Göz, önce ışığı bükecek ya da kıracak. Görsel bir yolculuğa çıkarken ilk adımı bu bedensel tecrübeyle atıyoruz. Bununla birlikte, birçok bedensel yeteneğin bir arada sergilendiği bir alan olan “spor” ise bizlere estetik bir görsellik sunuyor.
Ünlü Sovyet spor fotoğrafçısı Lev Borodulin’in deklanşörüyle hayatın akışından çaldığı anlar, Sovyet spor tarihinin duvarlarında asılı. Sporun ve estetiğin birleştiği yalın kareler… O, bu karelerin en yetkin emekçilerinden biri…
Fotoğrafçının gör dediği
John Berger’in “Görme Biçimleri” adlı kitabı şu satırlarla başlıyor:
“Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir. Ne var ki başka bir anlamda da görme sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Gördüklerimiz ile bildiklerimiz arasındaki ilişki asla durulmaz. Her akşam güneşin batışını görürüz.”
Berger’in dediği gibi; görmek, sözcüklerden önce geliyor. Hayatın tamamı için geçerli olan bu önerme, spor gibi spesifik mecralara da doğal olarak sirayet etmiş vaziyette. Sporun herhangi bir branşında gördüklerimiz bizi heyecanlandırıyor. Bir atletin sınırlarını zorlayarak koşması, bir basketbolcunun havada süzülmesi, bir yüzücünün attığı kulaç ya da bir jimnastikçinin yaptığı bir figür…
Bu saydıklarımın hepsi eğlenceye dahil. Fakat bir unsur daha var. Bir hareketin tek bir anda dondurulduğu; spora, insana ve hatta hayata dair pek çok duygunun tek bir kareye sığdırıldığı ve üzerine düşünülmesi gereken bir unsur: fotoğraf…
Vakit dar olduğundan bu konu üzerine halihazırda düşünmüş birinden yardım alalım. Roland Barthes, “Camera Lucida – Fotoğraf Üzerine Düşünceler” kitabında şöyle bir kelam ediyor:
“Uzun zaman önce bir gün, Napolyon’un en küçük kardeşi Jerome’un 1852’de çekilmiş bir fotoğrafı geçmişti elime. Ve bugüne dek hiç dindiremediğim bir şaşkınlıkla şunu fark etmiştim o zaman: ‘Ben İmparatora bakan gözlere bakıyorum.’”
Özgürlük arayışı
Lev Borodulin, fotoğraf sanatına merak saldığında Barthes’ınki ile benzer bir uyanış yaşamış mıdır, bilmiyoruz. İtiraf etmek gerekirse onun fotoğrafa dair düşüncelerine haiz değilim. Fakat fotoğrafla ilk tanışıklığının henüz 4 yaşındayken bir portre fotoğrafının çekilmesiyle gerçekleştiği biliniyor. Bu, görece yeni sanata karşı duygularının bahsi geçen tecrübeyle depreştiğini söylemek yanlış olmaz.
Moskova Üniversitesi’nde Baskı Sanatları Bölümü’nde eğitim alırken patlayan İkinci Dünya Savaşı’nın en acımasız yönlerine ön cephede tanık oldu Borodulin. Hem Moskova’nın savunulmasında hem de Berlin’in ele geçirilmesinde Kızıl Ordu’nun bir parçasıydı. İki kez ölümcül şekilde yaralandı fakat hayata tutundu.
Savaş yılları sona erdiğindeyse, Ogoniok isimli bir dergide fotoğrafçı olarak çalışmalarına başladı. Altmışlı yılların ortalarında dünya çapında meşhur bir fotoğrafçıya dönüşmüştü. Objektifini kimi zaman Sovyet sanat dünyasının ünlü isimlerine, kimi zaman savaş sonrası Moskova’nın inşa çalışmalarına, kimi zaman ise hayatın olağan akışına çevirdi. Fakat içindeki tutkuyu katıksız olarak yöneltebildiği ve yaratıcılığını özgürce yansıtabildiği alan spor fotoğrafçılığıydı.
Borodulin, gençlik yıllarında Moskova’da basketbol oynamıştı. Dolayısıyla, bu durum onu spor fotoğrafçılığına biraz daha yakınlaştırmış olabilir. Sporun güzelliğine vakıf olması; önsezilerini kullanıp, doğru açıları bulmasındaki başarısını açıklayabilir. Ancak alan seçimindeki temel motivasyonlardan biri de muhtemelen siyasi baskıların dışında kalmak istemesiydi. Sovyetler döneminde spor fotoğrafçılığı, ideolojik baskının ve kuralların etkisinin en az hissedildiği alandı. Borodulin, bu sayede dünyayı gezdi ve arzu ettiği fotoğrafları çekebildi. Belki de bu özgürlük onu özel bir yere taşıdı.
“Fotoğraf geçmişi anımsamaz. Bende yaptığı etki bozulmuş olanı yenilemesi değil, gördüğüm şeyin gerçekten de var olduğuna tanıklık etmesidir.”
Barthes’ın bu yorumu, Borodulin’in çektiği fotoğrafları tararken aklıma geliyor. Nostaljik bir etki yerine gerçeklik hissi ağır basıyor. Belki de başarısının altında yatan nedenlerden biri de budur.
Borodulin, yetmişli yıllarda İsrail’e yerleşti ve fotoğraf çalışmalarına reklam ve turizm alanlarını da ekleyerek devam etti. Spor, herkesin farklı arzu ve arayışlarının olduğu bir mecra. Geçen yılın sonlarına doğru, 95 yaşında hayatını kaybeden Borodulin’in aradığı şey ise özgürlüktü. O, yarattığı karelerle sonsuza kadar özgür ve ölümsüz…