04 Aralık 2015

Başkanlık sistemleri nasıl otoriter rejimlere dönüşüyor, muhalefet ne yapmalı?

Muhalefet bir an önce kendi alternatif başkanlık modelini önermeli

Türkiye’de son yıllarda yaşanan birçok gelişmenin altında aslında temel fay hattı olarak ülkeyi kimin nasıl yöneteceği gerilimi yatıyor. Özellikle de cumhurbaşkanı, başbakan, meclis ve yargı arasında yetkilerin nasıl yeniden dağıtılacağı. Yani başkanlık meselesi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ekibi uzun zamandır bunun için amansız bir siyaset yapıyor. Sınırlarımızda ve dış ilişkilerde son derece hassas gelişmelerin olması, yetki belirsizliğinin sakıncalarını hızla büyütüyor. Peki muhalefet olayların gelişimini olumlu yönde etkileyebilecek bir strateji belirleyebilecek mi? Ülkenin ve rejimin geleceğini ve güvenliğimizi şekillendirecek bir değişken de bu.

Dokuz ay önce kaleme aldığım bir yazımdaki (Muhalefet alternatif başkanlık modelini önermeli) tezimin hâlâ doğru olduğunu görüyorum: Muhalefet geleceği görerek bir an önce kendi alternatif başkanlık modelini önermeli ve ilkeli bir biçimde savunmalı. Bu model, demokratik bir yarı-başkanlık modeli olmalı. Aksi takdirde çok daha otoriter bir başkanlık sisteminin, üstelik yeni kutuplaşmalar, şiddet ve yenilgi duyguları yaratan bir referandumla gelmesi olasılığı yüksek. Belki daha da kötüsü, mevcut yetki ve meşruiyet sınırları belirsiz durum süreklileşebilir.

Bugün toplumun en azından yarısını ümitsizliğe sürükleyen ortamın gelişmesinde muhalefetin son on yıldaki öngörü ve strateji eksikliğinin rolü büyük. Muhalefet neyi engelleyebileceğini neyi ise engelleyemeyeceğini ve yönetmesi gerektiğini kestiremedi ve maksimalist bir politika izledi. Ama her seferinde sonunda başta reddettiklerinden çok daha fazlasına razı oldu.

Örneğin 2008’de CHP tüm gücüyle üniversitelerde başörtüsünün serbestleşmesine direndi. Peki uzun vadede ne oldu? Başörtüsü ilkokullara kadar yayıldı. Üstelik başörtülü kadınlara kelepçe takılması - ki elbette yanlış - emniyet müdürünü işten ettirirken, başı açık kadınlara uygulanan polis şiddetinin iktidar kanadından hiçbir tepki görmediği, ters yönde ayrımcı bir ortam gelişiyor. Oysa muhalefet o dönemde geleceği daha iyi okuyabilirdi. Dayatmacı laiklik değil, özgürlükçü laiklik anlayışına dayanan kendi alternatif modelini önerebilirdi. Yargıçlar gibi devleti temsil eden ve tarafsız olarak algılanması hayati önemde olan görevlilerin dışında, hem laik hem de İslami hayat tarzını benimsemiş reşit kadınların giyim özgürlüklerini koruyan bir öneri getirebilirdi. Bundan hem muhalefet hem de Türkiye kazançlı çıkardı.

 

Katıksız başkanlık sistemlerinin otoriter eğilimleri

 

Teorik olarak başkanlık sistemi de demokratik ve özgürlükçü olabilir. Kâğıt üstünde, ayrı ayrı seçilen yasama (meclis) ve yürütme (başkan) arasında parlamenter sistemden daha derin bir kuvvetler ayrılığına dayanıyor. Ancak bu potansiyeline rağmen başkanlık sistemleri üç senaryo nedeniyle baskıcı rejimlere dönüşebiliyor. Araştırmalar, özellikle demokratik uzlaşma kültürünün ve hukuk devletinin yeterince gelişmediği ülkelerde bunun olduğunu gösteriyor.

Birinci senaryo, hem başkan hem de meclisin çoğunluğu aynı partiden ve/veya ideolojiden gelirse gerçekleşiyor. Başkanı ve partisini denetleyecek sağlam, bağımsız ve tarafsız bir yargı da yoksa, kontrol ve denge mekanizmaları hızla devreden çıkıyor. Rejim, güçlü başkanla partisinin denetlenemediği otoriter bir sisteme dönüşüyor.

İkinci senaryo, başkanın ve meclisin aynı partiden olduğu ama başkanın kendi partisini kontrol edemediği durumlarda ortaya çıkıyor. Bu durumu kabul edemeyen ve güç paylaşmak istemeyen başkanlar türlü yöntemlerle meclisi ve anayasayı devreden çıkarıyor ve otoriter “süper başkanlık rejimlerini” devreye sokuyorlar.

Üçüncü senaryo ise özellikle, başkan ve meclis çoğunluğu aynı partiden gelmediğinde olası. O zaman başkan işini yapabilmek için gerçekten de meclisle uzlaşmaya muhtaç kalıyor. Örneğin başka bir ülkeye silahlı güç göndermek için meclisin onayını almak ve uzlaşmak zorunda. Ama uzlaşma kültürünün zayıf olduğu ülkelerde, ne meclisler uzlaşmaya açık oluyor ne de başkanlar güç paylaşmaya. Bunun yerine başkanlar sistemi baypas etmeye, kanun gücünde kararnamelerle, “olağanüstü tedbirlerle”, torba yasalarda gizlenen yeni yetkilerle, bürokrasiyi kendi elemanlarıyla doldurarak sistemi otoriterleştiriyorlar. Sivil toplum ve medya da kontrol altına alınıyor. Tüm bunlara “sinsi otoriterleşme” deniyor. Tabii meclisler de kendi yetki alanlarını savunmaya çalışıyorlar ama başarılı olmaları zor. Çünkü sonuçta meclislerin ordusu yok. Bürokrasi ve zor kullanma gücü yani güvenlik ve istihbarat örgütleri yürütmeye, yani başkana bağlı.

 

Yarı-başkanlık sistemi

 

Yarı-başkanlık sistemi avantajları olan bir model. Doğru veya yanlış başkanlık sistemi lehine öne sürülen tüm gerekçeleri - yönetimde istikrar, başkanın halk tarafından seçilmesi vs. - hepsini sağlıyor. Buna karşılık başkanlık istemlerinin otoriterleşme eğilimlerini bertaraf edecek esnekliğe, denge - fren mekanizmalarına sahip. Parlamenter sistemin de birçok avantajını koruyor. Portekiz, Fransa, Polonya, Litvanya ve Slovenya gibi - hepsi Türkiye’ye göre şu anda daha demokratik - ülkelerde oldukça başarılı şekilde uygulanıyor. Rusya ise kâğıt üstünde yarı-başkanlık ama başka nedenlerle ve başkan Putin’in son on beş yılki politikalarının sonucu olarak pratikte otoriter bir başkanlık rejimi.

Yarı başkanlık sisteminde halkoyuyla doğrudan seçilen başkanın yanında bir de, gene meclis çoğunluğunun belirleyip güvenoyu verdiği ve aynı zamanda başkanın onayından geçen, bir başbakan ve kabine oluyor. Başkan ve başbakan hükümeti beraber yönetiyorlar. Meclis halk oyuyla seçilen başkanı normal görev süresi bitmeden düşüremiyor. Ama sistemin tıkandığı, meclisle başkan arasında uzlaşmazlık olduğunda - ki Türkiye siyasal kültüründe bu son derece muhtemel - bunun yerine güvensizlik oylamasıyla başbakanı düşürebiliyor. Yani sürtüşmeler başbakanı ve hükümeti değiştirerek çözülebiliyor. Muhalefet de bu süreçlere katılabiliyor, hiç olmazsa meclis erken seçime gidebiliyor. Bunu bazen başkan da önerebiliyor.

Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da tercih edebileceği bir özellik. İleride Erdoğan ve AKP grubundaki farklı kesimler arasında ayrılıklar çıkabilir. Katıksız başkanlık sistemlerinde meclis ve yürütmenin anlaşmazlığa düşmesi halinde sistem esnek değil. Olmadığı için de çoğu kez başkana karşı aşırı sert muhalefet ve müdahaleler doğuyor. Latin Amerika’da birçok başkan bu şekilde olağanüstü koşullarda, dönemi bitmeden azledilerek görevden uzaklaştı.

Hem meclisi hem başkanı güçlendiren, anlaşmazlık dönemlerinde sistemi rahatlatacak mekanizmaları içeren böyle bir yarı-başkanlık sistemi - eğer bağımsız ve tarafsız yargıyı ve demokratik sivil toplumu güçlendiren kurallar da içerebilirse - Türkiye için gerçekçi ve yapıcı bir alternatif olur.

Böyle bir yarı-başkanlık sistemine AKP içinden de destek verenler çıkacaktır. Hâlihazırdaki “yarı-parlamenter” sistemden (çünkü şu anda cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesi parlamenter sistemin mantığına aykırı) yarı-başkanlığa geçmek görece daha kolay olur: Cumhurbaşkanı’nın mevcut anayasal yetkilerine bazı yenileri eklenerek ve sorumlulukları belirlenerek (yani sorumsuz olmaktan çıkarılarak) gerçekleştirilebilir.

Muhalefet kendi ilkeli yarı-başkanlık önerisini getirirse, sonuç ne olursa olsun bu durumdan demokratik meşruiyetini ve inandırıcılığını güçlendirerek çıkar. Uzun vadede hem Türkiye hem de muhalefet - ve bence aslında AKP de - kazanır. Muhalefet, iktidarı nasıl bir başkanlık istediğini açıklamaya zorlayarak tartışmayı kendi zeminine çeker, daha demokratik bir model önermek zorunda bırakır. İktidarın, muhalefetin yarı-başkanlık modeline karşılık otoriter bir modeli savunması kolay olmaz. Bunun kendisine mutlaka uzun vadeli yüksek bir maliyeti olacaktır.

Başka konulardaki anlaşmazlıkları ne olursa olsun farklı muhalefet partileri şeffaf ve demokratik bir yarı-başkanlık sistemi için beraber çalışabilirler ve sistem, kutuplaştırıcı bir referanduma gerek kalmadan değişebilir. HDP, Barış Süreci’nin yürüyebilmesi için otoriter bir başkanlık sistemine destek vermek baskısından kurtulabilir. Bahsettiğim türden bir yarı-başkanlık sistemi  kuvvetler ayrılığını güçlendireceği için, MHP tabanında ve CHP seçmeninin önemli bir kesiminde mevcut olan, parçalanma endişesini de azaltabilir.


Murat Somer'in yazısı ilk olarak Al Jazeera'da yayınlanmıştır

Yazarın Diğer Yazıları

31 Mart: 2017’nin rövanşı ve 2030’ların kuluçkası

2017’de tüm anti demokratik dezenformasyon koşullarına rağmen halkımızın yüzde 49’a yakını ‘Hayır’ diyebilmişti. İstanbulluların ise yüzde 51.35’i ‘Hayır’ demişti. 31 Mart’ta bu oranın azalmak şöyle dursun, artması gerekir

Fikir, cesaret ve gerçek muhalefet

Gerçek muhalefet askeri ve teknik konularda akılcı ve teknokrat eleştirilerden ibaret kalamaz. Başarılı olmak için mutlaka siyasi bir duruşa ihtiyaç duyar

Kürt Sorunu'nu konuşamamak ve gerçek muhalefet boşluğu

HDP, şimdi DEM Partisi, CHP dışındaki diğer partiler gibi "önce parti sonra demokrasi" demek eğiliminde gözüküyor. Zor bir karar. İstanbullu veya Ankaralı Kürtler muhalefete, yani Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'a oy vererek önümüzdeki dört sene en azından yerelde nefes almayı ve demokratik bir alternatif yönetime sahip olmayı, bunun ülke çapında demokratikleşme için bir temel olmasını umabilir. Ama Diyarbakır'dakiler yereldeki iradelerinin kayyım atamasıyla gasp edilmemesini nasıl umabilir? Önümüzdeki dört sene boyunca çözüm için bir şeyler yapılmasını nasıl umabilir?