05 Haziran 2013

Devrimci şiddetsizlik: Baltalarımızı ve bayraklarımızı gömmeliyiz

Bu direniş sürecini şiddetten arındırmalıyız ki, yine büyük, coşkulu ve rengarenk bir kalabalık olarak mücadeleyi sürdürebilelim

 

Gezi Parkı direnişinin tahripkar bir hal de almasını önemsemeli, üzerinde durmalı ve elbirliğiyle bunun önüne geçmeliyiz. Çünkü şiddet, direnişin direncini kırma potansiyeli taşıyor ve AKP hükümeti de medyası ve kalemşorlarıyla bunu kullanıyor.

Bu direniş sürecini şiddetten arındırmalıyız ki, yine büyük, coşkulu ve rengarenk bir kalabalık olarak mücadeleyi sürdürebilelim. Hükümet ve borazanları, meselenin Gezi Parkı’na AVM yapılmasından ibaret olduğunu, bundan vazgeçilidiğini, dolayısıyla gösteri yapmaya gerek kalmadığını pompalıyor. Halbuki, bu sözle ve polisin Taksim’den geçiklemisye iş bitmedi. Zafer henüz kazanılmış değil.

Taksim Platformu’nun açıkladığı talepler ortada. Topçu Kışlası’nın yapımından vazgeçilmeden bu direniş bitmeyecek. Dolayısıyla, mücadeleyi sürdürmeliyiz. Fakat bu şiddet dozuyla sürdüremeyiz. Direnişin asıl taşıyıcısı olan bağımsız, sivil kitleyi yıldırır ve bezdirir bu şiddet. Dönüştürücü karakterini yozlaştırır, kaçırır ve köhne örgüt yapılarının eline bırakır.

İkincisi, esnaftan, mahalle sakininden aldığımız desteği yitiririz. Tam tersini yapmalıyız oysa, destek zeminimizi genişletmeye çalışmalı, AKP nefretiyle hareket edenlerin dışına taşırmalıyız. AKP seçmenini de olabildiğince bu direniş dairesinin içine almalıyız.

Üçüncüsü, direnişin şiddete başvurması, devletin/polisin uyguladığı vahşi şiddeti meşrulaştırmak için kullanılıyor. Özellikle İslami medya ahlaksızca abartarak ve yalan söyleyerek bunu yapıyor.

Evet, asıl şiddeti, slogan atıp yürüyene, parkta çadırında uyuyana, şarkı söyleyip kitap okuyana gaddarca saldıran, gazlayan polis uyguladı ve direnişçilerin içinden kimilerini de kışkırttı. Evet, provokatörler de işbaşındaydı. Ve kendi gözümle de gördüğüm gibi, direnişçilerin pek çoğu haşin hareketlere karşıydı ve hala karşı. Birçok durumda şiddete yönelenlere engel oldular, engel olamadıklarında da kınadılar. Sosyal medyada günlerdir şiddetten uzak durun çağrısı yapıyor birçok kişi. Kimsenin tahmin etmediği bir olgunluk gösterdi bu hareket; yaşlı değil, genç, dinamik, capcanlı bir olgunluk.

Artık barikat kurmaktan ve taş atmaktan vazgeçmeliyiz. Nasıl olsa gaz yiyoruz; barikatlar bunun önüne geçemiyor. Direniş, direnmemektir. Yani şiddet ile direnmemektir. Taksim etrafına sur örsek de havadan gazlarlar ve içeride boğuluruz. Sokak sokak mücadelenin ilk gününü, Cuma’yı hatırlayın. İstiklal Caddesi’nde mesela ne barikat vardı, ne de taş atılıyordu ilk başta. Polis gazlıyor, biz ara sokaklara dağılıyor, sonra tekrar bir katil sürüsü gibi davranan polisin karşısına dikiliyorduk. Bir şey atmaya ihtiyacımız yoktu, lafımız vardı, kendimiz vardık. Polisin şiddeti bizi kızdırdı ve kışkırttı. Ama artık bu polis tuzağından sıyrılmalıyız.

Şiddetten arınmış varlığımızı, bu büyük kitlenin boy göstermesini yoksayamazlar ve bir, iki gazlasalar bile gazlamayı sürdüremezler. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dünyadaki itibarı sıfırı tüketti bu gazlar yüzünden de. İçerideki itibarı da o meşhur %50’nin az bir kısmına ve kendi medyasının manipülasyon çabasına dayanıyor. Kendini bir hiç derekesine indiren NTV ve genel müdürü Cem Aydın bile özür dilemek zorunda kaldı. Ruhunu şeytana teslim etmişlerin bile tahammül edemediği bir durum yarattık elbirliğiyle. Cem gibi öbür medya yöneticileri de özürlerinin, pişmanlıklarının arkasında durursa daha güçlü bir baskı yaratacağız hükümet üzerinde. Nedamet getiren medyanın işini de kolaylaştıracak şey, şiddetten tamamen vazgeçmemizdir.

Hükümetin ve medyasının oynadığı kalleşçe oyunlardan biri de Cumhuriyet tarihinin en büyük ve önemli sivil direnişini bazı odaklara, gruplara, partilere bağlama çabası. Evet, birçok grup ve parti var bu direniş kitlesinin içinde. Ama bu direnişi varedenler asıl olarak bu örgütler ve partiler değil. Bu işlerle hiç ilgisi olmayan insanlar. (Bekir Ağırdır’ın analizi manzarayı iyi resmediyor: Gezi Parkı direnişinden çıkan beş ders )

Kimi sol örgütlerin kendilerini ön plana çıkarma, gösterme, kimi durumda da şov yapma hevesi anlaşılabilir, fakat şunu düşünmeliler: O sivil, bağımsız büyük kalabalıklar kendiliklerinden Taksim’e akmasaydı böyle bir direniş yaratabilirler miydi? Samimiyet, zeka ve bilgi sahibi birinin bu soruya olumlu cevap verebileceğini sanmam. Onun için, haraketin sahibiymiş gibi davranmaktan derhal vazgeçmekle yetinmemeliler ve baltalarıyla beraber bayraklarını da gömmeliler. Tek tek ve topluca bu örgütlerden daha önemli bir hareket var önümüzde, kucağımızda. Ve bu örgütlerin köhne yapısının bu harakete canverenler için cazip hiçbir tarafı yok. İdeolojik tutumlarından vazgeçmelerinden bahsetmiyorum, fakat bu direnişi kendileri için bir yenilenme fırsatı olarak da görebilirler. Neyse ne, kendilerinin bileceği iş, fakat hepimiz bu direniş hareketini öncelikle kendi zaaflarımızdan korumalıyız.

Partiler adına demeçler vermekten de vazgeçebiliriz. Herkes herhangi biri olarak konuşabilir; bu hareketin gücü zaten burada: özel kimlik taşımayanların hareketi. Taksim Platformu sözcü ve gözcü rolünü üstlenebilir, yanlış bir şey yapamazlar, zaten hepimizin gözü üzerlerinde; onların ve herşeyin...

“Devrimci şiddet” solun ulu laflarından biriydi ve biridir, fakat, en azından şu anda, bize lazım olan, devrimci şiddetsizlik.

Yazarın Diğer Yazıları

Hz. Ego ve sünepe havarileri

Sonunda bu toplumu yarmayı becerdin. Hey Recep Tayyip Erdoğan, sana diyorum. Kürtlerle 30 yıldır sürdürdüğünüz savaşın bile başaramadığı şeyi başardın

'Conan özür dilemez, ben onun yerine diliyorum'

Öldürülen sevgilisi Valeria’nın bedenini azgın bir intikam duygusuyla yakmakta olan Conan’ı seyreden Subotai ağlamaktadır. Yanındaki Wizard sorar: “Neden ağlıyorsun?”

Öfkeyi anlamayan nesle aşina değiliz

Gezi Parkı eylemi de sadece birkaç ağacı koruma eylemi hiçbir zaman olmadı

"
"