Yunanistan, 1965… Luc Besson’un alameti farikalarından biri olan Le Grand Bleu (Derinlik Sarhoşluğu) filmi açılırken yer ve zaman ekranda böyle beliriyor. Uçsuz bucaksız bir deniz… Derinliklerde tek başına, beraberinde tek bir nefes…
Bu film ne zaman aklıma düşse bana tek bir nefese sığdırılmış başka bir hayatı anımsatıyor. Serbest dalış rekortmeni Natalya Molçanova…
Derine, daha derine
Le Grand Bleu, serbest dalışçı olan Jacques Mayol ve Enzo Maiorca isminde iki arkadaşın hikayesini şiirsel bir düzlemde anlatıyor. Efsanevi iki dalışçının gerçek hayat hikayesinden esinlenilen filmde, zaman zaman radara aşk da giriyor, rekabet de. Ancak aynı zamanda hiç kaybolmayan bir şey var filmde: Bir hissiyat… Sudaki dinginliğin çekiciliği.
Şurası bir gerçek, serbest dalış sporu dışarıdan oldukça korkutucu görünüyor. Muhakkak ki, bir o kadar da acımasız bir uğraş. Başka sporlarda hata yaparsanız, çoğu zaman bu durum yenilgiyle sonuçlanır. Serbest dalışta ise hatanın karşılığını hayatınızla ödersiniz. Fakat bu sporu yapmanın bir sebebi olmalı.
Natalya Molçanova, bu durumu kendi penceresinden şöyle açıklıyor:
“Serbest dalış sadece bir spor değil, kim olduğumuzu anlamanın bir yolu. Aşağı indiğimizde, eğer bir şey düşünmezsek, bir bütün olduğumuzu anlıyoruz. Dünyayla biriz. Düşünmeye başladığımızda ise ayrılıyoruz. Yüzeydeyken bir şeyler düşünmek ve kafamızda pek çok bilgiyi barındırmak gayet doğal. Bazen kendimizi yeniden başlatmamız gerekiyor. Serbest dalış buna yardımcı oluyor.”
Mavi suların kraliçesi
Natalya, 1962 yılında Sovyetler Birliği’nin Ufa kentinde doğdu. Yüzme sporuyla ilişkisi de burada başladı. Okul yıllarında yarışmalara katılan Natalya, gelecekteki eşiyle de bir yarışmada tanışmıştı. Okul sonrasında eşiyle birlikte devlet politikası gereği bir süre zorunlu işlerde çalışırken iki de çocuk sahibi oldu. Küçük olan, Alexey, doğduğu andan itibaren suyun içindeydi. Hatta henüz üç yaşındayken uzun mesafe yüzebiliyordu. Yılda bir kez Karadeniz’e midye toplamak dalmaya gidiyorlardı. O dönemde, Natalya yüzme eğitmenliği yapmaya başlamıştı.
Her şey güllük gülistanlık ilerlerken, takvimler 2001 yılını gösterdiğinde aile saadeti derinden sarsıldı. Eşi, başka bir kadınla beraber olmak için Natalya’dan ayrılmak istiyordu. 39 yaşındaki Natalya, 13 yaşındaki oğlu Alexey’le bir başına kalmıştı. Bir yıl sonra ise bir dergide okuduğu bir makale hayatını değiştirecekti. Artık yeni bir tutkusu vardı: Serbest dalış.
Tabi ki, bu spora başlamak pek kolay değil. Bilhassa, Natalya’nın yaşadığı Moskova’da serbest dalış eğitimi alabileceği bir okulun olmaması onun işini biraz daha zorlaştırıyordu. Ancak, azmin önünde dağ olsa duramaz, derler ya. Natalya’nınki de o hesap. Serbest dalışla ilgili bulabildiği her şeyi okuyan Natalya, bununla da yetinmeyip çalıştığı Moskova Üniversitesi’nde bir serbest dalış programı kurdu. Kendisi de ilk dalışını 2003 yılında yaptı. Gerisi ise… efsane.
41 kere maşallah!
Natalya, yaklaşık 10 yıl boyunca en tepede kaldı. 41 yaşında başladığı kariyerinde tam 41 dünya rekoru kırdı. Rakiplerinin ona verdiği isimle “Kraliçe”, önüne çıkan herkesi yıktı geçti. 50 yaşında kırdığı bir rekor sonrası şunları söylemişti:
“Çoğu insan, 50 yaşına geldiğinde hayatın sona erdiğini düşünüyor. Onlara yapabilecekleri çok daha fazla şey olduğunu göstermek istiyorum.”
Şampiyonluklar ya da rekorlar ne ifade ediyor, bilmiyorum. Fakat öyle sanıyorum ki, serbest dalışçılar zaferden ziyade, ona giden yolu daha çok seviyorlar. O maviliklere bir aşk duyuyorlar. Le Grand Bleu’de, Johanna ve Jacques arasında geçen diyalog belki bu aşkı anlamak için bize yol gösterebilir.
Johanna: “Daldığında nasıl hissediyorsun?”
Jacques: “Düşmeden aşağı doğru kaymak gibi bir his. En zor kısmı ise en dibe vardığında.”
Johanna: “Neden?”
Jacques: “Çünkü yukarı çıkmak için iyi bir sebep bulman gerekiyor… Ve ben bulmakta zorlanıyorum.”
Natalya, 2 Ağustos 2015 günü İspanya’nın Formentera kıyılarında, arkadaşlarından oluşan bir gruba eğitim veriyordu. Onlarla biraz çalıştıktan sonra gruptan ayrı olarak dalmak istedi. Aslında onun için fazla sayılmayacak derinliklerdi fakat o gün şans yanında değildi. Bir dip akıntısı onu sonsuzluğa doğru sürükledi. Bir daha bulunamadı. Arama çalışmalarının ardından kendi gibi bir serbest dalış efsanesi olan oğlu, Alexey, şunları söylemişti.
“Öyle görünüyor ki, annem denizde kalacak. Sanırım bundan rahatsızlık duymayacaktır.”
Natalya Molçanova… O, mavi suların kraliçesiydi. Geç başladığı bu sporda inanılması güç başarılara imza attı. Yaklaşık dört yıldır ise kendini en mutlu hissettiği yerde. Kim bilir, belki de yukarı çıkmak için iyi bir sebep arıyordur.