladı. Özellikle bir mektup dikkatini çekmişti Arthur’un. Mektubu yazan kişi, böyle kötü bir hastalık için tanrının neden Arthur’u seçtiğini soruyordu. Onun yanıtı şöyle olacaktı:

“Dünyada 50 milyon çocuk tenise başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel seviyede oynamayı öğrenir, 50 bini müsabakalara katılır, 5 bini Grand Slam’lerde oynar, 50’si Wimbledon’a ulaşır, 4’ü yarı finali, 2’si de finali görür. Ellerimle kupayı tutarken tanrıya asla ‘Neden ben?’ diye sormadım. Bugün acılar içindeyken de ‘Neden ben?’ diye sormayacağım.”

Arthur Ashe, 5 Şubat 1993’te, AIDS kaynaklı zatürre nedeniyle hayata veda etti. Geride pek çok şey bıraktı. Bugün, Amerika Açık Tenis Turnuvası’nın önemli maçları Arthur Ashe’in adını taşıyan stadyumda oynanıyor. Onun adını taşıyan yardımseverlik ödülü her yıl önemli bir törenlerle kazananlara takdim ediliyor. Dream Theater’ın ona adadığı “Surrounded” şarkısı hala kulaklarda dolanıyor.

Arthur Ashe… Irkçılıkla mücadele etti, rakipleriyle mücadele etti ve en sonunda hastalığıyla mücadele etti. Bazen kazandı, bazen kaybetti. O, tenis kortlarındaki siyah, çelimsiz çocuk; tıpkı şarkıdaki gibi ışıklara sarınıp gitti.

Yıllardır ardından gelenlerin yolunu aydınlatıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Asla vazgeçme: Diana Nyad

Üniversite yurdunun dördüncü katından paraşütle atladı ve bir de 63 yaşındayken Havana'dan Florida'ya kadar yüzdü. O, asla vazgeçmeyenler için bir cesaret simgesi

Esaretten NBA'ye: D.J. Mbenga

Kader, savaş halindeki Afrika topraklarından kaçıp gelen bir genci, dünyanın en büyük basketbol organizasyonunun zirvesine kadar çıkardı

Bir yılbaşı arifesinde, Managua'ya doğru...

Roberto, duruma el koymaya karar verdi. Dördüncü uçakla birlikte o da gidecekti. Yılbaşı arifesinde, Managua'ya…

"
"